Çarşamba, Eylül 27, 2006

Tatil Notlari VI - Amsterdam


Bu son tatil notunu simdi yazmassam ordan oraya kosturup dururken tamamen unutacagim. Hazir oralara kadar gitmisken bir gun de Amsterdam'a gitmek istedik. Ben 12 yil once gitmistim Hollanda'ya, o zaman orda okuyan canim arkadasim Elif'i ziyaret etmek icin. Ilk yurtdisi gezimdi ve bayilmistim Hollandaya. Hep aklimdaydi yeniden gitmek. Adil de Amsterdam'i gormek isteyince firsat cikmis oldu. Yine hizli trenle gideriz 1 saatten fazla surmez herhalde diye planlar yaparken gorduk ki Belcikadan Hollandaya hizli tren yok. Hollandanin henuz hizli tren altyapisi bile yokmus, yapiliyormus. Normal trenlere bakalim dedik, ne kadar surebilirdi ki yol di mi ama. Minimum 4.5 saat suruyormus. Donus icin buldugumuz en gec tren - o da aksam 8'de kalkiyordu - tam 8 saatte geliyordu Bruksele mesela. Iki kucucuk ulke arasinin bu kadar surmesine cok sasirdim. Beyhan'cim sagolun arabasini verdi bize oyle olunca, arabayla gitik Amsterdama.

3 saatte gideriz derken otoyolda yanlis yone sapip bunu yaklasik 45 dk gittikten sonra Paris tabelalari karsimiza cikmaya baslayinca ancak farkettik. Bir 45 dk da baslangic noktamiza donmeye harcayinca Amsterdama varisimiz trenle ayni saate denk gelmis oldu:) Park yeri bulana kadar ayrica aci cektikten sonra kapali bir otopark bulup kendimizi sehir meydanina attik sonunda. Dag tas her yer bisiklet ve bisikletlilerle dolu, super bir goruntu. Isvicre'de de bayagi bisikletli gormustuk ama sanirim burasi kadar yaygin bisiklet kullanimi olan baska bir ulke yok Avrupa'da. Hatta meydanda dolasirken gosteri yapmak icin hazirlik yapan bir adamin yanina bisikletli polisler gelip engel oldular.

Paris ve Bruksel'den sonra Amsterdam'da oyle gorecek fazla tarihi yer yok tabi. Vakit kisitli olunca hizlica gezebilelim diye kanal turu aldik. Amsterdam'daki ev sayisi cok yetersizmis, o yuzden tekne-evler oldukca yaygin. Havanin sicak oldugu gunlerin gayet azinlikta oldugu bir yerde surekli su ustunde yasamak zor olsa gerek diye dusunuyorum. O gun gunesliydi sansimiza, bazi evlerin onune sezlonglarini atmis kitap okuyanlar, kestirenler vardi.

Kanal turu sirasinda anlatilanlardan en komik olani kanal boyunca kenarlara cekilen yerden yaklasik 20 cm yuksekligindeki demirler oldu. 10-15 yil oncesine kadar bu demirler yokmus. Ozellikle gece arabalar kenara parkedecekleri zaman kaldirimin bitip bitmedigini goremiyorlarmis ve haftada ortalama 1 araba kanala dusuyormus. Demirler cok pahaliya gelmis ama onlar cekilince arabalar suya dusmekten kurtulmus:))

Marihuana ve bilimum ot kullanimi Hollanda'da serbest. Cevrede bunlarin satildigi cok sayida yer mevcut o yuzden. Cok sayida turist de cekiyormus bu yuzden. Kafelerin cogunda iceri girdiginizde uzatilan liste ot listesi oluyor. Bir de bu tuvaletleri gorduk gezerken. Var mi kullanmak isteyen:))

Oraya kadar gidip de red light districti gormeden olmazdi. Sehir o kadar kucuk ki rastlamamaniz mumkun degil zaten dolasirken. Sehir icin gayet buyuk sayilabilecek bir de Cin mahallesi vardi. Gezdik, dolastik, yedik ictik ve donus yolunu da hesaba katarak geceyarisina kalmadan yola ciktik. Hollanda ve Belcika elektrigi bol ulkelerden sanirim, otoyollar isikli. O kadar hosuma gitti ki bu is sanki hep isikli otoyollarda araba kullanirmisim gibi isigin olmadigi 10-15 km'lik bir yerde yoneticimiz uyuyor mu seklinde soylendim durdum:))

Pazar, Eylül 24, 2006

Haberler, haberler, haberleeeer...

Efendiiim, hizli ve dolu dolu bir hafta gecirdik... Yaz basinda artik Sistem Yoneticiligi yapmak istemedigime ve bir ust seviyeye cikip Muhendislik (Engineering) bolumlerinden birine gecmeye karar vermistim.

Hafta basinda bir sure once gorustugum Mobile Teknoloji bolumunden haber geldi ve hizlica 2 ust duzey yonetici gorustum. Her ikisi de benim icin olumlu gorus vermis, ben de bu bolumde calismak istiyorum diyince, hizlica mudurler birbiri ile gorustu ve 2 hafta sonra yeni bolume gecebilmem icin yesil isik yakildi. Yeni calisacagim bina, Jersey City'de. Araba ile ise gitmem mumkun olabilecek. Hos bir gelisme, bakalim nasil olacak...

Hafta ici, adet oldugu uzere Ingiltere'den gelen bir arkadasla disari cikildi. Bowary street uzerinde bir dolu bardan birine gittik, adini unuttum simdi...

