Pazartesi, Ekim 30, 2006

Iyi ki Dogduuun Adiiiiillll


Iyi ki varsin, iyi ki hayatimdasin bir tanem.
Nice mutlu yaslara...

Cumartesi, Ekim 28, 2006

Film: The Libertine


Murat Kilic'in baslattigi e-mail zinciri gun boyu devam etti ve sonunda aksam onlarda bulusup pide yemeye ve film izlemeye karar verdik...

Dun aksam yine 1 dk ile treni kacirip 1 saat bekleyince canima tak etti bugun ilk kez arabayla gittim ise. GPS'i dinleyip kisa ama trafigi yogun bir yola girip ustune ustluk iki isigin arasi 100, olan 25mil/saatlik yolda 42mil/saat ile gittigim icin 200 kusur dolar ceza yememe ragmen 45 dk.da ise ulastim.

Aksam gyme gidip 3.5 mil kostuktan sonra 8 gibi isten ciktim. Yagmurda bu sefer otobandan doneyim dedim. Yol iki katina cikti ama sure kisaldi. 8:30'da kapidan iceri girerken telefon caldi. Eda ile Murat telefondan siparislerini verdiler gidip aldik Paterson'dan ve ancak 9:30 gibi filme oturabildik.

2004 yapimi The Libertine, Laurence Dunmore'un ilk filmi (IMDB'nin yalancisiyim valla). 1660lardan sonra sanatin, tiyatronun Ingiltere de canlandigi bir donemde, tiyatro asigi, deli dolu John Wilmot adindan bir sairin (Johnny Depp) kisa yasantisindan bir kesit sunuyor bize.

John Depp bize gore oldukca basarili bir Ingiliz aksani ile konusuyor = alt yazi sart :) Filmin ilk yarisinda (Murat cay hazirlamaya gidince filmin yarisi gelmis oluyor), alt yazi filan acmadik. Amma zaten Ingiliz Ingilizcesindeki kimi kelimelere asina degiliz, bir de ustune 17. yuz yil Ingilizcesinin garip laflari eklenince konuyu anlamak biraz guc geldi.

Ancak, ikinci yari hakikaten insani sarmalayip surukluyor. Bir sahnede sair kameraya yakin, sirti arkasindaki esine donuk konusuyorlar. Her ikisi de kamera da ancak kim konusuyorsa, onun yuzu netlesiyor, digeri bugulu goruntuleniyor. Uzunca bir konusma idi ve bu teknik cok dikkat cekici ve hos olmus. Bizden 8.5/10

Filmin belki de en etkileyici yeri sonu... Film biterken calan "Rochester's Farewell" adli opera parcasi insanin kulagina takilan cinsten. Sozleri soyle:

If, underneath death's cold wing,

his restless sould should fly, away.

Beyond the grasp of fools

t'would meet with the bliss they deny.

So stand for him, kneel for him

As he lies low in kneaded clay.

Pray for him who prayed too late

that he might shine on judgment day.


Kyrie Eleison. Christe Eleison.

Kyrie Eleison. Christe Eleison.

O Domine Deus, dona nobis, pacem.


Son kismin Latinceden, Ingilizceye cevirisi de soyle:
Kyrie Eleison. Christe Eleison.

Kyrie Eleison. Christe Eleison.

Lord have mercy, Christ have mercy,

Lord have mercy, Christ have mercy,

O Domine Deus dona nobis pacem.

O Domine Deus dona nobis pacem.

O Lord God grant us peace.

O Lord God grant us peace.

Çarşamba, Ekim 25, 2006

The School of Athens

Gecen hafta, yeni is yerimde spora basladim. 4 yildir (ara ara) gittigim "Kings Court" a alismisim, basta yadirgadim buraya biraz ama simdi alistim. Sadece spor ayakkabimi goturmem yetiyor. Sort, t-shirt vs. geri kalan giyecek her seyi veriyorlar. Saat 6 gibi isi birakip 3. kata iniyorum. Hava karariyor o saatte. Spor merkezinin bir tarafi, o saatte isil isil olmus Manhattan'a bakiyor. 2 gun agirlik 2 gun de kosu hedefliyorum ama gecen hafta sadece 3 gun gidebildim. Cikislarda buhar banyosuna takiliyorum bir 5-10 dk. Iyi geliyor.

Yeni mudurum beyaz sacli, sanirim 50lerinde, cok seker bir adam. O da spora geliyor o saatlerde. Bisiklet biniyor (spin class), agirlik calisiyor. Bravo valla. O yasa gelince bizde oyle olsak :)

Tamam da bu resim ne, bir onceki yazinin esprisi neydi diyorsunuzdur ama bu blogu takip edenlerden biri iseniz "once gaz ve toz bulutu vardi" diye yazmaya baslamama alismissinizdir :)

Spor merkezinde, agirlik bolumunun ortasinda daire seklinde, resepsiyona benzer bir yer yapmislar. 2 bilgisayar ve 2 gorevli var. Isteyene yardim ediyorlar. Hatta istemeseniz de zorlandiginizi filan gorurlerse, yardima geliyorlar (gecende benim fazla agirlik koydugumu dusunup, ne olur ne olmaz diye destege geldi bir tanesi de ordan biliyorum).

Iste o bilgisayarlarin birinin arkaplaninda (wallpaper) yukaridaki muhtesem resim vardi. Cok hosuma gitti, calistiriciya, "cok guzel bir arkaplan" dedim. "Aaa, arkaplan demek eksik kalir! Rafael'in Atina Okulu (The School of Athens) adli resmi bu. Bak surdaki Sokrates, su Plato, su da Arsimet..." dedi.

Eve gelince, cahilligime derman olsun diye Wikipedia'ya basvurdum elbette. Rafael, (Raffaello, Raphael, Raffaello Sanzio, Raffaello Santi, Raffaello da Urbino diye de isimlendiriliyormus), 1483-1520 yillari arasinda yasamis, Ronesans donemi Italyan mimar ve ressamlarindan biri.


Eylul'de Versay Sarayini gezerken iyice ogrendigimizi uzere, kilise ve saray esrafi sanatcilarin hamisi, karnini doyuran kesim. Rafael'de 1508 yilinda daha 25 yasindayken Roma'da Papa Julius II tarafindan Vatikan'daki sarayin bazi odalarini boyamasi icin ise alinmis ve 1513'de papa olunceye kadar onun hizmetinde, ondan sonrada yeni papanin hizmetinde calismis.

