Cumartesi, Aralık 30, 2006

World of Warcraft


Bugun Cumartesi, saat sabahin 7si ve ben ayaktayim. En son ne zaman bir Cumartesi bu kadar erken uyandigimi hatirlamiyorum bile. Niye mi? 2 hafta once World of Warcraft oynamaya basladigim gunden beri, hemen her gece en erken 2'ye kadar oyuna takildigim icin vucut alismis herhalde :)

Oyunun turu MMORPG (Massive Multiplayer Online Role Playing Game - Al iste becerebilirsen Turkce karsiligini bul :) Murat Uygur okuyorsa, yorumlara yazar ne demek oldugunu, benden pas!)

En son Turkiye'de dayimi ziyarete gittigimizde, 11 yasindaki kuzenim, Olgu Esmer, gostermisti bana. Oyunu satin alip online sunucular uzerinde oynuyorsunuz. Saniyorum kendi sunucunuzu kurup arkadaslarinizla oynamaniz mumkun yoksa oyunu yazan sirket, Blizzard'a aylik ~15$ gibi bir rakam oduyorsunuz.

Bu oyun sadece basit bir oyun degil, milyarlarca dolarlik eglence endustrisinde onemli bir kalem. "Massive Multiplayer" denmesinin sebebi, milyonlarca insan oynuyor bunu. Cocuklarin oynadigi bir oyun sanmistim ama anne baba cocuk, ailece oynayan insanlarla tanistim oyunda. Dun aksam takim oldugum kisi 57 yasinda bir babaanne! Inanilmaz takinti yapiyor ('addictive') ve oyuncularin da para kazanabildigi bir oyun.

Nasil mi? NPR'da (National Public Radio - Ulusal Halk Radyosu) bir programda bu oyun hakkinda kitap yazan biri ile soylesi yapiyorlarken rastgeldim. "I know a couple of people who makes 6 figure out of this game - Bu oyundan 6haneli (> 100,000$) gelir elde eden bir kac kisi taniyorum" dedi. Nasil yani diyeceksiniz. Once oyunu birazcik anlatayim, sonra aciklamasi daha kolay olacak.

Oncelikle ne tur bir 'karakter' oynamak istediginizi seciyorsunuz. Oyunda, birbirinden nefret eden iki grup var: Alliance and Horde. Mesela benim yarattigim karakter Alliance grubundan Human ("insan"). Yanda gorebileceginiz uzere "Night Elf, Dwarf, gnome" gibi baska secenekler de var. Tabii bu "Alliance", baska secenekler de var.

Sacinizi, basinizi istediginiz hale getirdikten sonra sectiginiz karakterin rolunu, asil fonksiyonunu belirliyorsunuz. Mesela ben Warrior ("Savasci") rolundeyim. Bu rolu secenlerin en onemli ozelligi, 'dayanikli olmalari'. Ileriki safhalarda grup halinde 'akin' yapildiginda savasciya cok onemli bir is dusuyor, rakipleri kendi uzerinde cekip, arkadaslari saldirirken, gogsunu siper edip rakiplerin verdigi zarara karsi dayanabilmek. Karakteri olusturur ve silahlarini secerken onun "tank" gibi olmasi icin defans agirlikli ogeleri secebiliyorsunuz. Iyilestirici (Paladin), sihirbaz (magican), avci (hunter) vs. gibi baska roller de var ve hepsinin guclu ve zayif yonleri var.

Neyse, oyuna 1. seviyeden basliyorsunuz ve cok basit silahlariniz var. Diger oyunculara karsi degil de, normal, canavarlara karsi savasmayi sectiginizi dusunelim. Geliyoruz oyundaki onemli konseptlerden birine... Nasil daha kuvvetli olacaksiniz? Basladiginizda, diyelim 100 puan sagliginiz var. Savasa girdiginizde, canavarlar size zarar veriyor ve sagliginiz dusmeye basliyor. Sifira duserse, bir "ahhhhh" sesi ile ruhunuzu teslim ediyorsunuz.

Yok eger siz galip gelirseniz, 2 sey kazaniyorsunuz: Tecrube (eXPerience) ve o canavar ne 'dusurdu' ise: para, silah, yemek vs. Savasa savasa tecrubenizi arttiriyorsunuz ve belli bir tecrubeye ulasinca seviyeniz artiyor. Her seviye atladiginizda, yeni seviyedeki tecrubeniz sifirlaniyor ve puan toplamaya basliyorsunuz.

Hizli puan kazanmanin yollarindan biri, size verilen "quest" leri (Uygur, Turkcesi neydi? 'odev' diyelim simdilik) tamamlamak. Bu odevleri tamamladiginizda hem yuksek puan aliyorsunuz hem de guzel bir hediye (para, silah, vs.) Seviye atlamak gittikce zorlasiyor. Seviyeniz arttikca, aldiginiz odevlerde guclesiyor, sizin seviyenizde ya da daha yuksek seviyedeki canavarlarla bogusmak durumunda kaliyorsunuz. Genellikle tek basina gitmek imkansizlasiyor ve hep birileri ile takim olup grup halinde savasiyorsunuz.

Iste bu noktada isin icine gercek para giriveriyor. Insanlar, bu canavarlardan dusuveren hediyeleri gercek para karsiliginda e-bay'de satiyor. Simdi, nasil yaaa? niye insanlar bunlara para veriyor diyeceksiniz? O kismi aciklamasi zor. 700$ verip oyunda bulunmasi cok cok ender bir kilici satin aldigindan bahsediyordu bir adam bu NPR'daki programda. Isin ilginc tarafi, bunu satin alan adam saati 6$lik islerde calisan biri. "Beni mutlu etti, mutlu olmak icin yasamiyor muyuz?" diyordu eleman.

Baska? Karakter transferi var. Yani bir oyuncu, baska bir oyuncuya olusturdugu bir karakteri satiyor. Gece gunduz oynadigim halde ben 22. seviyedeyim. Artik bir seviye atlamak bir kac gunluk is ve gittikce zorlasiyor. En ust seviye olan 60a ulasmak aylar aliyor. Arkadaslari ile birlikte oynayan biri, geri kaldiginda kendi kotu hissedip solugu e-bay'de alabiliyor.

Bazen bakiyorsunuz, 10larca kisi var ve bu karakterler 'calisiyorlar'. 'Calismak' kavrami soyle bir sey. Mesela 1.seviyedesiniz. Canavarlarda 1.seviyede ve teker teker saldiriyorlar size, ileriki seviyelerdeki gibi toplanip gelmiyorlar. Dolayisiyla rahatca galip geliyorsunuz ve para biriktirmeye basliyorsunuz.


Bazi girisimci Amerika'lilar, Meksika'dan, Cin'den birilerini oyuncu kiraliyor ve bunlara aylik para oduyorlar. Bu 'caliskan' isciler bikmadan usanmadan siz oldurunce tekrar tekrar oyunun yeniden canlandirdigi canavarlari oldurup para kazaniyor ve sonra onlari kiralayanlara aktariyorlar. Sanal para, gercek paraya donusuyor...

Velhasil, warcraft dunyasi, heyecan dolu yari sanal, yari gercek harika bir fantazi dunyasi... Uykusunu seven hic kimseye tavsiye etmem, ben oyunuma donuyorum :)

[DUZELTME]
Olgu'cum duzeltti, bana oyundan bahsettiginde 11 degil 13 yasinda imis. Ozur diler duzeltirim :)

Perşembe, Aralık 28, 2006

Film: The Wooden Man's Bride

Film yazmamisim ne zamandir. Ha bugun ya yarin derken kaliyor film yazilari. Uzakdogu filmleri ilgimi cekiyor hep. Bu da onlardan. The Wooden Man's Bride (Wu Kui) 1994 yapimi bir film. 1920'lerde Cinin kirsal kesimindeki hayati, gelenekleri, yasam tarzini anlatiyor. Gelenekler cok cok cok onemli, onlara gore ve onlar icin yasiyorlar (tanidik geliyor degil mi). Koylulerden birinin kizi aganin ogluyla evlenecek, torelerin gerektirdigi sekilde kendi evinden alinip deveye bindirilerek gelin gidecegi koye goturulurken haydutlar yollarini kesip gelini kaciriyorlar. Gelini teslim etmekle yukumlu Kui canini tehlikeye atip gidip gelini haydutlarin elinden kurtariyor. Bu arada olayi haber alan damat da gelini kurtarmaya gitmek isterken kendi silahinin patlamasiyla oluyor. Bu durumda gelin kendi koyune donebilir aslinda ama damadin kati kurallari olan annesi dugunun gerceklesmesi icin israr ediyor. Kizin babasinin agaya borcu oldugu icin onlar da karsi cikamiyorlar. Olen oglunun anisina agactan kaba bir heykel yaptirip kizi onunla evlendiriyor ve omrunun sonuna kadar artik oglu yerine gecen bu heykele sadik kalmasini istiyor.