Hos muhabbetler dondu. Ziyarete gelen yazilimci Ingiliz cocugun bilgisayar ile tanisma ve tesaduflerin bir birini kovalamasi ile programciliga gecis hikayesini dinledik. Bu muhabbetler sirasinda, isteyken vakit darligindan pek konusamadiginiz insanlari daha yakindan tanima firsati buluyorsunuz. Yine yazilimci cocuklardan birinin asil egitiminin Arap dili ve tarihi uzerine, arapca bildigi ama devletle calismaktanin icacici gelmemesi ile arayis icindeyken yakin zamanda kendini bilgisayar dunyasinda buldugunu ogrendik. Gayet zeki biri ve iyi programci oldugunu biliyordum, 6-7 sene oncesinde kadar bilgisayarla hic alakasi olmadigini ogrenmek supriz oldu. Her insan bir hikaye...

Hafta ici, 8-9 yil once tanistigimiz, S. Arabistan'daki Turkiye buyukelciliginde calisan diplomat arkadaslarimizdan Ufuk Gokcen ile bir araya geldik. Bu aralar tum dunya liderleri Birlesmis Milletler toplantilari icin New York'ta. Hafta ici programi cok yogundu ama bir aksam bulusup Keen's Chophouse'da nefis bir yemek yedik.

Taa Nisan ayinda yazdigimiz "MSG'nin hatirlattiklari" baslikli yazida bahsetmistik, Queensryche'in Manhattan'daki konserine bilet aldigimizi. Konser oncesi Balkir Unur ile bulusup 58.caddede Broadway ile 8. ave. arasindaki Hint restorani "Baluchi's" e gittik. Bur restorandan Manhattan'da bir kac tane var. Hepsi de harika :)

Konser saat 8'de basladi. Operation Mind Crime 1. albumu, hem soylediler hem de canlandirdilar. Arkadaki dev ekran'da sarkinin sozleri ile senkronize video goruntuleri vardi. Bazen sahnedeki gosteri dev ekrana yansitiliyordu ama gecisler o kadar guzel ki videonun devami saniyorsunuz.

Sahnenin hemen onunde ayakta izleyenlerin bulundugu, yaklasik 1000 kisi kapasiteli bir bolum, onun ardinda daha yuksekte yine o kadar kisiyi alacak bir bolum, arkasinda da 3-4000 kisilik, koltuklu bolum vardi. Gorevliler aralari, gecis yerlerini, merdivenleri surekli kontrol edip acik tuttular. Havadar, gayet guzel bir salondu. Harika bir konser oldu! Gayet memnun ciktik konserden. Tabii izleyecilerin cogunun 30 yas ustu olmasi sasirtici gelmedi :)

Cumartesi de bizde kahvalti edelim dedik. Yine S. Arabistan'dan tanistigimiz, Balkir Unur Connecticut'tan, Fatih Soylu, esi Selma ve 6 aylik bebekleri Omer'le Virginia Beach'den kalkip geldiler. Yillar sonra toplandik. Eski gunleri andik.

Ufuk halen Cidde'de gorevli. Esi, sevgili dostumuz Helena ve artik 6.5 yasina gelen ogullari Haluk Yeni Zelanda'da. Onlari aradik. Haluk ileri derecede Ingilizce, Fransizca, Arapca ve Turkce konusuyor, okuyup yazabiliyor. Ufuk, "biz karistirmasin istedigimizden Ispanyolca'yi yasakladik ama baktik gizli gizli Rosetta Stone'dan calisip ilerletmis onu da" dedi :) Ne hos!

Aksam, New Jersey'de Turklerin en yogun oldugu bolge olan Paterson'daki "Yeni Toros" restoranina gittik. Ardindan da West New York'a gidip turlayalim, hava acik, guzel Manhattan'i seyredelim dedik. Fatih daha once gormemis New York'u. Ozellikle onlar icin hos oldu. Sonrasinda Ufuk'u Manhattan'daki oteline biraktik. Pazar gunu yine yogun bir calisma temposu onu bekliyordu. Balkir'i Connecticut'a, Fatih'leri de Virginia'ya ugurladik. Bir daha kim bilir ne zaman bir araya gelebilecegiz...

Haftanin son gunu sabahi, Sibel ve Ilkay Kazakci ile bulustuk. Yeni evlerine tasiniyorlar yavas yavas. Bizim Ford Explorer SUV ile buyuk parca esyalari tasiyalim diyorduk. TV'yi ve bir kac parca esyayi goturduk. Onlar da Nutley'de diger pek arkadasimizin ev aldigi Cambridge Heights sitesinden ev aldilar. Gayet hos bir ev. Bir ara bir acilis yapicigiz :)

Aksam ise Emine & Murat Uygur'larda bulustuk. Hafta ici is guc yuzunden bir araya gelmek zor oldugu icin Eda Kilic ve Murat Uygur'un dogum gunlerini kutladik. Her zamanki gibi eglenceli, hos bir aksam oldu ve bir hafta sonu da boylece bittiii. Bugun artik yeni bir gun (saat 00:30). Sabah 6.30'da kalkip ise gidecegim, ben kactim.