Rafael'in hikayesini burda kesip, "The School of Athens" resmine donelim. Wikipedia'daki yazida resimdekilerin bazilarinin kim oldugu belirtilmis. Ornegin, en sagda siyah sapkali kisi ressamin ta kendisi. Daha once "Argumentation kitabi" hakkinda yazdiklarimi okuduysaniz, Romalilarin 7 liberal sanat'tan bahsettigini hatirlayacaksiniz (Geometri, Retorik, Diyalektik, Gramer, Aritmetik, Muzik, Astronomi). Iste resimde, bu sanatlara atifta bulunuyor ve ressamin kendisini o resme koyarak, "Resim" sanatini diger sanatlar ile ayni seviyede tuttugunu belirtiyor.

Resimde her sey bir sey anlatiyor zaten. Yuruyenlerden soldaki Plato'yu temsil eden Leonardo Da Vinci gokyuzune isaret ediyor. Plato'nun neyi savundugun okumus etmis insanlar icin bir anlami var bunun ama simdi bir de bunu aciklamaya girismeyeyim. Hem zaten benim bildigim de Wikipedia'dan okudugum kadari. Sosyolog yok mu sosyolog? Evde bir tane var ana ne sorsam "Ohooo, nerden hatirlayayim" diyor bana.

Resimde ortada oturan ve hemen goze carpan kisi ise Diyojen. Diyojen, (Diyogenes of Sinope) M.O. 412'de Sinop'da (Yaa demek Sinope, Trebizonda gibi Yunanca imis) dogmus ve M.O. 323'te Yunanistan'da Corinth de olmuuus.

Diyojen, deli dolu bir adam, lafi kodumu oturtan cinsten. Igneleyici laflari ile pek bir meshur imis. Gunduz elinde fenerle carsida dolasip ne yaptigini soranlara "durust bir insan ariyorum" diye cevap verirmis. Dunyevi zevklere deger vermeyen biri olarak bir ficinin icinde yasadigi rivayet ediliyor.

Bir deniz yolculugu esnasinda, korsanlar gemiyi basmis ve Diyojeni de Corinth'de kole olarak satmislar. Korsanlar "ne yaparsin, ise yararsin?" diye sorduklarinda, "Yoneticilik yaparim, kendine efendi ("master") arayan birine satin beni" demis. Bilmem ironiyi anlatabildim mi? Kendisini satin alan Xeniades adli vatandasin iki cocugunu yetistirmis ve kendini kontrol etme uzerine ogretilerini yaymaya atamis kendini...

Her iki yilda bir bu sehirde oyunlar duzenleniyormus. Orda ders vermis. Buyuk Iskender ile de bu festivallerin birinde, karsilastigi rivayet ediliyor. Buyuk Iskender, donemin bu unlu dusunurunu ficisinda bulur ve "benden diledigin bir sey var mi?" diye sorar. O da "gunesimden cekil" diye yanitlar. Bir baska hikayeye gore de karsilastiklarinda, Diyojen insan kemikleri ile hasir nesir bir vaziyette bulmus. "Babanin kemiklerini ariyorum ama kolelerin kemikleri arasindan ayirt edip cikartamadim" demis. bulup arasinda arasinda imis. Terslenmesine ragmen Buyuk Iskender'in, "Iskender olmasam, Diyojen olmak isterdim" dedigi rivayet ediliyor.

Diyojen hakkinda daha fazla bilgi isterseniz, Turkce Viki'de bir iki sey var. Ek$i Sozlukde de epey bir seyler yazilmis. Surdan bakabilirsiniz. Bugunluk bu kadar...

Pazartesi, Ekim 23, 2006

Okuyucuya bilmece

Bilgilenelim, eglenelim di mi efenim? Soru:
  • "Golge etme, baska ihsan istemem"
sozunu kim, kime soylemistir?

Yanitlari bekliyorum... Haa bir de bilgi kaynaginizi yazin bakem :) ...

Pazar, Ekim 22, 2006

Ramazan, Bayram ve Dilekler

Yarin Ramazan bayrami. Diger adiyla Seker Bayrami. Asil arapca adi ile "Eid El-Fitr" (Fitre bayrami)...

Sabah kalktik, aileleri bir arayip bayramlarini kutlayalim dedik. Kimi arkadaslarla maillestik, kimisi ile chatlestik. Eh artik Skype devri ya, kimisi ile tellestik. Buraya kadar hayat normal...

Sonra ODTU-MD listesinden gelen e-maillere baktim. Daha bir kac gun once, Ankara'nin gobeginde listeden bir arkadasimizin esnaf tarafindan sigara ictigi icin hastanelik edildigi haberini almis, uzulmustuk... Sonra, gazetelerden bir haber gecildi listeye. Ameliyat masasinda 3.5 yasindaki cocugu birakip iftara giden bir doktordan bahsediliyordu... Yine sigara ictigi icin yuzune tukurulen arkadasinin kendisini arayip bayramini tebrik etmesinden bahsediyordu Levent Resul Hoca, "celiskiler ulkesi Turkiye" derken. Din adina yapilan bu cirkinliklerin bitmesini diliyorum...

Daha bayram baslamadan trafige 48 kurban vermisiz... Yollarin iyilestirilmesi, azgin suruculerin kontrol altina alinmasi ve trafik canavarina verilecek canlarin kurtarilmasini diliyorum...

Isyerinden, Amerika'li Yahudi bir arkadasim, Orhan Pamuk'un Ingilizceye cevrilmis "kar" kitabini getirip, Turkce yazilan isimlerin nasil soylendigini sordugunda sasirmistim. Kitabi cok heyecan verici buldugunu soylemisti. Bilim alanindaki 3 Nobel odulunu de Amerikalilarin aldigi ve Edebiyat odulunu kazananin bir sonraki gun aciklanacagini okudugumda, "Orhan Pamuk artik bu yil kazanir" diye gecirmistim icimden...

Aldigini okuyunca hic sasirmadim ama Turkiye'den gelen "sevinemedim..." haberlerine sasirdim. Aklima, "biri tirmanip kazandan kurtulmaya calisince digerleri onu asagiya cektigi icin, icinde Turklerin bulundugu kazanin basina nobetci koyulmadigini anlatan fikra" geldi :) Tebrikler, Turkiye! Aykiri da bulsan, yazarlarin Nobel odulu alinca sevinebilecegin gunlerin gelmesini diliyorum.

Film: Babam ve Oglum

The Moons & Stars Project tarafindan organize edilen Turk Filmleri haftasi Cumartesi gunu basladi. Saat 4'teki ilk gosteride once bu yil kaybettigimiz Arif Mardin'in anisina esi Latife hanimin yazdigi "Arif'i beklerken" adli kisa filmi izledik. Arif Mardin'in adini biliyorduk elbette ama bu film ile bir parca tanima firsati da yakalamis olduk.

Sonrasinda izledigimiz, Cagan Irmak'in yonettigi "Babam ve Oglum", goz yaslarini tutamayacaginiz hakikaten etkileyici bir film.