Agactan bir heykelin karisi olmak zorunda kalan Young Mistress (gelinin adi o artik, herkes ona boyle hitap ediyor) defalarca isyan etse de bir ise yaramiyor, kayinvalide boyle yasayacaksin diyor baska bir sey demiyor. Kaciyor ama colun ortasinda birkac evden olusan bu yoksul koyde gidecek hicbir yer yok, yakalaniyor. Bu tur her tesebbusten sonra ustundeki baski biraz daha artiyor. Onu haydutlarin elinden kurtardigi icin odul olarak kendisine ciftlikte is verilen ve kizin umutsuz halini uzaktan izleyip onun icin uzulen Kui ile yakinlasiyor en sonunda. Ama bunun aciga cikmasinin bedelini cok agir oduyor. Sonunu da anlatmayayim artik, belki izlemek isteyen cikar.

O donem Cin kulturunu basariyla anlatan bir film. 7.5/10

Gecenlerde New York Times'da okudugum bir makale geldi aklima filmi seyredince. Cinin kirsal kesimlerinde oglu veya kizi bekar olenlerin onlari baska olulerle evlendirmelerine dair bir yaziydi. Geleneksel Cin inanislarina gore evlenmeden gecen bir omur tamamlanmamis bir omur ve bekar bir erkek, olu de olsa, evli degilse cok mutsuz oluyor. Olumden sonra da yasam olduguna inanildigi icin bu aileler icin kabullenilemiyecek birsey, kendilerini sorumlu hissediyorlar. O yuzden de kizi olmus ailelere para verip evlilige ikna ediyorlar. Sonrasinda tabutlar yan yana konup ciddi ciddi dugun toreni de yapiliyor. Kiz ailelerinin derdi biraz daha baska. Geleneklere gore kizlarin babanin aile agacinda yeri yokmus, kocasinin aile agacinda yer alabiliyormus ancak. Kizlarinin toplumda bir yer edinmesi kaygisini guden aileler kizlari evlenmeden olurse gelin arayan olu erkek ailelerine baslik parasi karisiligi veriyorlarmis kizlarini.

Cin'in tek cocuk politikasi yuzunden kiz cocuk dogacagini anlayan ailelerin cogu aldirmaya basvurdugu icin evlenecek yasta kiz sayisi da ozellikle kirsal kesimde oldukca azalmis. Kacabilen buyuk sehirlere okumak ya da calismak icin kaciyormus zaten. Kalan kizlar da sayilari az oldugu icin cok degerlenmisler, cok pahalilarmis. Gelin tacirleri varmis hatta, kacirdiklari kizlari baska koylerde gelin olarak satiyorlarmis. Yoksul ailelerin ogullari hayattayken gelin bulmalari iyice zor oluyormus yani. Cok cok fakir olanlar da ogullarinin tabutunun yanina gelini temsilen bir dal dikiyorlarmis.

Bu gelenek sadece Cin'e ozgu degilmis aslinda. Dogu Avrupa ulkelerinde, 19. yuzyilda Ingiltere'de de olmus. Cinin kirsal kesimlerinde hala suregelen bir uygulama ama bu. Bunu devam ettiren baska toplum kalmis mi onu da arastiracagim bir ara, merak ettim:)

Pazartesi, Aralık 25, 2006

Olanlar Bitenler


Noeldi yilbasiydi derken tam tatil moduna gectim ben. Herseyden elimi ayagimi cekme modu oluyor bu benim icin. Yayilip film izleyeyim, dergi kitap okuyayim, belki biraz (cok degil ama az) yemek denemesi yapayim, arkadaslarimla takilayim...Bugun tatiliz mesela noel diye. Yarin oburgun ise gidip yine tatil moduma kaldigim yerden devam edecegim ondan sonra:))

Havalar hala cok guzel. Bu hafta da oyle olacakmis. Karsiz noel mi olur diye burun kiviranlar var tabi. Ben memnunum halimden, usumeyi hic ama hic sevmiyorum.

Cuma aksami canim arkadasim Elif'le komsu kasaba East Rutherford'da bara gittik. Daha once de bahsetmistim, Rutherford'da icki satisi var ama bar yok. Kasabamizin merkezinde bir tren istasyonu var. Istasyonun bir yani Rutherford, bir yani East Rutherford:) Tam da kosede Blarneys var. Lokal, hemen herkesin birbirini tanidigi barlardan biriydi. Yemek yemek isteyenler icin restaurant kismi da var. Biz barda zorla da olsa oturacak yer bulduk, ardindan gelsin biralar gitsin martiniler. Yuruyerek geldigimiz icin araba kullanma derdimiz de yoktu, kakara kikiri donduk eve sonrasinda.

Cumartesi Numanlardaydik. Emine'ler de geldi. Kyoko iyice asmis artik, dolma sarmis, nefis olmuslardi koca tencereyi bitirdik resmen. Masaya raki gelince sofor ilan edildim otomatik olarak. Anason kokusuyla aramiz bir turlu duzelmedigi icin raki icemiyorum hala. Icenler 1.5 siseyi devirdiler ama:) Gece ilerleyen saatlerde Numan gece orda kalmamizi teklif etti. Sabah zaten sehre inmem gerekiyordu benim, zaten geceyarisini gecmis, git sabah tekrar gel cok gozumde buyudu, orda kaldik. Fotograf makinamiz takildi kaldi aksam. Bozulduguna kanaat getirmistik ugrasip ugrasip cekme dugmesini kipirdatamayinca. Sabah Adil farketti ki kosede birbombe olusmus, oraya takiliyormus. Haftasonuna ait hic fotografimiz yok bu yuzden.

Sabah Yagmur'la nerdeyse iki aydir hadi diye ayaklandigimiz ama bir turlu yapamadigimiz dim sum etkinligimizi gerceklestirdik. Sonunda:) Dim sum icin tercihim Golden Unicorn oluyor genelde. Yagmurun cinli bir arkadasi Golden Bridge'i onermis, oraya gittik. Yukari ciktik ki bir sira var kapida inanilir gibi degil. Sira sira sandalyeler koymuslar millet elinde numara yazili bir kagit bekliyor. Sandalyeler dolmus ayakta da bayagi insan var. Gozumuz bayagi korkmus bir halde numara veren kizin yanina gittik, iki kisi misiniz hemen gelin diye bizi iceri aldilar, inanamadik. Masalar genelde 6 kisilik oluyor, 3 kisinin oldugu bir masaya oturtulduk. Disarida bekleyenler kalabalik gruplarmis. Koca salonda Uzakdogulu olmayan cok az kisi vardi. Minik el arabalari icinde servis ediliyor yemekler, bakip begenip aliyorsunuz. Masanizdaki kagida damga vuruluyor aldiginiz her tabak icin, cikarken de ona gore hesaplaniyor ucret. El arabalariyla dolasan kadinlar Ingilice bilmiyordu yalniz, neyin ne oldugunu anlayana kadar canimiz cikti. Arada anlamadigimiz seylerden de aldik tabi denemek adina. Tika basa doyduk ama off supermis bunlar diyemedik yedigimiz hicbirseye. 1-2 yer daha var denemek istedigimiz, ona gore siraya koyacagiz dim sum yerlerini:)

Ahhh, teyze oldum ben yine:)) Sevgili arkadasim Mina ha bugun ha yarin derken Cuma gecesi dogum yaparak Maya'yi katti aramiza. Dim sum cikisi ziyarete gittim nar tanesini. Pek sevimliydi ama fotograf makinamiz sayesinde Maya'nin da hic resmini cekemedim:( Sali sabahi eve cikiyorlar artik oraya gidip cekecegiz.