Perşembe, Eylül 21, 2006

Tatil Notlari V - Paris


Saint-Sulpice, Notre-Dame'dan sonra Paris'deki ikinci buyuk kilise. Cizvit stili kiliseler arasinda ise en buyugu ve en suslu olaniymis. Icerdeki devasa org Avrupa'daki uc "100-stop" orgun bir tanesiymis ve 6700 borudan olusuyormus. Baudelaire ve marquis de Sade burada baptist edilmis, Victor Hugo burada evlenmis. Meydanin cevresinde kucuk, dar ama sevimli sokaklar, sakin cafeler var. Paris'te ev fiyatlarinin en yuksek oldugu yerlerdenmis diye duyduk. Biz oradayken bir Japon televizyon kanali iceride bir dokumanter icin cekim yapiyordu.

Kilisenin onundeki meydanda ufak bir aktivite vardi. Uzun dikdortgen masalar ve masalarin uzerine alci plakalar yerlestirmisler. Plakalar cok sayida parcaya bolunmus, isteyen herkes masalardaki fircalar ve suluboya ile o kucuk bolumlere resim ciziyordu. Neyim eksik, ben de cizdim tabi. Adil cizdigim seye bakip bakip cocugumuz olursa ona resimle ilgili asla birsey ogretmemem gerektigini soyledi - nazar boncugu cizmistim oysa, sanatim anlasilamiyor:))) Kenara koyduklari ziyaretci defterine de bize kalbiniz kadar temiz (cocukken ani defterlerimizdeki yazilar genelde boyle baslardi:)) bu alciyi ayirdiginiz icin tesekkur ederiz konulu birkac sey yazdim:)

Jardin de Luxembourg icin bir nevi acikhava muzesi desek de olur herhalde, cok sayida heykel var. 17. yuzyilda XIII. Louis'nin annesi Marie de Medici icin yapilmis. Su anda Fransiz senatosu kullaniyormus. Bahce cok guzel, rengarenk cicekler var her tarafinda. Tuileries'den daha cok begendim bu bahceyi, daha sicak geldi bana, ortami cok keyifliydi. Yuruyus yapanlar, yemek yiyenler, kitap okuyanlar, guneslenenler...Agaclar altinda cimlere yayilmak icin de ideal bir yer, test ettik:) Kenarlarda tas pinpon masalari vardi.

Pantheon olmadik bir anda karsimiza cikti. Ben o sirada actim, ne yesem derdindeydim. Adil oyle sik acikmaz, ondan daha 4 saat once yedik ya gibi bir cevap gelmesi cok muhtemeldir, ben tekil acikirim genelde. Pantheonun cevresinde dolastik, icine girmeye de yeltendik ama foucault sarkacini o anda goremeyecegimiz, kusura bakmamamiz gibi bir yazi vardi kapida, niyeydi hatirlamiyorum simdi. Ohoo hem yiyecek yok hem sarkac yok pastane aramaya devam edelim en iyisi diyip girmedik. Biraz bilgi edindik ama. XV. Louis hasta yatagindan kalkabilirse Azize Genevieve'nin yikilmis kilisesinin yerine cok daha guzelini yaptiracagina soz vermis. Iyilesince de sozunu tutmus. Nekropolunde Voltaire, Rousseau, Victor Hugo, Emile Zola, Marie Curie gibi pek cok taninmis isim gomuluymus.

Versailles (Versay diye okunuyor) cok guzel, cok begendik, bayildik. Sarayin ve bahcelerinin guzelligine hayran olmamak elde degil. Havasina kaptirdik kendimizi, sonrasinda gordugumuz saraylara hadi canim bu da saray mi diye bakar olduk. O kadar begendigimiz yerde yapacagimizi da yaptik. Ehem...olay soyle gerceklesti. Bahcenin buyuklugunu gorunce hava da cok sicak olunca bahceyi gezmek icin elektrikli golf arabasi benzeri arabalardan kiraladik bir saatligine. Arabalar dort kisilik, iki kisi one iki kisi de arka tarafa bakacak sekilde arkaya oturuyor. Donus yolunda suremizin dolmasina da az kaldigi icin ben arka tarafa oturdum daha rahat fotograf cekebileyim diye. Adil de hem arabayi kullaniyor hem de saga sola bakip orayi da cekelim burayi sakin kacirma gibi yonlendiriyordu beni.

Derken ben oldugum yerde sarsildim, birseye carpmisiz. aninda cevremizden kahkahalar yukseldi, herkes katila katila guluyor. Kizin bir nerdeyse gulmekten yere dusecek... Simdi efenim yolun ortasina en fazla 1m boylarindaki kucuk agaclari dekoratif sekillerde budayarak sira halinde dikmisler. Bizim gibi agzi acik ayran delisi seklinde cevreyi seyredip bir yandan da araba kullanan turistleri hic hesaba katmamislar tabi bunu planlarken. Iste o dizi dizi agaclarin ilkinin ucu arabamizin altindan gorunuyordu. Agacin ustune cikmisiz, bununla da yetinmeyip kokunden cikarmisiz zavalliyi. Yapacak bir sey yok, arabayi da teslim etmemiz icin 3 dk.miz kalmis, yoksa ceza odeyecegiz. Velhasil, saatte en fazla 10 km hiz yapabilen aracimizla olay yerinden kahkahalar arasinda uzaklasmamiz da ayrica gorulesi bir durumdu. Gulme krizleri arasinda arabayi yerine biraktik ve ciktik. Sonraki yarim durup durup olayin komikligine guluyorduk. Etraftan deli bunlar diye bakmislardir herhalde. Sanirim agaccigi tekrar yerine dikmislerdir. Su yandaki resme dikkatlice bakarsaniz, sag tarafta yatik duran marifetimizi gorebilirsiniz...