Daha once Turkiye'de tatildeyken bir kac bolumunu izleyip ilginc buldugumuz ancak devamini izleme firsatini bulamadigimiz TV serisi "Cemberimde Gul Oya" da ayni yonetmeninmis. O seride de yanilmiyorsam bu filmde oldugu gibi 12 Eylul donemine atifta bulunuluyordu.

Uzerinden 26 yil gecmesine ragmen bence, Turk aydini gibi Turk sinemasi da hala 12 Eylul ile dogru durust yuzlesmedi ancak boyle ucundan kiyisindan konuya dokunuyorlar. Belki de artik yapiliyor ama uzak kaldigimiz icin biz bilmiyoruzdur, kim bilir...

Neyse... Filmler, 11 ile 12. cadde arasinda, 181 Second Avenue, East Village'da sergileniyor. Onceki festivallerin tersine, bu sinema salonundaki koltuklar, "stadium seating" denilen cinsten, katlara dizili oldugundan filmin keyfiniz onunuzdekinin boyu ile ters orantili degil:)

Filme Emine Uygur ve Balca Bolunmez'le gittik ama cikista onlar kalmadilar. Onceki tecrubelerimden "Tai yiyelim" teklifine sicak bakamadim, ayrildik. Onun yerine, Bezen'le once Maia'ya gidip nargilemizi ictik.

"Chicken Tikka Massala" ya aserdigimizden, Maia'dan cikinca yakindaki bir hint restoranina gittik. Servis yavas mi yavas. Iyice acikmisiz. Yemekler gelmeden hemen once saat 8:45 demisti Bezen. Tabaklari silip supurdugumuzde 8:55 idi, yemeklere nasil saldirmissak artik:) fiyatlari Baluchi's in yarisi kadardi ama tavuk Baluchi's de yedigimiz kadar iyi degildi. "Cheese Nan" istemistik, pidenin arasina chedar eritmisler, o muhtesem olmus iste!

Cuma, Ekim 20, 2006

Iron Maiden


Iron Maiden konserindeydik. Biletleri almakta biraz gec kalmisiz cok yukarilardaydi yerimiz. Konser Continental Arena gibi buyuk bir spor salonunda olunca bu bayagi onemli oluyor. Su opera durbunlerinden edinelim birer adet diye dalga geciyorduk hatta. Konserin baslamasina yakin sansimizi daha asagilarda deneyelim dedik ama asagilardaki bolmelere sokmadilar, her bolmenin kapisinda biletlerdeki bolme numarasini kontrol eden bir gorevli vardi. Kendi bolumumuzde onlerde takildik biraz ama oturdugumuz her koltugun sahibi gelince kos kos tepemize tirmandik. Bir onceki konserlerini kacirmistik onun icin hic yoktan iyidir diyelim:) Salon baslarda cok bostu, hayal kirikligina ugratti bizi hatta. Sonra farkettik ki aslinda biz erken gitmisiz, 7.30da ordaydik:) Queensryche konserine nasil olsa on grup cikar diye biraz gec gitmistik ve konserin ilk 15 dakikasini kacirmistik, on grup yokmus meger. Bunda da ayni sey olur mu acep diye damladik erkenden. Olmadi tabi, adini ogrenmeye dahi calismadigim ingiliz bir grup cikti oncesinde. Daha cok firin ekmek yemeleri lazim, kotulerdi bence, neyse ki fazla kalmadilar sahnede.

Konser 9.15'de basladi, cok guzeldi, grup uyeleri hic degismemisler hala aynilar. Son albumleri A Matter of Life & Death'in tamamini calarak basladilar. O albumu dinlememistik henuz iyi oldu. Eski parcalarindan yeterince calmadilar diye soylendim ben tabi epeyce. Best of serilerini saymazsak 15'in ustunde albumu var adamlarin, herkese yaranmalari zor kabul ediyorum ama birkac tanecik daha calsalar noolurdu sankim. Bu yil gittigimiz konserleri hep oturarak izledik. Artik orta yas sinifinda oldugumuzun bir kaniti daha iste. Universitedeyken bu tur konserlere gittigimizde mutlaka ayakta ve en onlerde olmaya calisirdim. Oturanlar icin sunlara bak, madem oturacaktiniz gidip evinizde videodan izleseydiniz falan derdik. Cok acimasizmisiz:) Pek rahat oluyormus oysa ki, onume uzun boylu biri gecti derdi yok, itilip kakilma derdi yok, al birani yayil.

Ondan iki gun sonra da Halloween konserine gidecektik, o tam anilari tazeleme konseri olacakti ama bi baktik iptal edilmis:( Heyecanla bekliyordum o konseri halbuki. Snifff seklinde biletleri iade etmeye gitigimde niye iptal edildigini sordum. Gisedeki kiz metalcilerden biri intihar etmis dedi. Ne!!! Nasil yani! Eve gelince ilk is sayfalarini kontrol etmek oldu, yok oyle birsey tabi ki. Kim yutturmussa bunu gisedeki kiza artik:) Saf saf soyluyor o da her sorana. Organizasyonla ilgili problemler diye yazmislar web sayfalarinda Kuzey Amerika ve Kanada konserlerinin iptal bahanesi olarak. Yeterince bilet satilmadigi ya da onlara pahaliya patlayacagi icin iptal edildigini dusunuyoruz biz. Keeper of the Seven Seas soyleyecektim ama bennn, sniff:((

Sevdigimiz gruplarin cogu Avrupa kokenli olunca da boyle oluyor iste. Biz gencken Turkiyeye ugramazdi cogu. Burasi da cok buyuk. Geliyorlar tabi ama hem Avrupa'daki konserleri kadar sik olmuyor bu, hem de taa kac saat mesafedeki yerlere geliyorlar bazen. Pink Floyd disinda da kimse icin bilmem kac saatlik yol gidemem valla, 2-3 saat bile olsa. Bir ara Manhattan'a da duserler nasilsa diye beklemeye geciyoruz o durumda:) Ha bir de gelenler ve bizim gidemediklerimiz var, U-2 gibi. Nasil bilet alamadik o konsere (konserlere hatta, birkac gun burdalardi) hala inanamiyoruz. Hazir omuz bulmusken aglayayim:) Son gunun biletleri ciktiginda Balkir ve ben ticketmasterin sayfasindaydik, gozumuzun onunde satisa cikti biletler ve alamadik. 3 dakika belki gecmisti bilet bitti yazisini gordugumuzde. Madison Square Garden'in biletleri bir kisi 8 taneden fazla bilet alamazken 2-3 dakikada nasil biter yaw, nasil alamamis olabiliriz cozemedim gitti. Yandaki konser fotosu baska bir konserlerinden bu arada. Bizim kucucuk makinamizin o kadar uzaktan hic sansi yoktu:)

Çarşamba, Ekim 18, 2006

Kutu Kutu Pense...