Pazar, Aralık 24, 2006

Jerome Murat

Bana e-maille gelen asagidaki pandomim gosterisini cok begendim. Tabii bana gelirken gorun bakin Turk gencinin Fransa'daki inanilmaz basarisi filan diye geldi ama sanatci Turk degil, Fransiz'mis. Saniyorum soyadindan dolayi cikiyor karisiklik.

Wikipedia'da baktim, Nepal krali Joachim Murat varmis tarihte mesela. YouTube'da biri de bahsetmis zaten, Murat eski bir Fransiz soyadi imis. Oole iste.

Pazartesi, Aralık 18, 2006

Kis (Oncesi) Piknigi


Havalar muhtesem gidiyor. Benim gibi soguk sevmeyen biri icin bu cok mutluluk verici, ne de olsa bahara bir gun daha yaklasmis ve o gunu buz kesmeden gecirmis oluyoruz:) Son besyuz yilin en sicak Aralik ayini yasamakta oldugumuza dair soylentiler bile var. Bir yandan yasasin bugun de sicak modundayken bir yandan da arkasindan nasil sert bir kis gelecek acaba tedirginligi icindeyiz. Cok gulme aglarsin mentalitesi nasil islemisse icimize artik. Yarin gercege donuyoruz gerci yavastan, 16F birden dusecek hava sicakligi. Hazir hava sicakken tadini cikardik biz de son bir piknikle.

Cumartesi biricik organizatorumuz, sevgili arkadasimiz Gilda geldi. O ugrasip her 2-3 ayda bir organizasyon yapmasa bizim bulusma plani falan yapacagimiz yok topluca. Herkes kendi arkadaslariyla sikca gorusuyor zaten de boyle NY'da calisan Turklerin topunun bir araya gelmesi Gildacigimin hadi demesine bakiyor:)) Emine ve Murat da geldiler guzel bir kahvalti ettik. Alphosun dorduncu gunde hala dusmeyen atesi icin doktora gitmeleri gerektiginden fazla kalamadilar. Biz sohbetimize tam gaz devam ederken daha o sabah aldigi arabasiyla Balkir geldi. Uzuuun suredir hadi ehliyet al artik diye basinin etini yedigimiz Balkircim ehliyeti almakla kalmayip bir de Audi aldi uzerine. Gule gule kullan canimcim:)

Aksama dogru acikma sinyalleri bitmek bilmeyen bir yemek muhabbeti seklinde kendini gosterince Enginar'a gittik yemege. Hos bizim, ozellikle benim, bogaz muhabbeti yapmamiz icin acikmamiz gerekmiyor:) Gittikce daha cok hosuma gidiyor burasi, mezeler gene cok guzeldi. Pide ise superdi. Hala ismini ogrenmedik calisanlarin, ayip oluyor biraz onlar bizi tanidi artik cunku. Bir dahaki sefer icin not edeyim kendime, adlari sorulup ogrenilecek! Yemek sonrasi Gilda ve Balkir ayrildi, biz Eda ve Murati alip Montclair'e Babel'i seyretmeye gittik.

Pazar sabah (daha dogrusu oglen) piknik icin hazirliklarimizi tamamlayip Rutherford parkinda bulustuk. En yakin mangalli park orasi. Yolda vakit kaybetmek istemedigimiz zamanlar icin cok ideal bir secenek oluyor. Ama cok az masa oldugu icin yazin yer bulmak o kadar da kolay olmayabiliyor. Dun bombostu biz gittigimizde piknik masalari. Resimden de goreceginiz gibi ortalik gayet kel. Aaahh yaz dedim yine. Yine de guzel oldu. Biz mangalla ugrasirken biraz ilerimizdeki masaya da bir grup geldi. Onlar tam tesekkullu ciktilar yalniz, testere getirmisler:)) Cok kalin olmayan ama ince de sayilmayacak agac dallarini dakikalarca ugrasip testereyle kestiler ve mangallarini onlarla yaktilar. Azimlerini cok takdir ettik valla.

Pazar, Aralık 17, 2006

Yeni Yil Partisi


Cuma aksami sirletin yilbasi partisi vardi. Tum partilerimiz ayni yerde oluyor bizim. Tam karsimizdaki binanin altinda Ashtons Bar & Restaurant var, takilmis plak gibi her yilbasi partisi icin ordayiz. Yedik ictik, biraz daha yedik biraz daha ictik. Sirkette cok ciddi duran kelli felli adamlarin birkac kadehten sonra nasil sen sakrak konuskan olduklarini gormek cok eglenceli. Hediye dagitimimizi da yaptik her yil oldugu gibi. 2-3 hafta oncesinden cekilis yapiliyor sirkette, herkes kimi cektiyse ona bir hediye aliyor ama paketin uzerine kendi adini yazmiyor. Hediyenizi kimin aldigini bilmiyorsunuz boylece. Erken baslayip erken bitiyor sirket partisi.

Partinin sonlarina dogru bizim gruptakilerle oturmus kakara kikiri muhabbet ederken nargile konusu acildi. Yaklasik 5 dakika sonra taksiye dolusmus Maia'ya giderken bulduk kendimizi. Nargile diyince hep soyle minderler yastiklar rahatca yayilabilecegin bir mekan dusluyorum ama henuz oyle bir yer gormedim New Yorkda ve New Jerseyde. Tahta sandalyelerde oturup nargile icmek hic zevkli degil bence. Ilk kez nargile deneyenlerden Jamie'nin performansi bayagi iyiydi, kirk yillik icici gibiydi hatun valla. Mike yuzunden gulmekten yere dusuyordum ama. Dumani icine cekmis ama sonrasinda ne yapmasi gerektigini bilemeyen bakislari, oksurup durmasi cok guldurdu bizi. Orda uzunca bir sure oturduk, muzige oturdugumuz yerden salinip eslik ettik, ama sahneye yakin oturmus olunca bir sure sonra birbirimize sesimizi duyuracagiz diye bagirip durmaktan yorulduk. Ben boyle biraz fazla bagirmayayim zaten hemen sesim gidiyor. Gece donerken gayet kart bir sese sahiptim:)

Joseph Le Souk'a gitmeyi onerdi. Bu aralar pek hot galiba burasi, Gildaya da bir sonraki partiyi Le Soukda yapalim diye oneriler gelmis, nargile icmeye gittik dedigim bir arkadasim Le Souk'a mi gittiniz diye sordu falan. Joseph daha once de gelmis buraya, yemege gelmis hatta, cok pahaliydi dedi. Minimum bir sise sarap vs actirman zorunluymus, onun da sisesi $200-$300'den falan basliyormus. Ben onun yalancisiyim valla. Gittik acaip kalabalik tabi. Misirli bir yer oldugundan muzikler de oyle. Bir de zenne vardi insanlari gaza getiren. Pek kotu dansediyordu bence ama varligi yetiyor gibiydi milletin cosmasina. Biz de once bir kenarda sonra pistin ortasinda doktuk kurtlarimizi. Ust kata cikip da bakamadim nasil diye, o kalabalikta obur uctaki merdivenler cok ulasilmaz gorunuyordu:) Adilcim sagolsun cikista geldi aldi beni ve Jamie'yi, o saatte jerseye otobus var midir, kimbilir kactadir gibi dertlerden kurtardi bizi. Jamie bize 10 dakika uzakliktaki Clifton'da oturuyor. Manhattanda oturanlar icin hava hos tabi ama biz sehir disindan gelenlerin gece donus problemi var, belli bir saatten sonra otobus ya yok ya da cok seyrek var.

Fotograf makinasini evde unutmusum, resimleri ashtonsin web sayfasindan aldim.

Çarşamba, Aralık 13, 2006

Blogger Beta Tasinma Islerine Devam

Blogger Beta tasindiktan sonra, bir takim degisiklikler yapmamiz gerekti. Hala beta yazilim oldugu icin bazi gariplikleri var. Ornegin Bezen'in kullanici adi gorulmuyor, sadece benim ki var (sag tarafta "Biz" yazan yerde).

Ote yandan yeni blogun Arsiv goruntulemesi cok hos. Sanirim, sizin de hosunuza gidecektir. Arayuzu Turkce'lestirdik bir parca. Her seyi Turkce yapamadik gerci ama eskisinden daha iyi.

'Labels', ya da Turkce'lestirdigim haliyle 'Konular'/'Basliklar' yeni bloggerin bir ozelligi. Yazilari kategorize etmeye yariyor. Tam benim bayilacagim bir ozellik. Bir yandan da ogreniyoruz, acemilik var tabii.

415 tane yazi girmisiz bugune kadar. Dun ve bugun sanirim 4 saate yakin vakit harcadim kategorize etmek icin. Hala, son halini vermis degiliz, dolayisiyla degisiklikler olabilir. Yan tarafa bir goz atip, gormek istediginiz bir konu basligi varsa yaziverin lutfen...

Salı, Aralık 12, 2006

Para para...


Bugun sabah sirkete vardigimizda, beklendigi uzere sirketin tepesindekilerden bir mesaj bulduk telefonlarimizda ve e-maillerde. Bizim sirket Wall Street tarihinin en buyuk yillik karini ederek, yeni bir rekor kirmis yine.

Gecen yil ayni son 3 aylik donemde sirket 1.63 milyar $ kar etmisti, bu yil ise 3.1 milyar $ kar etmis. Sirketin yillik kazanci ~38 milyar $, net kari ise ~9.4 milyar dolar olmus. 3 ay onceki "Zenginin mali..." baslikli yazimda, sirketin kar aciklamasinin ardindan hisse senedinin 155$'a ciktigini yazmistim. Ondan onceki donem ise karliligina ragmen hisse senedinin 139$ a dustugunu yazmistim. Bugun de dustu ama dusmus hali 200$.

Bu seferki dususun sebebi olarak artik ekonominin zirve yapmasi olarak gosteriliyor. Emlak piyasasinin 1 yildir iniste oldugunu yazmistim daha once. Emlak piyasasinin ABD ekonomisinde cok ciddi bir yeri var. Yaklasik %3.5'luk GDP'nin (Gross Domestic Product - bizdeki GSMH, Gayri safi milli hasila galiba) $1'lik bolumunu olusturuyor.

Iyimser borsacilar (bulls) ekonominin 2007'de de iyi gidecegini, issizlik rakamlarinin beklenenden iyi ciktigini ve emlak piyasasi haricinde tum gostergelerin pozitif oldugunu soylerken, daha temkinli ya da karamsar konusanlar (bears), surdurulemez ticaret acigindan ve diger gostergelerden bahsederek 2007'de inise gecilecegini tahmin ediyor.

Daha once bir ekonomi kitabini okuyup cok begendigim Selen Altan kardesimizin hocasi Peter Navarro', bu ikinci grupta su anda. Ben de ayni kanaatteyim ama ne biliyorum da ne konusuyorum sanki? Bekleyip gorecegiz!

Pazartesi, Aralık 11, 2006

Mahkeme kapilarinda surunmek var yaa

Bugun saat 1'de, Jersey City'de mahkemem vardi. Sucum buyuk: 25millik yerde 42'ye cikmisim! Hediyesi ne diye merak ediyorsaniz, azcik sabredeceksiniz...

Efendim, once gaz ve toz bulutu vardi :) Sincik bizim yesil, severek kullandigimiz bir Ford Explorer SUV'miz var. Burda spor araba olarak geciyor (Sport Utility Vehicle), bizim koyde cip derler. Numan abim her gun dunyanin yolunu tepmekten bikip Manhattan'a tasininca ondan ucuza kaptiydik 2.5 sene once.

Arabayi aldigimin ikinci gunuydu. Daha alisamamisiz bile. Otobandan, bizim mahalleye dondum. Gecenin 10u filan. Ilerde isikta yesil azcik bir basmisim gaza. Pat arkamda polis bitiverdi. 25lik yolda 40'la gidiyordun dedi. Yahu zaten otomatik vites, essek kadar motor var. Ben gaza basmasam 25mille gidiyor alet.

Neyse, o zaman East Rutherford'da mahkemeye gidip, savcinin "Sucluyum dersen, puan vermeyecegiz ama para cezasi ikiye katlanacak 250$" teklifini kabul etmistim. Puan olayi cok onemli burda. 8 puanda zaten ehliyetin gidiyor. Bana temizinden 4 puan yazacakti ki sigorta sirketleri primimi arttirip binlerce dolar fazla odetirlerdi. Mahkemeler de bunu biliyor ve herkese ayni muameleyi yapiyor. Bir cesit para makinesi olmuslar yani :)

Gelelim bu seferki cezaya. Asil mahkemem 3 hafta once idi. Ama o gun, senin cezan (ticket) bilgisayara girmemis, diyip bendeki orijinalden bir kopya aldilar (ahhh, ahh salaklik bende :) Sonra da

'makhemeye gelmedin, 10$ ekliyoruz cezana 115$ oldu, 7 Aralik'a kadar odemezsen yakariz cirani"

babinda bir mektup geldi. Haydaa bu ne yaw derken bu sefer mahkeme kagidi geldi.
Tarih 11 Aralik. 115$ odeyecegim bir sey degil de puan yazacak biliyorum. En iyisi mahkemeye gideyim dedim.


Saat 1'de mahkeme salonuna girdim. Icerde 10-15 kisi islemlerini yaptirmis oturuyor. Onumde de 2-3 kisi var. Savci soruyor "Suclu muyum diyeceksin, yoksa sucsuz mu?" (Are you going to plead guilty or not guilty?). Yahu ben sag yaptim, soyle oldu boyle oldu diyene basiyor fircayi.

- "Onu sormadim, cevap ver evet ya da hayir! Sucluyum dersen, bir indirim teklif edebilirim."

Sira bana geldi. "Sucluyum, savci bey kardesim" dedim. "Iyi, otur sen simdi, ben bir abstract'a bakacagim" dedi. Abstract? O ne ki? Herhalde kaydima bakacak...

Yargic geldi, basladi davalar. Bakiyorum, cogunluk hispanik. 3-5 tane siyah ve arap kardesimiz de var. Bir tanesinin durumu kotu. Uyusturucu ile yakalanmis. Daha evvelden de sabikasi var ayni konuda 6 kere. 8 gun hapis yatmis. 5 yil sartli tahliye ve 250$ para cezasi verdi hakim. Klinige tedaviye gitmesi gerektigini ve eger onumuzdeki 5 yilda bir daha yakalanirsa 60 gun (8ini yatmis 52 gun) hapis cezasi yazdi.

Yahu dedim, niye hic beyaz Amerika'li yok? Hani ayrimcilik yapiyorlar desem o da degil. Yanlis yapani durduruyor polis, sonra bilgisayardan bakiyor kimmis neymis plaka diye. Demek ki bu adamlar kurallara uyuyor kardesim...

Neyse saat 3 oldu beni cagirmadi hala. O arada digerlerinin isi bitti. Yargic bir ara verdi. Savci senin abstract'i bekliyoruz dedi. Katip'e sordu, nerde bununki diye. Katip aradi taradi bulamiyor.Kaydolurken orda olan benden aldiklari kopyayi dahi bulamiyor. Savci'ya "yok bu bende kaydolmadi" filan dedi ama savci, yok ben hatirliyorum dedi.

Bu arada, ortalikta Ingilizce konusamayan hispanikler filan var, "abstract'in ne oldugunu bilmeyen var mi?" diye sordu. Ben bir yandan Blackberry'de e-mail yaziyorum sirkettekilere, Times okuyorum filan vakit gecsin diye. Basimi kaldirip, "ben bilmiyorum" dedim.

- "Aaa? Burdan almadin mi ehliyetini, kac yillik ehliyetin var?" diye sordu.

- "5 yillik ve burdan aldim" dedim.

-"E o zaman bilmen lazim. Nedir abstract, var mi bilen peki?" diye sordu oturan digerlerine. Biri

- "Ehliyet sicili" (Driving Record) dedi.