Lido'ya gittik. Yemek kismini almayip sadece sovu izlemeye gittik. Cok dinamik bir sov. 1.5 saat boyunca surekli hareket var. Kostumler cok guzel, sahne dekorasyonlari cok guzel, koreografi guzel ama danscilar senkronize degil! Inanilir gibi degil ama degil iste. Bu kadar unlu bir sov, nasil oluyor da oluyor hala hayretler icindeyim. Grup danslarinda en cok dikkat ettigim seydir danscilarin hareketlerinin senkronize olup olmadigi. Bunda dikkat etmenize de gerek yok, o kadar goze batiyor ki. Sirf burdan 3 puan kirdik, 7 verdik.

Les Invalides birkac binayi kapsayan bir komplex. Fransiz askeri tarihine yonelik muze, anit, hastane ve yaslilar evinden olusuyor (huzurevi diyesim gelmedi). XIV. Louis yaslanan veya savaslarda yaralanan askerlerinin bakimi icin yaptirmis burayi. Yapim masraflari o anda orduda gorev yapan askerlerin maaslarindan bes yil sureyle zorunlu vergi kesilmesiyle karsilanmis gerci. Fransa'nin savas kahramanlarinin bazilari da burada gomuluymus. Napoleon Bonaparte'in mezari burada.

Ve tabi Eiffel. Alin size fuar icin tasarlanmis bir yapi daha, 1889 fuari icin yapilmis kule. Sirf fuar icin onca para, emek, zaman, malzeme nasil harcaniyormus, hayret etmemek elde degil. Ilk iki kati yuruyerek ciktik, 600 kusur basamak. Her kat arasina kule ile ilgili bilgilerin yer aldigi posterler koymuslar, okuya okuya ciktik. Tam o arada bir de Turk tur grubu geldi, her yerden Turkce sesler geliyordu:) Asagida cok sira yoktu ama ozellikle ust kat oldukca kalabalikti. Sansimiza hava da acikti o gun, manzara cok guzeldi ve netti.

Bahsetmeyi unuttugum yerler kesin kalmistir ama ana noktalar olarak aklimda kalanlar bunlar. Persembe aksami yine trenle Bruksel'e donduk. Benim saatte Pompidou'yu goremedik, suralarda bir yerde olmali, hemen buluruz diye israr etmem sonucu treni kaciriyorduk az daha. Zannettigimden daha uzaktaymis ne yazik ki. Pompidou'yu da goremedik, trene de nefes nefese son anda yetistik. Bir gunluk de Amsterdam gezimiz var, o da yarina kalsin artik:)

Çarşamba, Eylül 20, 2006

Tatil Notlari IV - Paris


Nehir boyunca yururken Notre-Dame de Paris'in oldugu yere geldik. Biz gitigimizde hava karariyordu. Yandaki binalardan birinin tepesine buyuk projektorler koymuslar, gece isil isil oluyor. Distan bile cok guzel bir katedral. O aksam katedralin tarihi ve yapimi ile ilgili bir saatlik projeksiyon gosterisi olacakti, onu izlemeye karar verdik. Beklerken karsidaki cafeden bir Paris krebi deneyiverdik. Muzlu ve nutellali krep gayet guzeldi, aciiiim diye mizmizlanan bana da sus payi olmus oldu:)

Katedralin yapimina 1163de baslanmis ama tamamlanmasi 1345i bulmus. O zamanda bu zamana cesitli degisimler geciren katedralin basina gelmeyen de kalmamis. Fransiz devrimi sirasinda buyuk zarar gormus, yok olma asamasina dahi gelmis. On taraftaki aziz heykellerini krallarinin heykelleri olarak algilayan halk yerle bir etmis hepsini ve diger pekcok seyi. 23 yil suren restorasyon calismalarinin ardindan 1870lerde az daha yaniyormus. 1990li yillarin basinda 10 yil surecek yeni bir genel bakim ve restorasyona girmis Notre-Dame. Anit olceginde yapilan ilk katedralmis ve daha sonra yapilacaklar icin de prototip olmus.

Tuileries bahceleri ordan oraya kosturan bizim gibi turistler icin ideal dinlenme yerleri. Ortadaki havuzun basinda rahat sandalyelere yayilip ister ordekleri ister civardaki yesilligi ister cevredeki tarihi seyredin. Bir de soyle buz gibisinden bir icecek varsa elinizde birazdan yeniden kosturmaya hazir zimba gibi kalkarsiniz yerinizden. Fransa tarihinde de cok onemli yere sahip Tuileries sarayi ve bahceleri. Bunu guzelce anlatan bir yazi buldum, ozetlemek yerine direk linki vereyim, isteyen okusun: iste burda.

Ve tabi ki Louvre! Hakkini vererek gezecekseniz uc gun ayirmaniz lazim denilen muze. Fransiz devrimi sirasinda o da nasibini aliyormus, yaniyormus az daha. Icine giremedik desem e pes der misiniz bize? Valla vakit kalmadi. Nasil olsa tum gunu ayirmamiz gerekecek diyerek son gune birakmistik. Son gun de dur suraya da gidelim, burayi da gorelim hemen Louvre'a gidiyoruz, hazir burdayken suraya da ugramamak olmaz ki derken bir baktik saat 4 oluvermis. O saatten sonra gecmis olsun demek kaliyordu sadece. Ikinci bir Paris gezisine bahane olacak artik napalim.