Elma zamani simdi. Bir de balkabagi. Cadilar bayrami (Halloween) yaklasiyor ya, balkabagi olmayan yer yok su siralar. Bizim hedefimiz elmalardi ama. Internetten civar baglari arastirip Chester, NJ'deki Riamede cifligini secip arabalara dolusup solugu orda aldik. Etraf kalabalikti ama toplayacak birsey yoktu. Sicak elma suyu hayalleri kurarken onda da hayal kirikligina ugradik. Yani vardi ama oyle mmm nefismis bu dedirtmedi bize. Elma iki yilda bir bol olur, gecen sene coktu bu yil pek yok onun icin, seneye mutlaka gelin simdi de balkabagi toplayabilirsiniz turu bir yazi vardi kapida. Yemedik ama, neyse:) Eh oraya kadar gitmisiz girelim bari dedik. Iceri girmek icin para aliyorlardi. Sirf gezmeye gelmis de olsaniz giris paranizi oduyordunuz pasa pasa. Iyi valla, hem toplanmamis elmalari topla, beles iscilik yap ustune para ver, bir de ayakbasti parasi ver. Birsey degil $1 ama fikir hosuma gitmedi iste. Torba icin ayri para, elma/balkabagi topladiktan sonra onlara ayri para ne bu yaa. Hepsini birden alsaniz sunun da her tarafta siraya girmek zorunda kalmasak olmaz mi yahu. Haywagona (saman arabasi olabilir mi tam turkcesi acep) binmek icin de az biraz bekledikten sonra balkabaklarinin oldugu yere goturulduk. Onlar da tam bir hayalkirikligiydi bence, yaklasmadik bile yanlarina. Elmasiz elma agaclarinin altinda curumus sefil gorunuslu elmalar vardi. Cok sevimsiz bir ciftlikti.

Baska bir ciftlige gidelim, nereye gidelim derken GPS'ler yetisti imdadimiza. 20 mil otede Brook Hollow Farm varmis, vakit kaybetmeden oraya dogru yola koyulduk. Daha kapidan girerken icimiz isindi Pennsylvania yakinlarindaki bu ciftlige. Iki buyuklukte torba hazirlamislar, biri 10 pound (yaklasik 5 kilo) digeri 20 pound icin. Torbani secip aliyorsun, doldurabildigin kadar dolduruyorsun donme vakti gelmis dediginde de arabana atlayip gidiyorsun, oyle elli tane sira yok. 10 pounduk torbalardan aldik birer tane ve agaclarin arasina attik kendimizi. Meyveleri dalindan toplayip da yemek acaip zevkli birsey. Kucukken tatil yerlerinde buldugumuz her meyve agacina tirmanirdik, sahiplerinden izin almak aklimiza bile gelmedigi icin (ve tabi bu olayi daha heyecanli kildigi icin:)) varligimiz farkedilene kadar erisebildiklerimizi yer, sahipleri gelmeye baslayinca da atlar kucagimizdakileri dusurmemeye calisarak kacardik hey gidi. Arada yakalananlar da olurdu ama uzun boylu olmanin faydalari iste, ben hic yakalanmadim:))

Bol bol elma yedik, ufakliklarla beraber agac aralarinda kosturduk, minik golun kiyisinda suyun ve karsidaki rengarenk ormanin guzelliginin tadini cikardik, kurumus yapraklari savurduk, bu arada torbalarimizi da agzina kadar doldurduk. Torbalari duzgunce doldurmaya calisirken aklima salata barlar geldi. Ne modaydi bir ara salata barlar, ne sik giderdik biz de. O kucuk kaplara en fazla salata nasil doldurulur ustune ihtisas yapmistim:)) Elmalarimiza da ayni taktigi uyguladik, bol miktarda elmamiz var su anda:) Boy boy renk renk elmalarimizla neler yapsak acep...

PS: Hava genelde bulutluydu, guzel sonbahar resmi cekemedik pek. Ortam cok guzel halbuki, bu haftasonuna artik:)

Salı, Ekim 17, 2006

Kitap: Principles of Economics (Peter Navarro)

Daha once okumaya basladigimi yazdigim, Peter Navarro'nun (hani su Selen Altan'in master hocasi olan ekonomi profesoru) Principles of Economics: Business, Banking, Finance, and Your Everyday Life (Ekonominin prensipleri: Is dunyasi, Bankacilik, Finans ve gunluk yasantiniz), adli kitabini bitirdim. Valla, adam cok iyiymis!

Bir once dinledigim Timothy Taylor'in "Economics" kitabinda gecen konulara O da degindi. Kimi yerlerinde benzer ornekler verdi ama hem aciklamalari cok daha oturakli ve ayaklari yere basan cinstendi hem de sundugu bakis acisi farkli geldi.

Cok kisaca ogrendigim bir iki seyi not edeyim. Ekonomistlerin genellikle birbiri ile celisen aciklamalarda bulunmalarini ve bazi konularda anlasamamalarini aciklarken, 5 ekolden bahsediyor Peter Navarro:
1) Klasik ekonomi ekolune gore, ekonomik krizler, kuculmeler ve issizlik her ekonomide var olan durumlardir ve mudahale edilmedigi takdirde kendi kendine duzelecektir. Bu yaklasim, Amerika'daki 1929 ekonomik krizine (Great Depression) kadar suregeldi.

2) Klasik ekonomistler bir turlu bitmek bilmeyen krizin zamanla gececegini dusunedursun, Keynes yeni bir teori gelistirdi ve krizden cikmak icin devletin farkli bir politika (Fiscal Policy) uygulamasi gerektigini savundu. Ona gore, Uretim ile harcama arasinda bir denge soz konusu idi ve darbogazdan cikmak, uretimi arttirmak icin devlet harcamalari arttirmali (ve/veya vergileri dusurmeli) idi. Franklin D. Roosevelt bu teoriyi uygular, "New Deal" adi altinda ABD'nin 4 bir tarafini bir birine baglayan otoyollar yaptirir, sosyal yapilanmalara yonelir ve kesenin agzini acar. Dolayisiyla, piyasaya para girer, issizlik azalir, ustune 2. dunya savasinda yapilan harcamalarda eklenir ve krizden cikilir.

Keynes uygulamalari, devletin sosyal harcamalarini arttirmasi gibi sonuclara vardigindan ABD'de Demokratlarin sevdigi bir yaklasim. Bu yaklasim 1950'de baska bir krizde ise yarar, yine devletin yuksek harcamalari ve Kore savasi sayesinde krizden cikilir. JFK, 1964'de Keynes'in onerdigi gibi vergileri dusurur ve is dunyasi tarihi karlar yapar (su anda 2. Bush'un vergileri dusurmesinden sonra oldugu gibi), ABD, tarihinin en iyi ekonomik donemini yasar.