Ben de cikintilik ettim,

- "Ee o zaman ne diye "Driving Record" demiyorlar, abstract'in bir suru anlami var. Matematikte de kullaniliyor, muhendislikte de..." filan dedim.

- "Burda boyle kullaniliyor" dedi.

Ama icinde kalmis 1 dk sonra dondu salak bir cevap verdi:
- "Hem matematikte de bir sorunun tek cozumu yok ki? Daha iyi bir arguman bulman lazim".

- "Tabii, tabii" dedim ama daha da inatlasmayayim, herif birazdan bana indirip yapip yapmayacagini soyleyecek.

Derken iceriye suslu puslu iki hatun ve adam girdi. Biri cikartti fotograf makinesi resim cekmeye basladi. N'oluyor yahu derken, hakim girdi ve bir nikah kiyacagim simdi dedi.

Boolece bir de nikaha sahit olduk. Firsat bu firsat cikarttim makineyi 3-5 resim de ben cektim :) Kizcagiz, "evet " dedikte sonra dondu "cesaretlendirmeniz icin tesekkurler" diye takildi mahkemedekilere. Herhalde dovmezler artik diye alkisladik :)

2 tane siyah hatunun davasi goruldu sonra. Birinin birlikte yasadigi erkek arkadasinin bir cocugu varmis. Cocuk diger kizdan. Bu ikisi pek gecinemiyor anlasilan. Simdiki kiz arkadas, anne icin "Restraint order" cikartmis, 3metreden fazla kendisine yaklasmamasi gerekiyormus. "Benim kapima kadar geldi" diye sikayet etmeye gelmis. Uyari verdiler diger hatuna, bir daha olursa hapse atacagiz dediler...

Saat artik 3:30 olmus. Savci da killandi, gitti icerden benim kayitlari buldu geldi. Hakim'e beni gostererek,

"hemen islemini yapabilir miyiz, kagitlarini kaybetmisler icerde, sabirla saatlerdir bekliyor" dedi.

Velhasil, ciktim hakimin karsisina. Amma ve lakin, savci ile pazarlik etmedik. Haklarimi sayip, sordu hakim:
- "Suclu oldugunu kabul ediyor musun?"
- "Evet!"

Sonra, kendime savunabilecegimi, bir avukat tutabilecegimi filan saydi doktu, ve sordu:
- "Nedir kararin?"
- "Kendimi temsil edecegim"

Efendim, devam etti hakim bey: Daha onceden boyle bir suc islememisim (anaa n'oldu bir onceki hiz cezasi?).
- "Savci indirim istiyor mu?"
- "Istiyorum, para cezasina cevirelim" dedi savci.
- "100$ ceza, 33 dolar mahkeme ucreti, 6 dolar bilmem ne, 250$ surcharge, toplam 389$"

Yahu 250$ surcharge neyin nesi diye sormak istiyorum ama zaten "insaat bolgesinde" yemisim cezayi, baksalar yaziyor orda ve bu yuzden odememi 2 katina cikartmalari lazim, gormemisler, bosver kurcalama di mi?

- "Kabul ediyorum" dedim.
- "Ne zaman odeyebilirsin, su anda odemek sitemezsen, makul bir sure, mesela bir ay oteye atabilirim, 25 gun icinde de itiraz edebilirsin" dedi.
- "Bugun odeyecegim" dedim ve bitti isim. Ciktigimda saat 4 olmustu. Bu saatte ise gitsem, 8'den once cikamam. Nargileci Jamal beni bekler, benim elim Paterson yolunu tutaaar...

Arkadas olabilel miyiz?

Yuce insan Numan abim, bizi Netflix'de arkadaslar bolumune ekledi gecenlerde. Guzel bir olaymis. Simdi biribirimiz istedigi DVD'leri gorebiliyoruz. Bugun Bezen, "bizim netflix e-mailimiz ne?" diye sorunca (kac tane e-mailiniz var diye sormayin, hic acmayalim o konuyu; kocaman bir excel sheetinde tutuyorum listeyi) dedim ki bizi eklemek isteyen dostlara bi guzellik yapayim:

Bizi eklemek isteyenler icin linkimiz budur! Eklemek isteyenlere duyurulur....

Blogger Beta'ya gectik...


Bizde davetiyeyi geri cevirmek yok! Blogger'cum bugun bize "isterseniz sizi yeni blogger'a alalim" diyince, e peki dedi. Iyi bir halt mi ettik gorecegiz. Eger gariplikler gorurseniz, lutfen haber verin, olur mu?

Pazar, Aralık 10, 2006

Bada Bing


Bu haftasonu paso birseyler izledik. Cuma aksamustu Eda baslatti email trafigini: Blood Diamond'a gitmek isteyenler? Parmaklar havada. Ben Persembe gecesinden beri pide sayiklamakta oldugum icin aksamin yemek menusu pide olarak ilan ettim, suc ortaklarim dunden razi kimseden itiraz gelmedi. Pideleri goturduk, saraplarimizi yudumlayip mayistik ve sarinip sarmalanip sinemanin yolunu tuttuk. Havalar simdilik orta karar gidiyor, dondurucu soguklar henuz gelmedi ama cuma gunu cok soguktu. Nisan cabuk gelsin noolur.

Cumartesi oglene dogru lutfen uyandik, ne uyumusuz yaw. Cocuklu arkadaslarimizin tavsiyesiyle henuz firsat varken bulduk mu uyuyoruz valla:) Gozumuzu Sopranos diyerek actik. Adil Sopranos'un 6. sezonunun DVD'sini almisti. Iki kisma ayirmislar bu sefer, ikinci kismin DVD'si henuz yok meydanda:( Ilk kisimda 12 bolum var. Persembe gecesi nerdeyse 1.30a kadar oturup 3 bolum seyretmis ve cuma sabahi surunmustuk ise giderken. Birakilmiyor ki ama, bagimlilik yapiyor resmen. Cumartesi Adil DVD'yle beraber gelen Bada Bing tisortunu giydi, bir heves kaldigimiz yerden devam edip 5 bolum daha seyrettik. Bana kalsa bitirirdik kalanlari da, Adil aciktigimizi hatirlatip zor kaldirdi beni ekran basindan. Oglen kalkinca aksam oluvermis tabi. Cikip yemek yedik, nargile sefasi yapip haftanin ikinci filmine, Apocalypto'a kosturduk.

Bugun Adili kandirip (hic zor olmadi:)) tekrar Sopranosun karsisina oturttum. Kalan 4 bolumu de izleyip ilk kismi tamamladik, ohh be rahatladik. Bundan sonra soyle olur boyle olur diye bilimum spekulasyon uretmis durumdayiz, bakalim tutturabilecek miyiz.

Gelelim filmlere:

Film: Blood Diamond

Leonardo DiCaprio birbirinden iyi filmlerde rol aliyor son zamanlarda. Cok iyi rol yapiyor. Bu filmde de harika. Aksanli konusmasina hayran olduk. Yer Sierra Leone, 1990'larin sonlari. Ulke sefaletten, fakirlikten kiriliyor. Ic savas tam gaz suruyor. Isyancilar kacak elmas satisindan buyuk kar elde ediyor. Askerler isyancilara karsi oldukca gucsuz bir konumda, birsey yapamiyorlar. Isyancilar koyleri, sehirleri basip calisabilecek durumdaki erkekleri elmas madenlerine, kucuk erkek cocuklarini askere almak icin esir ediyor. Kalanlar da ya olduruluyor ya da yonetime oy veren elleri kesiliyor. Esir edilip zorla madende calistirilan, bu arada kanli elmas olarak adlandirilan buyuk bir elmas bulup bunu ailesine kavusmak icin kullanmayi dusunen Sierra Leone'li Solomonla bu elmasi yeni bir baslangic firsati olarak goren hirsli, cikarci parali asker Danny'nin iliskileri, yolculuklari, kisilik catismalari anlatiliyor. 8/10

Cocuk askerlerin durumu da gozler onune seriliyor bu arada. Cogu ac ve kisiligi oturmamis bu cocuklarin guc, gozboyama ve uyusturucu ile ne kadar kisa surede ailesini bile tanimayan acimasiz katillere donusturuldugunu gorunce irkiliyor insan. Cocuklarin dogasinda var acimasizlik, bu konuda beni en cok etkileyen film Lord of the Flies (Sineklerin Tanrisi) idi. Filmi de kitabi da cok guzeldi, cok carpiciydi.