Saint Germain'e yolumuz ilk olarak Notre-Dame'dan ayrildiktan sonra aksam saat 10.30-11.00 civarlarinda dustu. Civil civildi ortalik. Kafeler, restaurantlar, kitapcilar, antikacilar...Cafelerin acikhavadaki masalarinda yer yoktu nerdeyse. Iceriden disari tasan muzikler, sokakta sarki soyleyenler, saticilar...cok hosumuza gitti. O aksam buldumcuk olup su sokaga da bakalim buraya da girelim derken saatin 12ye geldigini farkedip bu saatte de birsey yenmez ki diyip vazgecmistik yemekten.

Ertesi aksam daha makul bir saatte gidip gozumuze kestirdigimiz bir tanesinde cheese fondu denedik. Ortam peynir cenneti olunca fondu listesi de bir sayfa uzunlugunda geliyor, secene kadar canimiz cikti. Ilk kurbaga bacaklarimizi da o aksam denedik, pek lezzetliydiler. Paris'de oldugumuz sure icinde gidip otutup yemek yedigimiz tek restaurant da orasi oldu. Peynir delisi oldugumuz ve ortalik peynirden gecilmedigi icin diger ogunlerimiz peynir arasi baget, sarap ve tatli(lar) seklinde gecti.

Sacre-Coeur'u ilk Galeries Lafayette'in tepesindeyken gorduk. Hii burasi da neresi boyle diye hayran hayran seyretmistik uzaktan. Beyaz rengiyle pek satafatli duruyor. O zaman onun o meshur Sacre-Coeur oldugunu bilmiyorduk. 19. yuzyilda sehrin en yuksek noktasina, Montmarte tepesine yapilmis kilise. Tepesinden sehir cok guzel gorunuyor. Dikkat ettik ki bu tur yerlerde yukari donerek yukselen merdivenlerden cikiliyor ve genelde cok darlar. Avrupalilar ince tabi, burdaki obez Amerikalilar kesin sikisir kalir o merdivenlerde.

Sacre-Coeur'un tepesindeyken asagida kucuk, trafige kapatilmis, kalabalik, eglenceli gorunen birkac sokak gorduk. Ama Catacombs'e yetisme telasinda oldugumuz icin o bolgeyi hic gezemeden metroya kostuk. Catacombs'a yeralti mezarlari ya da mezarlardan kalanlar da diyebiliriz sanirim. Haftada uc gun, gunde ikiser saat acikmis sadece. Eskiden tas madenleriymis oralar, terkedilmis sonra. Yeraltindaki tuneller de sehrin icindeki hijyenik olmayan, fazla kalabalik ve hastalik yaydigi icin kapatilan cok sayidaki mezarligindan toplanan kemiklerin gelisiguzel konuldugu bir depo olmus. Kim kiminle belli degil yani. 19. yuzyilin baslarinda bu kemikler ve kafataslari duzgunce hatta dekoratif olarak yerlestirilmis ve 1868de ziyaretcilere acilmis. Catacombs'larin oldugu ve ziyaretcilere acik olan kismi cok kucuk aslinda, tunellerin toplam uzunlugu 300 km imis. Bazi metrolardan, kanalizasyon kapaklarindan falan gizli gecitler varmis buralara, o yuzden de siki denetleniyormus tuneller. Kemikler oyle camin arkasinda ya da kapali bir yerde degil, gayet ortadalar. Cikista cantalari da kontrol ediyorlar kemik calmis miyiz acaba diyerek. Cok ilginc bir yerdi. Gorulmeli mi, bence evet.

Pazar, Eylül 17, 2006

Tatil Notlari III - Paris


Bruksel'den Paris'e hizli trenle (Thalys) gittik. Arabayla 4 saat falan suruyormus, tren 1 saat 25 dakikada orda. Hizli gidiyormus hissi de vermiyor hic. Biraz cevreyi seyretme, cafe vagonunda bir kahve derken yol bitiverdi. Bizim sirketten birinin Paris'de arkadasi varmis, o da tatile gitmek uzereymis sansimiza, evini bize kiraladi. Otel arama derdinden kurtulmus olduk boylece. Paris 20 arrondissementa (bolgeye) bolunmus bir sehir, Guillaume'in evi 9. arrondissementda, Poissonniere bolgesinde idi. Giderken Beyhan'dan her arrondissementin ayrintili haritasini gosteren bir kitapcik almistik. Kitapcik en az 35-40 yil once basilmis ama sehirde hicbir sokak adi vs degismedigi icin cok isimize yaradi, heryeri kolayca bulduk onun sayesinde.

Yolda yururken hosumuza giden binalar, kiliseler gordukce hemen yan sokaklara sapip fotograflarini cekiyor sonra yolumuza geri donuyorduk. Yururken hizli ilerlemek cok zor o sehirde, basinizi nereye cevirseniz tarihi bir eser var. 5 dakikalik yol yarim saat surebiliyor bu yuzden:) Genelde 5 katli ve birbirine yapisik olan binalarin stilleri de cok hosumuza gitti. Ara sokaklar orda da cok dar. Her gordugumuz kuleye tirmanip sehri incelerken bircok binanin dikdortgen seklinde oldugunu ve ortasinda acik bir avlu bulundugunu gorduk. Bizim kaldigimiz apartman da oyleydi. Merdivenler ve koridorlar cok dar, asansorler saka gibi oldugu icin camdan tasinma Paris'de de yaygin. Mesela bizim kaldigimiz apartmanda asansorle 2 kisi yukari yine cok samimi olarak cikabiliyor ama zemin kata ancak tek kisi inebiliyordu, yoksa agir geliyormus calismiyormus asansor:) Bir de kilo limiti 225 kg yazmaz mi, hayir insanin aklina kotu kotu seyler geliyor:))