Ancak Keynes yonetiminin cozum bulamadigi sey stagflation: ayni anda yuksek enflasyon ve yuksek issizlik...

Piyasada para cok, mal az olunca enflasyon doguyor (Demand Pull Inflation). Isler iyi gidince fiyatlar ve maaslar artiyor, bu da enflasyona sebep oluyor. Baska bir tur enflasyon da 1970'lerde ortaya cikan malzemelerin (benzin, demir, cimento vs.) fiyatinin artmasi ile olusan (Cost push inflation) enflasyon.

Enflasyonu azaltmak icin Keynes yontemi, ekonomiyi daraltmayi oneriyor, bunun icin devlet faizleri yukseltiyor. Bu sefer de issizlik ortaya cikiyor...

3) Milton Friedman, Keynes yontemini "aktivist" olarak yorumluyor ve ekonominin dogal bir issizlik seviyesi oldugunu, bunun altina inmeye calismanin uzun vadede enflasyonu ve issizligi getirdigini iddia eder. 1979'da Milton'in cozumu, ekonomiyi daraltarak issizligi olmasi gerekenin uzerine cikartma yontemi (aci recete) uygulanir. Bu donemde faizler %20lere cikar ve ozellikle faizlerden cok etkilenen kucuk isletmeler, insaat piyasasi vs. cok kotu bir donem gecirir.

4) Reagan doneminde arz tarafini yani is dunyasini ihya edecek bir dizi uygulamaya gidilir. Vergiler dusurulur ve sonucta ekonomi ciddi bir yukselise gecer. Bu ekole gore, is dunyasinin kari artacak ve dolayisiyla toplamda odeyecekleri vergi artacagi icin ekonomi icin iyi olacak... Sonuc pekte oyle olmaz ve hem ticaret acigi (90larin basinda 200 milyar dolar) hem de butce acigi buyudukce buyur.

5) Reagan'dan sonra gelen Bush, bu acigi gorur ve endise duyar. Onun donemindeki neo-ekonomistler, degisik bir bakis acisi sunar. Derler ki, insanlar, vergi oranlarinin dusmesi ya da kamu harcamalarinin artmasi gibi durumlarin gecici olarak ekonomiyi duzelttigini ama sonrasinda her seyin kotuye gittigini gorur ve zaman icinde "ogrenirler". Yine ayni tekrarlandiginda, sonucunun ne olacagini bildikleri icin ayni tuzaga dusmez, hazirlikli olurlar, savurgan davranmazlar...

Bush bu teori dogrultusunda kisa sureli ekonomik cozumler yerine uzun vadeli yaptirimlara gider, butceyi denklestirmeye calisir, harcamalari kisar. Ancak, teoride hatalar vardir. Insanlarin ekonomi bilgisi ongoruldugu kadar iyi degildir ve reaksiyonlari gecikmeli olarak verir ya da hic vermez ayni hatayi tekrar ederler. Politik olarak da iyi bir sonuc getirmez ve Bush secimi kaybeder.

Clinton aslinda fazla bir degisiklik yapmaz planlarda ama butceyi denk tutmak ve ticaret acigini azaltma konusunda ciddi oldugunu her firsatta vurgular ve is dunyasi/wall street'e guven asilar. Sonucta beklenti gercege donusur...

Bu beklentinin gercege donusmesi ilginc ekonomik olaylardan biri. Enflasyon beklentisin enflasyon, issizlik beklentisinin issizlik, veya bir para biriminin degerinin dusmesinin beklenmesi o para biriminin deger kaybetmesine sebep olmasi gibi. Cunku bu beklentiler karsisinda is dunyasi harekete geciyor ve o sonucu getirecek yaptirimlara gidiyor...Dedigim gibi ilginc bir durum.

Maroekonomi konulari uzayip gidiyor. Yazarin teorileri vs. anlatirken tarihsel olaylarla birlikte teorilerin nicin ortaya ciktigini ve uygulanmasi sonucu neler oldugunu aktarmasi olayi kavramak acisindan gayet faydali...

Pazartesi, Ekim 16, 2006

MS Bisiklet turu

Yaa! Olacak is degil :( Size uzuun uzun pazar sabahi saat 6'da daha gun agarmadan kalkip, buz gibi bir havada (4 derece), trafiksiz Manhattan'daki 30 millik (48 km) MS Bisiklet turunu 2.5 saatte bitirisimi filan anlatmistim ama alcak Firefox cakildi, gume gitti bizim yazi :(

Gece yarisini gectik, simdi tekrar yazamaya vaktim yok, bari sirketten Rohit'in cektigi resimlerin adresini vereyim: http://picasaweb.google.com/rothpie/MSBikeTourNYC2006

Pazar, Ekim 15, 2006

Mamma Maia

Gecen yil Ingiltere'den gelip yazilim grubunun basina gecen Jim'in gelir gelmez duzenledigi Slate'deki ilk Bilardo turnuvasi gayet eglenceli gecince, bu yil ikincisini organize etti. "Arastirma" bolumunden ayrildigin icin hafta ici bana mesaj gonderip katilip katilmayacagimi sordu. Seve seve katilirim dedim...

Persembe aksami saat 6'da 54 W 21. Cadde'deki Slate'e vardik. Benim ortak rahatsizlanmis, dolayisiyla son dakika da Web tasarimi grubundan bir arkadasi davet etmis Jim. Onunla ortak olduk. Amerikan bilardosu oynaniyordu. Ben pek bilardo oynamayi beceremem, zaten bir iki disinda herkes eglencesine takiliyordu.

Bir yandan hamburger ve pizza atistirip sohbet ederken bir yandan da maclar yapildi. Ilk macimizi Ashish ve Dennis'e karsi oynadik ve 8-7 kaybettik. Ancak onlari da Cin mafyasi dedigim, benim eski takim arkadasim Kenny ile yazilimci kizlardan Hui-min ikilisi (ustteki resim), 8-6 yeniverdi. Son macimizda biz de bu ikiliyi 8-7 yenince, ust tura cikani belirlemek icin Kenny ve benim banttan top sektirme yarisina kaldi.

Bu top sektirme soyle bir sey: yan yana iki top koyuluyor, ikimiz ayni anda toplara vuruyoruz. Toplar karsi banta carpip geri geliyor. Kimin topu vurusu yaptigimiz banta daha yakin durursa o kazaniyor. Her 3 denemede de benim vurdugum toplar 2-3 tur atti bantlarda :) Bezen, elinin ayari yok derken hakliymis netekim...

Saat 9 gibi sampiyonluk maci basladi. Giydigi kirmizi sik bilardo eldiveni ile iddiali oldugu belli olan, eski ekibimden Jose ve onun kadar iyi olmasa da gayet iyi oynayan yazilimcilardan bir arkadastan olusan takim, eski patronum Jay ve ortagini her iki sette de yenip sampiyon oldular (ustteki resim, Jose tebrikleri kabul ederken).