Film: Apocalypto

Maya uygarliginin son zamanlari. Alabildigine yesil ormanda baris icinde huzurla yasayan kendi halinde bir kabile. Bir gece sabaha karsi herkes uyurken kabile saldiriya ugrar, pek cok kisi oldurulur, kalanlar esir alinir. Kole olarak satilmak ve tanrilara kurban edilmek uzere sehre goturulen bu esirlerden birinin geride, bir kuyuda, biraktigi ailesini kurtarmak icin kacisi ve onu oldurmek icin pesine dusenlerden kurtulma cabalari. Kacma/kovalama sirasinda etkileyici sahneler var. Kan govdeyi goturuyor biraz haliyle ama guzel bir film, biz begendik. 7.5/10

Perşembe, Aralık 07, 2006

Kitap: 'Tis

'Tis (1999), Daha once bahsettigim "Angela's Ashes" ile 1997 Pulitzer odulunu kazanan Frank McCourt'un 2. kitabi. Ben yaklasik 1 yil once son kitabi "Teacher Man"i okumustum. Bu kitap ilkinin kaldigi yerden, Frank McCourt'un 19 yasinda yeniden ABD'ye donusu ile basliyor ve 1985'de anne ve babasini topraga vermesi ile son buluyor.

Angela's Ashes kitabini aktarirken, Frank'in babasinin, Frank 11 yasinda iken 1941'de para kazanmak icin Ingiltere'ye gittigini ancak alkolik babanin, aclik ve sefaletten surunen, kilise kapilarinda dilenen esine ve cocuklarina para gondermek yerine, barlarda parayi yedigini yazmistim.

Baba, sadece 1 kez onlari gormeye geliyor ama onda da 1 gece kalip ertesi gun kah otostopla, kah yuruyerek, Ingiltere'nin yolunu tutuyor. Kitap'ta babadan bir daha bahsedilmiyordu. Bu kitapta, babanin onlari kaderlerine terkettigi yaziyor.

Frank ABD'ye geldikten sonra, kendisi ile ayni gemideki bir rahip ona yol yordam gosteriyor, is buluyor. Sudan cikmis baliga donen ve her firsatta kendini rezil eden Frank'in banyodan ciktiktan sonra yerdeki paspasi havlu sanip kurulanmasi gibi bir ton komik hikayesi var. Irlanda asilli rahip, kitapta sikca bahsedildigi uzere Irlanda Irkinin bas belasi ickiyi fazla kacirdigi bir gun Frank'e sarkintilik edince, bizim ki kendini disari atiyor ve parklarda uyuyor.

Limerick,'te cektigi eziyelerden sonra Amerika'da yasadiklari hafif kaliyor tabii. Demokrat parti o donem, cogu Irlanda'li "Gemiden cikanlara" destek oluyor. O da bu sayede issiz kalmiyor ama Kore savasi cikinca, gozleri bozukmus, disleri curukmus demeden askere aliyorlar.

Askerliginin cogunu Almanya'da geciriyor. Burda daktilo yazmayi ogreniyor ki sonradan bu cok isine yarayan bir meziyet oluyor. Limanlarda calisiyor, kazandigi uc kurusu ailesine gonderiyor. Bir tavsiye mektubu ile lise mezunu olmamasina ragmen, New York Universitesinde Egitim Fakultesine kaydoluyor ve ogretmen oluyor.

Ogrenciligi esnasinda, herkesin basini cevirip baktigi sarisin "Alberta Small" ile tanisiyor. Alberta, New England'da buyukannesi tarafindan yetistirilmis bir protestan (bizimki Katolik tabii ki). Baslarda Alberta'nin kendisi ile ilgilenmesi bile buyuk bir olay iken, belkide cocuklugundan kalma "gariplikleri" hayatinin bu bolumunde onun tam bir yetiskin gibi davranmasini engelliyor. Iliskileri bir iyi bir kotu, ayrilip barismalarla geciyor. Alberta evlilik lafini actiginda Frank kaciyor ama onsuz kalinca da yeniden bir araya gelmekten baska bir sey gormuyor gozu. Bu arada ara ara, barlara takiliyor, babasi gibi alkolun etkisinde Alberta'yi ihmal ediyor, bulusmalarina gitmiyor ya da kor kutuk sarhos gidiyor...

Daha once bahsetmistim, bu sirketteki ilk patronum Irlanda'li. O da Limerick'ten. Birayi sevmesi, kiz arkadasinin evlilik lafini duyar duymaz "na na na na naa naaa" diye tavana bakmasi filan geldi aklima kitabin bu bolumlerini okurken.

Kitap 37 yillik bir donemi kapsiyor ve kimi yerler boluk borcuk, kopuk kopuk anlatiliyor. Kardeslerinin tumu ve sonra da annesi Amerika'ya gelip yerlesiyor. Ilk kitabinda, anneannelerinin Frank 14-15 yaslarinda iken evden atildiklari gun, onlari kuzenlerinin evine goturdugunu ve yagmurda sirilsiklam islanip zaturreden oldugunu yaziyordu. Frank bu donemde etrafinda olan bitenin farkinda ve annesinin, evsahipleri ile ayni yatagi paylasmasini kendine yediremeyip evden ayrildigini ogreniyorduk.

Belki hayati boyunca bunu unutamiyor Frank ve icin icin annesine kiziyor. Aralarindaki iliski sicak-soguk, tarifi zor. Babaannesi hastalandiginda, Frank kucuk kardesi ile Irlanda'nin yolunu tutuyor ve Belfast'ta babalarini goruyor. Baba ayni baba. Annelerinin ahlaksizligindan dem vuruyor ama kendi alkolikliginin yarattigi rezaleti gormemezlikten geliyor. Babasini seviyor Frank ama cocuklugunda hastanede iken bir kere kendisine sarildigini hep aklinda tutuyor ve sabah sogukta kalkip babasi ile ocagi yaktigi, cayi koydugu gunlerdeki o kisacik zaman dilimini bile ozluyor. Onun hatirina bir kac kere Belfast'a gidiyor, babasinin kendisini tanimamasini bile icine sindiriyor.

Bir ara, guya artik icki icmeyen baba, Amerika'ya geliyor ve anne ile yeniden birlesmeyi teklif ediyor. Yaslilik ve yalnizliktan bikmis anne, buna sicak bakiyor ama baba ilk firsatta eve kor kutuk sarhos gelince, bu umutta yok oluyor. 1984'de babalarini ondan kisa bir sure sonrada annelerini kaybediyorlar.

Annelerinin cenazesini anlatiyor uzun uzun Frank. Nasil cenazenin basinda olenin ardindan onun sevdigi ve nefret ettigi (cunku oldugunu bilmenin en kesin yolu bu diyor) sarkilari soyluyorlar. Goz yasi dokmek yerine kadehlerin kaldirilip, sarkilarin soylendigi bu rituel anlasilmaz geliyor disaridan bakanlara elbette. Anne, Irlanda'da gomulmek istedigini vasiyet ettiginde, "senin kilonda birini burdan oraya gondermek bir servete malolur" diyor Frank. "O zaman, kucultun" diyor annesi. Kotu gorunumlu, bulabildikleri en ucuz tabuta koyuyorlar annelerini cenaze gunu. Sonra da yakiliyor ve kullerini bir kac yil sonra Irlanda'da gomuyorlar.

Hikayelerin bir kismi 1. ve 3. kitapla ortusuyor. Ama 3. kitapta bu kitapta pek gecmeyen askerlik, ogrencilik ve ogretmenlik anilarini da aktariyordu. Kitapta Frank McCourt, butun ciplakligi ve ezikligi ile cikiyor karsimiza yine. Kitap karmasik duygular uyandirdi, ara ara "babanin halini gordun, nasil ayni duruma dusebiliyorsun "dedim. Evliliginden bir cocugu oluyor ama sonrasinda 3. kitaptan biliyoruz ki bosaniyor (su anda 3. karisi ile yasiyor hala). Belki kimsenin cesaret edemeyecegi bir ciplaklikla anlatiyor kendini. Sadece bunun icin bile olsa takdir etmek gerek.