Uzun, dar ve ayni boyda apartmanlardan olusan sokagin etkisi midir bilinmez acaip gurultu geliyordu 5. katta olmamiza ragmen. Gece gecen her araba, konusarak yuruyen her kisi evin icinde gibiydi. Ilk gece kapinin ust kilidini kitlemistik. Sabah actik ciktik, gayet normal. Asagi inip de aksam icin suveter almak gelince aklimiza geri yukari ciktik. Ugras ugras kapi acilmiyor. Sonra fark ettik ki ust taraf kitli. Bizde ise sadece alt kilidin anahtari vardi. Meger biz onceki gece ustu iceriden kitleyince o mekanizmayi devreye sokmusuz. Yine iceriden devre disi birakilmadigi surece kapiyi her cekiste ust de kitlenecekmis. E nerden bilelim ama, evsahibimiz bundan hic bahsetmemisti ki. Kendimizi disari kitlemis olduk boylece:) Guillaume'in cebi var ama bizim Fransizca onun Ingilizce bilmemesi gibi ufak bir de sorun var. Nasil yapsak derken aklimiza sehirde bol miktarda bulunan Turk restaurantlari geldi. Hem Turkce hem Fransica konusan birini daha iyi nerde bulabiliriz, hemen gittik bir tanesine. Sagolsunlar bizim yerimize arayip mesaj biraktilar Guillaume'a, bu sorun da boylece cozulmus oldu. Gece dondugumuzde kapimiz acilmis, ust kilit devre disi birakilmisti:)

Paris yuruyerek gezilecek sehirlerden, tarihi yapilar, sevimli kafeler, ilginc kucuk dukkanlar sikca cikiyor karsiniza. Ben yurumeye bayilirim zaten. Gak dedigimde su guk dedigimde yiyecek bulabileyim yeter ki sabahtan aksama kadar zevkle yururum, gikim cikmaz. Ilk gun metroya sadece gece eve donus icin bindik, butun gun ve aksam yuruyerek dolastik. Sadece 3 gunumuz oldugu icin kalan iki gunde metroyu cok sik kullandik gerci zamandan kazanmak adina. Metro sistemi cok iyi. Her yere metro var. Sik araliklarla geliyor. Gece 1'de bile gayet kalabalik ve sikti metrolar, hic sorun yasamadik.

La Fayette'e cok yakin oldugumuz icin ilk gun turumuza oradan basladik. Haussmann caddesinin uzerine ciktigimizda Galeries La Fayette'i gorduk. Macys'i (34th streetdekini) buyuk sanirdik biz. Galeries La Fayette iki blogu kapliyor, araya sokak giriyor magaza bitmiyor, yetmemis ev dekorasyonu kismini da caddenin karsisinda acmislar. Icine girmek hic aklimizda yoktu aslinda ama en tepede birkac kisi gorunce aa bunun terasi varmis diyip girdik hemen. Iyi ki de girmisiz, duvar ve tavan suslemelerine bayildik. Giderseniz mutlaka icine girin. Ortaya bakan ve kiyafetlerden bos kalan her kosede elinde fotograf makinasi hayran hayran yukariyi seyreden turistler vardi:) Magaza 5-6 katli, cok yuksek degil ama tepesinden bayagi bayagi gorunuyor sehir.

Opera ve civarinda da bayagi zaman gecirdikten sonra yolumuza devam ettik. Hedef Arc de Triomphe (zafer aniti). Arc de Triomphe dunyanin en buyuk zafer aniti. Yapimina 1806'da baslanmis. O zamanki imparator I. Napoleon ordularinin savaslardan zaferle donduklerinde sehre o anitin altindan gecerek girmelerini istemis ama bunu gormeye omru yetmemis. Kral 1821'de olmus, anitsa 1836'da ancak tamamlanabilmis. Duvarlarin ice bakan yuzeylerinde savaslarin ve katilan generallerin isimleri var. Savasta olen generallerin isimlerinin alti cizilmis. Mechul askerin kabri de anitin hemen altinda yer aliyor. 1920 yilinda 1. Dunya Savasinda olen mechul bir asker savasta olen ve 1.5 milyon mechul askerin anisini temsil etmesi amaciyla oraya gomulmus. Mezarin ucundaki mesale o zamandan beri surekli yaniyormus. Her aksam 6.30'da tekrar yakiliyor. Tepesinden aniti cevreleyen caddeler ve alabildigine uzanan sehir cok guzel gorunuyor.

Champs-Elysees icin dunyanin en guzel caddesi diyorlarmis. Ben o kadar iddiali olmayacagim, listemde olup da henuz goremedigim ulkelere ayip olmasin; cok guzel, dolu dolu, isil isil bir cadde diyelim simdilik. Cadddenin bir ucunda arc de triopmhe bir ucunda tuilleres bahceleri ve Louvre var gerci, o anlamda nereyle kiyaslanabilir bilmiyorum. Kaldirimlari cok genis. Restaurant/cafelerin kaldirimlarda da masalari olmasina ragmen hic dar gelmiyor. Designer magazalarinda siralanmis tabi. Yol boyunca siralanan ve asagiya indikce iyice goze carpmaya baslayan agaclar dikdortgen biciminde, ayni boyda budanmis. Hepsi bir ornek. Bana yol boyu magnum dondurmasini cagristirmalari aklimin fikrimin nerde olduguna dair bir ipucu veriyordur herhalde:)

Cuma, Eylül 15, 2006

YE #14 Makarnalar - Ispanakli ve Ricottali Manicotti


Makarnayi cok severim. Hamur isini azaltma karari aldigimizdan beridir pek sik yapmiyoruz gerci evde. Ispanakli ve ricottali manicotti birkac kere denedigim, bence kendini kanitlamis bir tarif. Hazirlamasi cok kolay, goruntusu ve tadi gayet guzel. Tavsiye ederim.