Ben de maclari izlerken sohbet ettigim bir iki arkadasa, cikista Nargile icmeye gitmeyi teklif ettim. McDougal - Bleecker kesisimine yakin bir yerde, Luxor adinda bir nargileci var. Gayet kucuk bir yer. Bir kac kere gitmistik ayni ekip. Yalniz, bu sefer bir baktik ki 10-15 kisi gelirim diyince nasil sigacagiz diye kara kara dusunurken, yazilimci arkadaslardan Rebecca, Maia'ya gitmeyi onerdi.

Maia aslinda bir Turk restorani, daha dogrusu bir meyhane. Turkiye Yeni Turku, Mercan Dede, Husnu Senlendirici vs. geldi oraya. Ayrica pek cok aktivite duzenliyorlar. NY City Guide'da yuksek not almis, Rebecca'nin (yanda) sikca ugradigi guzel bir mekan.

Neyse, taksilere atlayip gittik. Ilk iki ekip vardiginda zaten 12 kisi olmustuk. Daha sonra gelenlerle bir ara 20 kisiye yaklastik. Yine Rebecca'nin onerisi ile Raki istedik. Sanirim O'nun disinda herkes ilk kez denedi rakiyi. Raki servisini yapmak, siparisleri soylemek bana kaldi. Turk restoranina gelince bir cesit ev sahibi oluverdim :)

Efe Raki'nin icindeki alkol miktarini gorunce biraz tirsti bir kismi ama zaten carpmasin diye az koydum. Hepsinin de gayet hosuna gitti. Hayatinda ilk defa dumanli bir sey icen Sam'in hali hepimizi yerlere yatirdi :) Muzik, nargile, raki derken dansoz cikti. Bizimkilerin bir kismini da kaldirdi. Hoplayip zipladik, gobek attik. Gece saat 1.30 gibi ekibin cogu hala ordaydi, ben artik ciktim.

Gece boyunca resim cekmistim. Soz verdigim gibi gece eve varinca Web'e yukledim. Tumunu gormek icin tiklayin...

Salı, Ekim 10, 2006

Haftasonu ve 125. Yil Kutlamalari


Cumartesi alisveris icin Jersey Gardens Mall'a gittim. Artik erteleyecek zamanim kalmadigi icin oflaya puflaya gittim. Ise giderken giyebilecegim rahat bir ayakkabi almam lazim. Havalar serinledi artik sandalet giyilemiyor. Alisverisi eziyet olarak goren kac kadin vardir acaba benim gibi:)) Zaman kaybi yaw, o arada yapacak daha zevkli bin tane sey var. Bitse de gitsem modunda mallda dolasirken lotodan para ciksa da yerime alisveris yapacak birini kiralasam diye geciyordu aklimdan yine:)) Allahtan arada arkadaslarim, misafirlerim gelip alisverise gitmek istiyor da o arada kendiminkileri de cikariyorum aradan:) Ama is mutfak ve ev icin farkli ivir zivir, baharat, farkli ve etnik yemek malzemesi vs alisverisi olunca akan sular duruyor. Hadi dendiginde kapidayim ben:)

Donuste Rutherford'a girdigimde tam da yolumun ustundeki bazi sokaklarin trafige kapandigini gordum, bayram degil seyran degil nooluyor yaw. Derken bizim caddeye donecegim sokaga geldim ve ta daa bir gecit toreni baslamis caddeye donemiyoruz. Evi karsida goruyorum ama gidemiyorum:) Gecit toreninin bitmesi beklenecek el mecbur. Evden cikarken Adil yaninda bulunsun diye fotograf makinasini vermisti, eh isabet olmus diyerek arabadan inip kendime guzel bir yer secip toreni izlemeye basladim. Ne toreni bu yahu derken ogrendim ki Rutherford'in 125. yili kutlaniyormus. Rutherford'in 125. yili 21 Eyluldeydi halbuki, niye bu kadar zaman beklediler parade icin bilmiyorum, onceki haftasonlari yagmurluydu herhalde o yuzden. Hava muhtesemdi bu haftasonu. Adil'i aradim, o da cikti evin onune, beraber toreni seyredip fotograf cektik bolca. Cop kamyonlarimiza kadar kasabamiza ait ne varsa gecti onumuzden:) Aksam da havai fisekler atildi.

Aksam Eda, Murat ve Simon yemege geldiler, ilk inegol kofte denememi test ettiler. Kofte tam not aldi, tarifin kaynagi evcini'ne burdan tesekkurlerimi yolluyorum:) Yemek bloglari sagolsunlar sayelerinde daha bir zevkle yemek yapar oldum. Hep ayni seyleri yapmaktan sikildim diye soylenirken simdi deneyecek bir suru tarif var onumde, surekli de yenileri ekleniyor:) Abartip ramazan pidesi bile yaptim, iki kere hem de, gayet de oldular. Ilkinde sevgili Binnur'un ikincisinde sevgili Zuhal Yalcin'in tariflerini denedim. Ilk ekmek denemesinde mayaya kabartma tozu muamelesi yapan ben icin ne buyuk bir adim bu bilemezsiniz:) Ilerleyen saatlerde alisverise New Jersey'e gelen Figen, Burak ve Artun da ekibimize katildi. Onlari da ne zamandir gormemistik cok iyi oldu, bol bol muhabbet ettik.

Pazartesi, Ekim 09, 2006

Ekonomi uzerine kisa bir not....

Gecen hafta, ekonomi uzerine yogunlastigimi yazmistim. Bugun Kuzey Amerika'daki ODTU'luler listesinden, bu yilin tum bilim odullerini Amerika'li profesorlerin kazandigini okudum ve Nobelprize.org sayfasina bir goz attim.

Ekonomi alaninda odulu de bir Amerikali, New York'taki Columbia Universitesinden 1933 dogumlu Edmund S. Phelps almis, macro-ekonomi alaninda yaptigi katkilar nedeniyle. Enflasyon ve Issizlik arasindaki iliski, bugunku jenerasyonun refahi ile gelecek jenerasyonlarin refahi arasindaki iliskideki fedakarliklari incelemis ekonomist.

Phelps demis ki, "bugunku enflasyon, sadece bugunku issizlikle ilgili degildir ve gelecekteki enflasyon beklentilerine de baglidir. Cunku, maaslar ve fiyatlar cok sik degismez. Degistiginde ise, gelecekteki enflasyon beklentisi hesaba katilir, dolayisiyla bu hesap dogrultusunda isci alinir veya cikartilir. Bugun enflasyon yuksek ise, yarin enflasyonun yuksek olma ihtimali de fazladir. Dolayisiyla ekonomiyi stabilize etmek guclesir".