Zaman yok anacim...

Bugun oturup gecen hafta bitirdigim `Tis kitabini yazacaktim. Amma ve lakin, acil bir is cikti; sirkete baglanip calismam gerekti. Saate bakiyorum, gece yarisini gecmisiz. Yazi, sonraya kaldi.

Ama Figen'in "New York restoranlarinda doymus yag kullaniminin yasaklanmasi konusundaki yazisini okuyup bilgileniniz! Bu aksam NPR'da (National Public Radio - Ulusal halk radyosu) bu konu tartisiliyordu. Bir taraf, "devlete her seye burnunu soktugu gibi buna da el atti. Bundan sonrasi ne, hamburger yasak, sunu yiyebilirsin, bunu yiyemezsin mi diyecekler?" diye soruyor.
Diger taraf, "devlet zaten ciftciye yaptigi supvansiyonlarla etin sebzeden daha ucuz olmasini sagliyor, dolayisiyla salata yerine hamburgeri tesvik etmis oluyor. Sigara konusunda oldugu gibi devlet her isi agirdan aldigi icin is eyaletlere dusuyor ve New York'u tebrik etmek gerek bu isi baslattigi icin" diyor.

Bence de olmasin tabii. Kim karsi cikiyor diye bakarsaniz, daha cok restoran sahipleri elbette. "Sigara cevreye de zarar veriyor, oysa yediginiz sadece size zarar veriyor" gibi argumanlar ve "sagliksiz beslenmenin ulke genelinde saglik harcamalarini arttirdigi, restorana giden birinin onune gelen yiyecekte kendisine zararlar doymus yaglar olup olmadigini bilmesinin mumkun olmadigi, dolayisiyla devletin restoranlarda doymus yag kullanilmasini yasaklamasinin tek cozum oldugu" gibi argumanlar geliyor.

Velhasil, okuyunuz, ogreniniz. Herseyin basi saglik (bunu yazan 3 aydir her gun nargile icmeye Paterson'a gidiyor. Derhal Nargile'nin saglik uzerine etkisi arastirilacak!).

Salı, Aralık 05, 2006

Temel Egitim uzerine sorular...

METU_NA_Discussion listesinde hafta icinde tartisilan konulardan biri, Temel Egitim meselesi idi. Liste uyelerinin cogu Kuzey Amerika'da yasiyor. Tartismali konulardan biri ABD'deki temel egitimin, Turkiye'dekinden daha iyi olup olmadigi. Universite konusunda neredeyse herkes hem fikir, ama 'mahalleli' mekteplerinin, yani siradan devlet okullarinin durumu farkli.

Ankara, Mon Amour adli kitabiyla da taninan, ODTU'lu sevgili Sukran Yigit Hoca'min bir sorusuna cevaben asagidaki yaziyi yazmistim. Turkiye'deki okullarin simdiki durumunu bilmiyorum, ama yaziyi buraya gecersem, belki durumu bilen okuyuculardan bir fikir edinebilirim diye dusundum. Buyrun...
*********************
Sukran Hocam,

Ben mahalle mektebinde yetistim. Eksiklerini gayet iyi biliyorum ancak benim mezun oldugum yil 1988, 16 yil gecmis ustunden.

Okullar ayni midir bilmiyorum. Eminim daha iyidir ama ne kadar daha iyidir?

ODTU'deki izlenimim, yatili okullardan, kolejlerden, anadolu liselerinden, ve Fen Liselerinden (o zaman Ankara, Istanbul, Izmir ve Kayseri'de vardi sadece) gelenlerin bilgi olarak benden kat kat daha iyi olduklari idi.

Trabzon'da Anadolu Lisesi ben ortaokula basladigim yil acildi. Gitmek istedim ama kazansaydim da gondermeye gucu yetmeyecekti ailemin, dolayisiyla sinavina bile giremedim.

Benim lisemde 32 tane ogretmen vardi. Sanirim 3-5i disindan tamami Vakfikebir'li ya da cevre ilcelerdendi. Bunlarin 17si Matematik ogretmeni idi. Sebebi de su, Karadenizli genelde Fen'den anlamaz, sadece matematige kafasi basar, biraz da tarih sever. Dolayisiyla ogretmen olmayi becerenlerin cogu Matematik ogretmenidir. Ogretmenlik zor istir, parasi azdir.

Dolayisiyla, evine, koyune yakin yerde ogretmenlik yapmak ister ki gecinebilsin. Dogudaki zorunlu ogretmenligini bitiren bir sekilde bir politikaci bulur, tayinini yaptirdir. Ote yandan, Ingilizce ogretmeni bulmak zordur. Resim, Muzik ogretmenleri bulunmaz. Ingilizce genelde bos gecer (ha Fransizca ve Almanca da vardi secmeli olarak ama zor diye pek kimse istemezdi). Resim, Muzik, Cografya derslerine tum Liseye tek hoca yetmediginden Matematik hocalari girer. Trabzonspor Efsanesini yaratan memlekette Beden Egitimi dersi verecek Matematik hocasi mi yok. Birbirleri ile yarisirlardi Beden Egitimini kapmak icin. Hele ki lisenin futbol takimini yonetmek varsa isin ucunda...

Ben sansliydim, son iki yilimda, Egitim Fakultesi mezunu ikisi Fizik, biri Biyoloji hocasi 3 genc geldi Vakfikebir'e de biraz 'Fen' ogrenebildim.

Rakamlari tam da hatirlamiyorum ama hepi topu 17/52 Fen sorusu yapabildim ama 37/52 Matematik'in yanina yetti ODTU Insaat'a girebilmem icin. Niye mi insaat? En kolay muhendislik bolumu odur dedikleri icin (ve asil istedigim Bilgisayar bolumune girebilecek kadar iyi olmadigim icin).

Isin bir de dersane boyutu vardi tabii. Sanirim sizden sonraki donemlere denk dusuyor dersanelerin boy gosterdigi yillar. Yukarida bahsettigim okullar kadar buyuk fark yaratan bir guc degildi ders(h)aneler henuz ama kendilerine iyi isim yapmaya baslamislardi. Lisenin en iyi hocalari dersanelerce kapisildi (tum Trabzon'da yasandi ayni sey). Dersane hocaligi iyi para kazanilan bir yer oldugu icin Egitim Fakultelerini bitirmis genc akademisyenleri cekmeye basladilar. OSYM liseler arasindaki kalite farkini, Orta Ogretim Basari puanina 'ayar' cekerek esitlemeye calisti. Benim gibi mahalle mektebinde yetisip, iyi liselerde yetisenlerle yarisabilecek bir egitim alamayan ama okulunda 'parnakla' gosterilen ogrencilerin isine yarayan bir sistemdi. Ama bu 'denge ayari'nin yapilmadi ilk 151 sinavinda herkes hizasina giriyordu...

Itiraf etmem gerekirse, ODTU OSYM'den daha iyi bir is cikartiyordu ogrencileri esitlemek acisindan. Nitekim 151'in ilk sinavinda oynaya ziplaya top ceken 'iyi lise' mezunlari gevserken, bizim gibi mahalleli takimi tum gucuyle asildi derslere. 151'den AA aldiktan sonra 152'nin finalinde, daha onceden topladigim 'bonuslar'a ek olarak garanti olsun diye sadece ilk soruyu cozup, AA'yi garantiledigimi bilere gerisini birakip buyuk spor salonunun onunde basket oynamaya giderken yasadigim heyecan hayatim sonuna kadar unutmayacagim bir anidir.

Cok uzattim... Sorunuza donersek, ortalama egitim var mi Turkiye'de?

Ortalama nedir bilmiyorum ama hep iyi veren yerler ve kotu egitim veren yerler oldu. Simdilerde en guclusu dersaneler, mahalle okullari iyice zayifladi diye duyuyorum. Benim icin sorum yok hocam, cocuguma en iyi egitimi aldiracak param yok ama Turkiye'de de olsam 'iyi egitim' almasini saglayabilecegimi dusunuyorum. Bence onemli olan soru su hocam: Parasi olmayan, eli mecbur cocugunu mahalle okuluna gondermek zorunda olan ne yapsin? Esit egitim hakkini bulamayan cocuk, nasil bir ust seviyeye cikabilecek?