Malzemeler

1 paket donmus ispanak (ben donmusla yaptigim icin boyle yazdim, taze ispanakla da olur pekala, yalniz o zaman ispanaklari minik minik dogramayi ihmal etmeyin)
1 kutu ricotta peyniri (15 oz'luk kutulardan kullandim. Bir postunda lor yerine ricotta kullanilabileceginden bahsetmisti Zinnur, burada da lor kullanilabilir sanirim).
1 yumurta
1/2 kap parmesan peyniri
dovulmus sarmisak (istege bagli)
1 kap kucuk kucuk dogranmis domates (istege bagli)
salca, tuz, karabiber
1 kap rendelenmis mozarella ya da kasar peyniri
8-10 adet manicotti makarna

Yapilisi

Manicottileri diri kalacak sekilde haslayalim. Ispanak, ricotta, yumurta, parmesan peyniri, dovulmus sarmisak, tuz ve karabiberi karistiralim. Haslanmis makarnalarin iclerini peynirli ispanakli karisimla dolduralim. Firin kabina makarnalari dizin. Ustune zevkinize gore baharatlar eklenmis (ben feslegen kullandim) biraz sulandirilmis salca ve kucuk dogranmis domatesden olusan sosu dokun, rendelenmis kasar peynirini serpin, 350F (175C)'lik firinda yarim saate yakin pisirin.

Cektigim fotograflar cok kotu oldu. Makarnayi hazirladiktan sonra disari cikmaya karar verdigimiz icin o aksam dokunulmadi. Ben de resmini tabaktayken cekeyim diye ertesi gune biraktim. Ertesi gune kalan makarna ilk anki kadar hos gorunmuyor tabi ki. Oyle olunca fotograflar rezil cikti.

Perşembe, Eylül 14, 2006

Tatil Notlari II - Bruksel, Brugge


Bruksel icindeki yollar bana biraz dar geldi. Isik yoksa eger sagdan gelenleri onceligi var. Siz ana yolda, onlar yan yolda olsa da bu kural degismiyor. Sagdaki ara sokaklardan cikan biri varsa ona yol vermeniz gerekiyor. Sagdan gelenler de pek bakmadan cikiveriyorlar yola zaten. Isik varsa o belirleyici zaten ama yoksa sag tarafi kollayarak gitmekte fayda var. Biz karsiya gecmeye calisirken tam onumuzde kaza oluyordu az daha bu yuzden. Hem Bruksel'de hem Paris'de Smart kullananlarin sayisi da hic az degil. Cok sevimli bir araba bu yaa, bayildim. Kollarinizi iki yana acin, o kadar iste arabanin boyu:) Patenli trafik polisleri de varmis Brukselin, biz goremedik ama.

Tarihi binalarini koruma cabasi icinde insanlar. O binalari restore edip kullanmayi yeni binalar yapilmasina tercih ediyorlarmis. Hatta eski binalar yikilip yerlerine yeni ve buyuk binalar yapilmaya baslaninca buyuk isyan etmis Bruksel halki. Halkin tepkisi uzerine eski binalara dokunulmaktan vazgecildigi gibi yeni yapilan binalarin bir kismi yikilmis. Brukselde Almanlar azinliktaymis, genelde Fransiz ve Flaman varmis. Guneye gidildikce fransizlar kuzeye gidildikce de flamanlar artiyormus. Belediyeler de fransiz ve flaman. Bizim bulundugumuz bolgede agirlikli olarak Fransizca konusuluyordu. Hatta bu iki belediyenin tam ortasinda kalan bir ev varmis, yarisi bir belediyeye yarisi obur belediyeye air. Herhangi bir is yaptirmalari gerektiginde evsahiplerinin cektigi aciyi tahmin edebiliyorum:))

Meydandaki binalardan birinin yan duvarinda T'Serclaes aniti var. Everard t'Serclaes Belcika'nin kurtulusundan rol oynamis 14. yuzyil halk kahramanlarindan. Pusuya dusurulerek oldurulmus. 1902'de de anisina bu heykel yapilmis. Bronz heykelin kolunu ya da ayakucundaki kopegin burnunu oksamanin sans getirdigine, dilekleri gerceklestirdigine inaniliyor. Haliyle gelen gecen surunuyordu heykele. Hatta biz fotograf cekerken gelen bir kadin gitmek bilmedi, hala surunup duruyordu biz giderken, cok dilegi vardi herhalde:))