Okudukca/dinledikce anliyorum ki ekonomi dunyasi (market ekonomisi) bir iliskiler yumagi. Hala tum baglantilari kurmak zor geliyor ama zamanla netlesiyor/okuduklarim anlam kazaniyor. Linkini verdigim yaziyi 1 ay once okusam hic bir sey anlamayacaktim ama bugun, her seyini anlamasam da epey bir kisminda ne dendigini anlayabiliyorum. Peki bunu bana ne faydasi var? Bilmem! Gorecegiz :)

Pazar, Ekim 08, 2006

Dostluk Iftari ve Hillary Clinton


Persembe aksami Turk Kultur Merkezi ve Turk-Amerikan Derneginin ortaklasa duzenledigi iftara davetliydim. Aslinda davetlinin davetlisiydim demek daha dogru:) Is arkadaslarimdan Joseph'in Turk musterileri var, bunlardan biri onu davet etmis. O da beni, Michael'i ve Leila'yi davet etti. Michael'in son anda isi cikinca biz ucumuz gittik. Iftar Waldorf-Astoria otelindeydi ve bayagi kalabalikti. Biz 45 no'lu masadaydik, arkamizda da bayagi bir masa vardi. Her masa 10 kisilikti bu durumda rahat 850-900 kisi vardi sanirim.

Acilis konusmasini FBI New York Direktoru yapti, ne alaka yahu, o kisma takildik biraz, kendi aramizda bayagi bir teori urettik bunun uzerine. Ardindan kursuye cikan Colombia Universitesi'nden Ortadogu ve Islam konularinda uzman bir profesor de bununla bayagi dalga gecti, cok eglendik. Aksamin en renkli simasi Hillary Clinton'di. Konusmacilar listesinde adini gormustuk ama hic tahmin etmiyorduk gelecegini, geldi valla. Beyaz Saray'da ilk iftar davetini o ve Bill Clinton vermis onu soyledi, tum dinlerin korunmasina nasil onem verdigini falan anlatti. Tavirlari rahat, konusmasi akiciydi, sempatik bir kadin. Onun disinda New York senatorleri ve New York Baskonsolosu da konusmacilar arasindaydi. Davetliler arasinda cok sayida Amerikali da vardi.

En az 3 yildir gormedigim tanidiklardan Turgan ve ailesiyle ayni masaya dusmemiz de komikti gercekten. Benim Turgani Nejatla karistirip cocuga yemek boyu Nejat muamelesi yapmam ayri bir rezillikti. Allahtan Nejat demedim yuzune karsi:)) Yemegin sonunda sema gosterisi olacakti ama Joseph'in tekrar ise donmesi gerekiyordu, Leila da donus yolunun uzun oldugunu soyleyince onu beklemeyip kalktik. Cikista herkese icinde Turkiye brosurleri ve Turkiye tanitim DVD'si bulunan paketler veriyorlardi, guzel bir fikir.

Perşembe, Ekim 05, 2006

Off-site

Yazinin basligi Ingilizce, cunku Turkce'si ne bilmiyorum. Off-site denilen seyin ne oldugunu ilk bugun gordum. Dun, eski bolumundekilere bir e-mail atip, tipik "bugun benim burda son gunum, ben su bolume gidiyorum, sagolun var olun ve hoscakalin..." dedim...
Bir suru insan cevap verdi, *buyuk* adamlar daha bir profesyonel "bolumumuze yaptigin katkilar icin cok tesekkur ediyoruz. Seni ozleyecegiz. Basarilar..." filan gibi cevaplar yazdilar. Daha bir samimi olduklarim, daha arkadasca seyler yazdilar tabii...

Sabah 7:30'da trene bindim. 1 saat sonra ofisteydim. 21. kattaki konferans salonuna gittim. Butun mobil teknoloji ordaydi. 8:35'de global mobil teknolojinin basi Numan (evet Turk ve aile dostumuz oluyor kendileri) acilis konusmasini yapti. Ardindan, saat 5'e kadar surekli paneller yapildi. Diger bolumlerden hem katilimci hem dinleyici olarak gelenler oldu. Yarin da tum gun devam edecek olan bu panellere bir iki nobetci haric tum grup katiliyor.

Icinde bulundugumuz durum, stratejiler, yeni teknolojiler, beklentiler, akliniza gelebilecek her sey konusulup tartisiliyor. Onumuzdeki bir yil icin odevler cikartiliyor. Ust duzey yoneticiler, vizyonlarini sunuyor, beklentilerini anlatiyor ve sorulari cevapliyor.

Benim icin hem grubun foksiyonlarini anlamak hem de grubu tanimak acisindan gayet isabetli oldu. Aksam da New York manzarasinda karsi guzel bir barda kokteyl verildi. Diger gruplardan panellere katilanlar da geldiler. Iste boole bir seymis off-site...

Çarşamba, Ekim 04, 2006

Kitap: Economics (Timothy Taylor)

Kitap kitap diyorum ama biliyorsunuz audiobook'lardan, kitap okumaktan degil kitap dinlemekten bahsediyorum aslinda. Biyoloji kitabini yarida biraktim :( Bookmark hala duruyor, bir ara devam edecegim ama su anda ekonomi kitaplari daha cok ilgimi cekiyor. iAudio'ma 2-3 tane ekonomi kitabi yukledim...

Bunlardan ilki, Taught Standford Universitesi profesorlerinden Timothy Taylor'in "Economics" adli kitabi. Teaching Company sayfasinda kitap/ders hakkinda detayli bilgi var. Benim icin gayet faydali oldu. Kitap hem makro ekonomi hem de mikro ekonomiye giris niteliginde.

Hayat gailesi icinde kosusturup giderken, bunlari bilmenin bana faydasi ne diye dusunebilirsiniz ama okudukca anliyorsunuz ki ozellikle makto ekonomi bilginizin olmasi, bulundugunuz ulkenin gidisatini ve sizin hayatinizda ne gibi etkileri olabilecegini gormenizde / anlamanizda faydali oluyor.

Mesela gecenlerde ev almak konusundaki kararsizligimizdan bahsettim. Aslinda ekonomi ve gidisat hakkinda bilgi sahibi olmazsak, bizimki kumar oynamaktan farkli olmayacak. Tabii ki kahin degiliz, iki kitap okuyunca ekonomiyi cozmus olmayacagiz, zaten Ekonomi icin "dismal science" yani ~"belirsiz bilim" gibi bir deyim var. Ama yine Ingilizce deyimiyle "educated guess" yani bilgiye dayali tahmin yapmaya, yardimci oluyor.