Pazartesi, Aralık 04, 2006

"Vucutlar" Sergisi

"Vucutlar" sergisi "Bodies The Exhibition", aylardir sergileniyor Manhattan Seaport'ta. Serginin bulundugu yer, benim 2 yildir calistigim binadan sadece 2 blok otede ama aylardir bir turlu firsat bulup gezememistik.

Cumartesi, Balkir Unur'u online gorunce, "N'apiyorsun?" diye sordum. "Bodies sergisine, Manhattan'a gitmeyi dusunuyorum" dedi. Serginin bu ay sonunda New York'tan ayrilacagini okudugum icin, bulusup birlikte gitmeyi teklif ettim. Saat 3'de bulusacaktik ama trafik ve Cumartesi tembelligi derken 4'u buldu bulusmamiz.

Sergi binasina dogru giderken, birilerinin sarkilar soyledigini duyduk. Hemen sergi salonunun onunde, kocaman bir Noel agacinin onune dizilmis yaslica "Noel Babalar", eglenceli Noel sarkilari soyluyorlardi. Kalabalikta birden Elif'le Simon'i (Cohn) gordum. elimde fotograf makinesi kostura kostura yanlarina gidip, Simon'in yuzunde patlattim flashi :) Sasirdilar elbette ama asil saskinligi, onlarin da gosteriye geldigini duyunca hep beraber yasadik.

Bu onlarla yasadigimiz ikinci 'buyuk tesaduf'. Ilkini Fethiye'de yasamistik. 2 yil once, Fethiye'ye gitmistik. Tolga Sevinc kardesim bizi aksam yemegi icin koylerin birine goturdu. Adini hatirlamiyorum ama acik havada cardaklarin kuruldugu hos bir mekandi. Tam ne yesek diye bakinirken birden Elif'le Simon'i gorduk. Onlar da Istanbul'da evlenmis, balayi icin Fethiye'ye gelmislerdi. Rutherford'da bizden iki blok otede oturuyorlar, yani sozlessek bu kadar olur, ayni gun ayni saatte, ayni yerdeydik!

Neyse, hep birlikte sergi salonuna yollandik. Sergiyi tarif etmesi hakikaten guc! Resmi sitesindeki resimlere bakarak bir fikir edinebilirsiniz sanirim. Korunmus gercek insan vucutlari kullaniliyor. Gostermek istedikleri bolumu ayiriyor ve asetona batiriyorlar. Bu sayede vucudu sudan arindiriyorlar. Sonra vucudu, havasi alinmis silicon ya da polimerlerle dolu bir bolmeye yerlestiriyorlar .Aseton gaza donusup kaybolurken, onun yerine tum vucut hucrelerini polimer dolduruyor. Sonra bir katalizor ile vucut sertlestirilip sergilenebilecek hale getiriliyor. Okuyup anladigim kadariyla islem boyle bir sey.

Iskeletlerden baslayarak, vucudumuzdaki tum organlari harika bir yaraticilikla sergiliyorlar. Hatta, kimilerinde hastaliklarin yol actigi defarmasyonu da gosteriyorlar saglikli organin yaninda ve gayet iyi bir fikir ediniyorsunuz. Bezen, yillarca icilen sigaranin yarattigi kapkara bir cigerin goruntulendigi salonda onca yil sigara ictigim icin salonda kafami kiracakti :)

Dorder, beser hafta arayla bir bebegin gelisimini gosterdikleri salon cok etkileyici idi. 3 haftalik bebek bir kac santim boyundaydi. 6 aylik bir bebek, hepi topu bir yumruk buyuklugunde iken, 9.aydaki bebek bildigimiz boyutlarina ulasiyor. Son 2 aydaki gelisim olaganustu! Tum gosterilen ornekleri izlememiz, sanirim 2.5 saat surdu. Bu da sanirim "hayatta bir kere gorulmesi gereken" turden bir sergi idi ve bitmeden gorebildigimiz icin gayet mutluyuz!

Pazar, Aralık 03, 2006

Sushi Zamani

Isik hizinda gecen bir haftasonu oldu gene. Cuma gunu isten ayrilan bir arkadasimizin gule gule yemegi vardi. Bizim grupta iki 'buyuk patron' var ve bunlardan biri son derece cekilmez biri oldugu icin yeteeerr diyip ayrilanlarin sayisi hic de az degil. Ben o kisiyle calismadigim icin yatip kalkip sukrediyorum. Michael'in veda yemegi icin yakinlardaki Turk restauranti Sip Sak'i secmis bizimkiler. Eglenceli bir yemek oldu, hunkar begendi deme calismalari yaptik, bayagi ugrastik ama ih iihh soyleyemiyorlar, mumkun degil. Kelime sonlarindaki r harflerini j diye soyluyorlar bir turlu duzelttiremedim. Vazgectik en sonunda. Hatirliyorum patronuma kar dedirtene kadar akla karayi secmistim.Kaj diyip duruyordu. Isin komik yani ingilizcede de ayni okunuslu kelime car. Onu soyleyip kar diyememek nasil oluyor cozemedim. Car gibi diyince soylemeye baslamisti.

Ertesi gun her adi gectiginde yaaa evet onu da gidip gormek lazim dedigimiz ama bir turlu gidemedigimiz BODIES sergisine gittik. Sergi yorumlarini diger ceviz yazacak. Sergi sonrasi guzel bir yemek ve arkadaslarla keyifli bir cay sohbeti nokta koydu Cumartesiye.

Veee bugunun ana aktivitesi: sushiiii:)) Gozlerim parliyor suhsi denince, her daim yiyebilirim. Yanina da sicak sake varsa oohh demeyin keyfime. Baktik en son Nisan'da acikbufe sushi brunch'i yapmisiz, eh dedik ikincinin vakti gelmis de geciyor bile. Elif, Simon, Eda ve Muratla beraber Minado'ya gittik ogle saatlerinde. Gecen sefer o harika yemek sonrasi midemi bozup sefil bir gun gecirmis oldugum icin bu sefer hazirlikliydim. Bos mideyle gitmedim bu defa mesela. Henuz o kadar Japon olamadim herhal, ac karnina cig balik pek yaramiyor bana. Erken kalkip ufak bir kahvalti ettim. Bir de cok abartmadim gecen seferki gibi. Hic sorun olmadi bu sefer. Iki saatten fazla orda oturduktan (esittir yedikten:)) sonra biz kizlar hemen yandaki kore marketi Han Ah Reum'a gitttik. Erkekler de kendi oyuncakcilarina, bilgisayar magazalarina gitmisler.

Han Ah Reum Kore market zinciri. Genelde uzakdogu urunleri satiyor. Sebze ve meyve hem cok taze hem de cogu markete gore cok ucuz. Genis bir balik reyonlari var. Onceden paketlenmis olanlar, buzlar ustune yatirilmis isteginize gore hazirlanmayi bekleyenler, asagidaki akvaryumlarda yuzenler...hepsi var. Urunlerin bir kisminda ingilizce aciklama da yaziyor ama hepsinde degil. O ne bu ne ise yarar su nasil yenir diye bakinirlen zaman akip gidiveriyor iceride. Donmus bir tatli bulduk mesela, denesek mi nasil pisiyor ki bu derken orda calisanlardan birine sorduk bize okur musunuz diye. Kiz da okuyamam, ben koreliyim burda cince yaziyor dedi:) Cok yakin olmadigi icin 2-3 ayda bir gittigim bir yer orasi. Her gittigimde deneyecek bir sey buluyorum. Bu sefer de Aloe aldik. Nasil yenir, ne yapilir bilmiyorum ama internet sagolsun, buluruz nasilsa yapacak birsey, di mi:)

NOT: Adil arkaplanlarla ilgili yazisini yeni linklerle update etti. Ilgilenenlere duyurulur...Bir deeee Vista meraklilari yeni bloguna gozatabilir.