Duvarlarini evlerle paylasan kiliseler var. Eskiden bazi kiliseler yoksullarin ev yaparken evlerini kilise duvarina dayamasina izin verirmis. Boylece bir duvari hazir olan bu evler daha ucuza geliyormus. Bizim gorduklerimiz coook ufak evlerdi, su anda cogu dukkan olmus. Evler genelde kucuk zaten. Apartman icleri de oyle. Beyhanin binasinda da daha sonra Paris'de evinde kaldigimiz Guillaume'in binasinda da koridorlar ve asansor acaip kucuktu. Asansorler cok eglendirdi bizi. Buyukce bir cantaniz, bavulunuz vs varsa iki kisi binmeyi unutun, sigmak mumkun degil. Obur turlu de iki kisi gayet samimi olarak ancak sigabiliyor asansore. Asansorlerde 3 kisilik yaziyor ama, ne boyutta 3 kisidir bunlar cok merak ediyorum. Camdan tasinma cok yaygin o yuzden. Monte edilmesi mumkun olan hersey evlerin icinde monte ediliyor bi kere. IKEA bir ihtiyactan dogmus belli ki:)) Tasinma sirasinda kullanilan rayli asansorleri gorene kadar camdan nasil tasinildigini gozumde canlandiramamistim bir turlu. Derken tasinan bir ev gorduk. Rayli sistem itfaiye merivenini andiriyor biraz. Cama dayaniyor ve esyalar raya bagli kare bicimindeki bir duzenegin icine oturtularak yukari gonderiliyor, oradan da iceri cekiliyor. Evden cikarken de bunun tersi uygulaniyor.

Patates kizartmasi cok yeniyor. Sadece bunu satan dukkanlar var, onlerinde de kuyruk:) Hemen her yemegin yaninda da geliyor zaten. Waffle'lari da unutmamak lazim. Her yonden gelen taze waffle kokusuna dayanmak pek zor hakkaten.

Brukselde gorulesi bir diger yapi da Atomium. Atomium, 1958'de Bruksel'de yapilan uluslararasi fuar icin yapilmis. Sadece 6 ay kalmasi planlanmiyormus. Cok populer olunca kalmasina karar verilmis, bir sure sonra atomlari destekleyen ayaklar daha da guclendirilmis. Boyle birkac yapi daha gorduk, fuarlar icin yapilmis ama sonra korunmasina karar verilmis muazzam yapilar. Sadece fuar icin dusunulerek bu kadar zaman, emek ve para harcanmasina hala hayret ediyorum. Yuzeyi paslandigi icin 2004 yilinda kapatilmis ve paslanmaz celikle degistirilerek bu yilin baslarinda tekrar acilmis. Piril piril cok goz aliciydi. Eski yuzey parcalari da isteyenlere hatira olarak satilmis. Su anda pek cok kisinin evini, bahcesini vs susluyormus, bar/cafe dekorasyonlarinda kullaniliyormus o parcalar. Oyle ucuza da gitmemis ama. 2 metrelik ucgen bir yuzeye 1,000 euro falan odenmis.

Japon kulesi ve Cin pavillionu da fuarlarla gelen binalar. Bazi kisimlari Cin'de ve Japonya'da yaptirilip getirilmis. Japon kulesinin yapiminda sadece tahta kullanilmis. Gittigimizde kapanmislardi, iceri giremedik. Kalabalik bir dugun grubu fotograf cektirmeye gelmisti.

Victor Horta Belcikali bir mimar ve Art Nouveau'nun onculerinden sayiliyor. Art Nouveau dogadan ve kadin vucudundan esinlenen bir akim olmus. Demir ve buyuk, asimetrik sekilli cam cok kullanilmis bu akimla yapilan binalarda. 1. Dunya Savasi'nin baslamasi ile birlikte oldukca pahali olan bu akim yerini yavas yavas geometrinin hakim oldugu Art Deco'ya birakmis. Bruksel'de tek gezdigimiz muze Horta'nin muze haline getirilmis evi oldu. Mobilyalarina, kapi kolu elektrik dugmesi gibi aparatlarina kadar kendi tasarlamis Horta. Her yerde bir detay var. Ben ozellikle merdiven korkuluguna hayran kaldim. Iceride fotograf cekmek yasakti, pek birsey cekemedik ne yazik ki. Eski binalarin yikilmasindan Horta binalari da nasibini almis. Mimarin en guzel yapilarindan kabul edilen Maison du Peuple'un yikilmasina tepki cok buyuk olmus.


Brugge

Bir gunumuzu de Brugge'e ayirdik. Dukkanlar aciktir umariz diyerek pazar gunu dustuk yola. Alisveris yapmak gibi bir derdimiz yoktu ama canli bir sehre gitmek daha cazip geliyordu. Malum cogu yer kapali oluyor pazar gunleri. Coook guzel bir sehir. Belcikaya yolunuz duserse mutlaka mutlaka gidin. Bayildik biz. Mimarisi, yesilligi, su kanallari, arnavut kaldirimli sokaklari...acaip sevimli bir yer. Kuzeyin Venedigi olarak kabul ediliyormus Brugge.

Brugge'un de cikolatasi unluymus hemen test ettik. Bilimsel calisiyoruz tabi, oyle bir dukkandan alinanla karar vermiyoruz, birkac yer deneyip sonra not verdik:)) Brugge meydaninda ve ara sokaklarda biraz dolastiktan sonra kanal turu aldik. Dunyanin en kucuk penceresi oldugu soylenen pencereyi gorduk.

Kumdan heykel festivali vardi biz oradayken. Brugge'un tarihcesini konu alan heykeller yapilmis. Kumu dagdan getirmisler o yuzden uzerinde calismasi deniz kumuna oranla daha kolay olmus. Heykellerin cogu buyuk ve ustu kapali bir cadirin icinde yer aliyordu, her an yagabilen yagmur yuzunden herhalde. Belcika'da her an yagmur yagabilir dendigi icin yagmurluklarimizi ve semsiyelerimizi alip gitmistik bu tatile ama hava bizden yana oldu. Ilk 1-2 gun bulutluydu, semsiye gerektirecek kadar yagmur yagmadi hic. Sonrasinda da hep gunes vardi.