Mesela su anda ABD'de yillik faiz %5.25 iken 2 yillik faiz %4.63, 10 yillik faiz %4.5. Garip di mi? Uzun vade hep kisa vadeden yuksek faiz getirmez mi? Peki bir de soyle dusunelim. Eger yatirimci gelecekte ekonominin daralacagini dusunuyorsa, o ekonomiyi acmak , buyutmek icin hukumetin faizleri dusurecegini hesap ediyor. Simdiden %4.5'lik faize razi, cunku gelecekte onun da altinda olacak faizler diye dusunuyor...

Velhasil simdi Peter Navarro'nun "Principals of economics" kitabini dinliyorum. Gayet meshur bir profesormus kendileri. Hakikaten cok guzel ve daha detayli anlatiyor. Dinlerken bir yandan da Blackberry'e notlar aliyorum. Usenmezsem Turkce'ye cevirip yazacagim buraya bitirince...

Rezalet!

Turkiye ile ilgili “gunluk” haberleri takip etmiyorum, edemiyorum. “Onemli” olaylardan, bazen gecikmeli olarak haberim oluyor, bazense hic olmuyor. Digg.com'da okudum, yine bir Turk ucagi kacirilmis. Benim ilk aklima gelen soru, “Silahsiz biri, nasil kacirabiliyor ucagi? oldu. Hurriyetim.com’a baktim, goremedim. Radikal’e gore elinde bir paket varmis. Bomba var icinde demis ve girmis kokpite.

Bu kacinci kacirma olayi, niye bu kadar lay lay lom bir guvenlik var havaalanlarimizda? Belli ki pilot da guvenmiyor guvenlige, ciddiye almis. Acaba 9/11 bize olmaz diye mi dusunuyoruz? Almanya’daki bilmem ne cemaatinin ucak kacirip 10 kasim gununu kana bulama planlari oldugu ortaya cikarilmamis miydi? Ha, bu arada adam cekip giderken el sallamis, bizim yolcular da adami alkislamis? Akil, sir ermiyor valla, rezalet ki ne rezalet...

Salı, Ekim 03, 2006

Yeni Ofis



Bugun sabah yeni ofisime gittim direkt. Yolun ne kadar surecegini merak ediyordum...
Ev'den yuruyerek Rutherford tren istasyonuna: ~ 7dk
Rutherford'tan Hoboken'a tren: ~25 dk
Hoboken'dan Hafif rayli sistemle ofis: ~20 dk

Yalniz tren saatleri bir garip. 8:19 trenine binersen 9:15 gibi ofiste oluyorum. Bir onceki tren ise 7:44'de. Ona binersem bu sefer 8:30'da ofise variyorum. Arasi yok ama artik engineering bolumunde calisacagim icin calisma saatlerim esnek olacak ;-)

Oglen feribotla Manhattan'daki ofise gececektim. Normalde 15dk.da bir binanin hemen dibinden "water taxi" denilen sari renki feribota binip, 10 dk sonra Wall Street limanina variliyor. 15-20 dk gecti, feribot yok ortalikta. Yarim saat gecti, hala bir sey yok. Olacak is degil. Bir aksilik var belli ki. O sirada sirketten tanidigim bir kac sima limana geldi ve ismi, sekli semali farkli baska bir feribota bindi???

"Nereye gidiyor bu?" diye sordum, "Pier 11" dediler. Orasi neresi, binsem mi derken baktim karsidan water taxi geliyor. "Hah, gecikmis sadece" diye binmedim. Feribot kalkar kalkmaz farkettim ki bizim water taxi donmus baska yone dogru gitmeye baslamis...

Liman ofisine gidip sordum,
- "Pier 11" feribotuna bineceksiniz
demezler mi? Neyse 15 dk sonra gelene bindim ama kek gibi 1 saat beklemis oldum. Isin kotusu, Hong Kong'dan gelen bir arkadas'i da alip Koodo Sushi'ye gidecektik. Ac bilac bekledi cocuklar da. Ama sushi guzeldi :)

Google'dan ve MS maps'ten ofisin adresini verince (30 hudson, jersey city) binanin henuz yapim asamasindaki resimlerini buldum... Demek ki en az 2 senelik bu resimler.

Pazar, Ekim 01, 2006

Yeni Ev Yeni Heyecan

Ne o tasiniyor musunuz, ev mi aldiniz sorularina pesinen cevap verelim: Ikisine de hayir. Biz almadik ama alan arkedeslerimiz var :) Evet, evet Sibel & Ilkay Kazakci cifti yine. Aslinda haber yeni degil. Bezen, Haziran'da bir yazisinda bahsetmisti. Ama, ev alma oyle kolay bir is degil. Boyle bir kac ay suruyor islemleri.

Neyse, Murat Uygur'la Cumartesi sabah, arkadaslarin tasinmasina yardima gittik. Ilkay bir kamyon kiralamis. Iki diger guclu kuvvetli yigit delikanli, Murat Kilic ve Cumhur Hanoglu da gelince kol kuvveti gerektiren kismi halletmek zor olmadi.

Aslina bakarsaniz, hic esya tasirken bu kadar eglendigimi hatirlamiyorum. Evden cikip yaklasik 70mlik bir koridoru kat ettikten sonra esyalari indirebilecegimiz asansore ulasiyorduk. Her zamanki tez canliligi ile Ilkay'in koskoca bir masayi sirtina alip koridorda yalpalaya yalpalaya gidisini gormeliydiniz. Tavanda ne kadar "exit" lambasi varsa soyle bir yokladi, hic birini bos gecmedi :) Donuste, duvarda egrilen bukulen lambalari yerlerine taktik, neyseki pek zarar ziyan yok.

Kazasiz belasiz kamyonu yeni evlerine ulastirdik. U-Haul'dan saat 3e kadar alabilmis kamyonu. Aslinda gunluk kiraladi ama nasil kontratlari varsa, alttaki kucuk yazilarda bir yerlerdeki bir maddeden dolayi ancak o saate kadar alabildi. Neye, sorun olmadi. 3den once bitti isimiz.

Aksam'da Kiliclar ve Uygurlar'la oturmaya gittik. Nutley'de tum evleri yeniden degerlendirmis belediye. Ev vergisi belirlenen degerin %2si. Yani 500,000 dolarlik bir eve yillik 10,000$ vergi oduyorsunuz. Murat zillow.com adinda guzel bir siteden bahsetti. Orda evlerin degerleri, satildiklari miktar, nerlerde ev fiyatlarinin cok yuksek oldugu filan yaziyor.

Bizim 3-4 ay once ayni siteden baktigimiz bir ev vardi. Sahibi Citigroup'da calisan hintli bir vatandas. Acilisi 600,000$'dan yapmis ama biz baktigimizda 550,000$
'a kadar dusmustu. Ilkay 499,000$'a dustugu haberini verdi. zillow.com'a gore evin degeri 478,000$ imis. Son dususlerle nihayet emlak balonu da biraz inmeye basladi. Biz hala bekliyoruz valla.