Perşembe, Aralık 07, 2006

Kitap: 'Tis

'Tis (1999), Daha once bahsettigim "Angela's Ashes" ile 1997 Pulitzer odulunu kazanan Frank McCourt'un 2. kitabi. Ben yaklasik 1 yil once son kitabi "Teacher Man"i okumustum. Bu kitap ilkinin kaldigi yerden, Frank McCourt'un 19 yasinda yeniden ABD'ye donusu ile basliyor ve 1985'de anne ve babasini topraga vermesi ile son buluyor.

Angela's Ashes kitabini aktarirken, Frank'in babasinin, Frank 11 yasinda iken 1941'de para kazanmak icin Ingiltere'ye gittigini ancak alkolik babanin, aclik ve sefaletten surunen, kilise kapilarinda dilenen esine ve cocuklarina para gondermek yerine, barlarda parayi yedigini yazmistim.

Baba, sadece 1 kez onlari gormeye geliyor ama onda da 1 gece kalip ertesi gun kah otostopla, kah yuruyerek, Ingiltere'nin yolunu tutuyor. Kitap'ta babadan bir daha bahsedilmiyordu. Bu kitapta, babanin onlari kaderlerine terkettigi yaziyor.

Frank ABD'ye geldikten sonra, kendisi ile ayni gemideki bir rahip ona yol yordam gosteriyor, is buluyor. Sudan cikmis baliga donen ve her firsatta kendini rezil eden Frank'in banyodan ciktiktan sonra yerdeki paspasi havlu sanip kurulanmasi gibi bir ton komik hikayesi var. Irlanda asilli rahip, kitapta sikca bahsedildigi uzere Irlanda Irkinin bas belasi ickiyi fazla kacirdigi bir gun Frank'e sarkintilik edince, bizim ki kendini disari atiyor ve parklarda uyuyor.

Limerick,'te cektigi eziyelerden sonra Amerika'da yasadiklari hafif kaliyor tabii. Demokrat parti o donem, cogu Irlanda'li "Gemiden cikanlara" destek oluyor. O da bu sayede issiz kalmiyor ama Kore savasi cikinca, gozleri bozukmus, disleri curukmus demeden askere aliyorlar.

Askerliginin cogunu Almanya'da geciriyor. Burda daktilo yazmayi ogreniyor ki sonradan bu cok isine yarayan bir meziyet oluyor. Limanlarda calisiyor, kazandigi uc kurusu ailesine gonderiyor. Bir tavsiye mektubu ile lise mezunu olmamasina ragmen, New York Universitesinde Egitim Fakultesine kaydoluyor ve ogretmen oluyor.

Ogrenciligi esnasinda, herkesin basini cevirip baktigi sarisin "Alberta Small" ile tanisiyor. Alberta, New England'da buyukannesi tarafindan yetistirilmis bir protestan (bizimki Katolik tabii ki). Baslarda Alberta'nin kendisi ile ilgilenmesi bile buyuk bir olay iken, belkide cocuklugundan kalma "gariplikleri" hayatinin bu bolumunde onun tam bir yetiskin gibi davranmasini engelliyor. Iliskileri bir iyi bir kotu, ayrilip barismalarla geciyor. Alberta evlilik lafini actiginda Frank kaciyor ama onsuz kalinca da yeniden bir araya gelmekten baska bir sey gormuyor gozu. Bu arada ara ara, barlara takiliyor, babasi gibi alkolun etkisinde Alberta'yi ihmal ediyor, bulusmalarina gitmiyor ya da kor kutuk sarhos gidiyor...

Daha once bahsetmistim, bu sirketteki ilk patronum Irlanda'li. O da Limerick'ten. Birayi sevmesi, kiz arkadasinin evlilik lafini duyar duymaz "na na na na naa naaa" diye tavana bakmasi filan geldi aklima kitabin bu bolumlerini okurken.

Kitap 37 yillik bir donemi kapsiyor ve kimi yerler boluk borcuk, kopuk kopuk anlatiliyor. Kardeslerinin tumu ve sonra da annesi Amerika'ya gelip yerlesiyor. Ilk kitabinda, anneannelerinin Frank 14-15 yaslarinda iken evden atildiklari gun, onlari kuzenlerinin evine goturdugunu ve yagmurda sirilsiklam islanip zaturreden oldugunu yaziyordu. Frank bu donemde etrafinda olan bitenin farkinda ve annesinin, evsahipleri ile ayni yatagi paylasmasini kendine yediremeyip evden ayrildigini ogreniyorduk.

Belki hayati boyunca bunu unutamiyor Frank ve icin icin annesine kiziyor. Aralarindaki iliski sicak-soguk, tarifi zor. Babaannesi hastalandiginda, Frank kucuk kardesi ile Irlanda'nin yolunu tutuyor ve Belfast'ta babalarini goruyor. Baba ayni baba. Annelerinin ahlaksizligindan dem vuruyor ama kendi alkolikliginin yarattigi rezaleti gormemezlikten geliyor. Babasini seviyor Frank ama cocuklugunda hastanede iken bir kere kendisine sarildigini hep aklinda tutuyor ve sabah sogukta kalkip babasi ile ocagi yaktigi, cayi koydugu gunlerdeki o kisacik zaman dilimini bile ozluyor. Onun hatirina bir kac kere Belfast'a gidiyor, babasinin kendisini tanimamasini bile icine sindiriyor.

Bir ara, guya artik icki icmeyen baba, Amerika'ya geliyor ve anne ile yeniden birlesmeyi teklif ediyor. Yaslilik ve yalnizliktan bikmis anne, buna sicak bakiyor ama baba ilk firsatta eve kor kutuk sarhos gelince, bu umutta yok oluyor. 1984'de babalarini ondan kisa bir sure sonrada annelerini kaybediyorlar.

Annelerinin cenazesini anlatiyor uzun uzun Frank. Nasil cenazenin basinda olenin ardindan onun sevdigi ve nefret ettigi (cunku oldugunu bilmenin en kesin yolu bu diyor) sarkilari soyluyorlar. Goz yasi dokmek yerine kadehlerin kaldirilip, sarkilarin soylendigi bu rituel anlasilmaz geliyor disaridan bakanlara elbette. Anne, Irlanda'da gomulmek istedigini vasiyet ettiginde, "senin kilonda birini burdan oraya gondermek bir servete malolur" diyor Frank. "O zaman, kucultun" diyor annesi. Kotu gorunumlu, bulabildikleri en ucuz tabuta koyuyorlar annelerini cenaze gunu. Sonra da yakiliyor ve kullerini bir kac yil sonra Irlanda'da gomuyorlar.

Hikayelerin bir kismi 1. ve 3. kitapla ortusuyor. Ama 3. kitapta bu kitapta pek gecmeyen askerlik, ogrencilik ve ogretmenlik anilarini da aktariyordu. Kitapta Frank McCourt, butun ciplakligi ve ezikligi ile cikiyor karsimiza yine. Kitap karmasik duygular uyandirdi, ara ara "babanin halini gordun, nasil ayni duruma dusebiliyorsun "dedim. Evliliginden bir cocugu oluyor ama sonrasinda 3. kitaptan biliyoruz ki bosaniyor (su anda 3. karisi ile yasiyor hala). Belki kimsenin cesaret edemeyecegi bir ciplaklikla anlatiyor kendini. Sadece bunun icin bile olsa takdir etmek gerek.

Hiç yorum yok: