Pazar, Nisan 30, 2006

Ankaradayiz:))


Eveeet tatilimizin ilk duragi olan Ankaraya dun ogleden sonra vardik. Istanbulda 3 saat ucak bekleyince havaalanindan da birseyler yazma firsatimiz olmustu. Laptop iyi oluyormus boyle durumlar icin, kablosuz internet baglantisi da var havaalaninda, vakit daha kolay geciyor boylece. Havaalaninda annemler karsiladi bizi. Eve donus yolunda o aksam kuzenim Zerenin kina gecesi oldugunu ogrendim. Ben kina gecesini pazar aksami saniyordum megersem cumartesi aksamiymis. Eve geldik, anlatacak cok sey birikmis tabi, sohbet muhabbet derken gitme vakti geliverdi birden. Enginle Adil bizi teyzemlere birakip gittiler.

Hayatimdaki ikinci kina gecesine katilmis oldum boylece. Ilki cocukluk ve genclik yillarimizin uzun bir doneminde beraber buyudugumuz 30 yillik canim arkadasim Elifinkiydi (boyle soyleyince de kendimi cok yasli hissettim birden, bunu silip kendimi 20lerimde sanmaya devam mi etsem acep:))) Bayagi kalabalikti icerisi. Once ufak tefek birseyler yenip kina isine ondan sonra girisilecekti ama planlar biraz degisti, kina biraz daha one alindi. Bebegime bindalli cok yakisti, boyle seyler giydirmek lazim ona arada bence:))

Basta ufak bir telas yasandi, biz de tecrubesiziz tabi bu isler konusunda, neyse ki yoluna girdi hersey. Hem geline hem damada kina yakildi ama hic renk falan cikmadi ellerine, kinayi karanlar kinanin iyi olmadigi konusunda birlesti - dedim ya anlamam zaten, oyle diyorlarsa oyledir:)) Sonra gelindi gelinin aglatilmasi faslina. Ben bunu da anlamis degilim. Insanlar karar vermisler, cok onemli bir sayfa aciyorlar, mutlular coskulular, niye illa aglamasi gerekiyor gelinin?? Niye bak sen evini aileni terkediyorsun mesaji gozune gozune sokuluyor yahu. Hakkaten bilmiyorum bu gelenegin cikis noktasini, biri anlatabilir mi - Ne kadar acikli sarki varsa birbiri ardina soylediler, basariya da ulastilar:)

Sonrasinda eglenceye devam edildi, canimcigimin gozlerinin ici gulmeye basladi yeniden. Gecenin sonunda evin haylaz yaramaz oglu Camur da geldi, biraz da onunla hasret giderdik. Biraz fazla havlayip ustlerine atilip bilmeyeneleri oldukca korkuttugu icin boyle kalabalik organizasyonlarda disarida tutuluyor genis ailemizin biricik kopegi:)

Bugune de oldukca hizli basladik. Ankaraya her gelisimde kardesimle pazar sabahi kardesimle bruncha gidiyoruz mutlaka. Bu sefer Adil ve Balkir Unur de bize katildi. Balkirla son bir aydir gorusemiyorduk onun is yogunlugundan, kismet Ankarayaymis:) Klasik mekanimiz Budakalti ama bu sefer brunch menusu hayal kirikligina ugratti bizi, cesitleri daha oncekilere gore oldukca az bulduk. Budakalti benim cok sevdigim kafelerden biri, yesillikler icinde olmasi ve rahat atmosferi hosuma gidiyor.

Ordan bizim Visnelikteki mezunlar dernegimize gittik, gruba Ilker Eken de dahil oldu bu sefer. Eski anilar yeni olaylar derken aksami da orda ettik nerdeyse. Zerenle Hakanin yeni evlerini gezdik sonrasinda. Aylarca ugrastilar esya secimi ve dekorasyon icin ama cok cici, cok guzel olmus evleri. Hep gulerek hep mutlu oturun orda canlarim, sadece guzel anilariniz olsun. Gecenin son duragi Tunali tarafi oldu. Biz gormeyeli bayagi bir restaurant/cafe acilmis. Nargile icmeye hep Misira gidiyorduk, bu sefer Cafe Kafayı denedik ve cok begendik, tam not verdik.

Bayagi resim de cektik ama Adil onlari nereye aktardi bilmiyorum. Biz iki laptopla geldik, burda da kardesimin bilgisayari var, secenek fazla yani. Bu saatte de hepsini tek tek acip arayamayacagim, Trabzon donusu koyarim resimleri artik.

Yarin sabah (daha dogrusu 6 saat sonra:)) Trabzona hareket ediyor ucagimiz, Cuma gunu donene kadar internet baglantimiz olmayacak. Trabzon izlenimleri haftaya:)

Cumartesi, Nisan 29, 2006

Istanbuldayiz

Istanbula indik. Blackberry calisiyor :) Dun 5 gibi JFK'e vardim. Bezen'le bulusup THY bankosuna gittik ve komiklikler basladi...

Bezen: 'Son duragimiz Ankara, bagajlari Istanbulda alip mi ic hatlara gececegiz, yoksa Ankara'dan direkt mi alacagiz?'

Banko gorevlisi: 'Nereden isterseniz ordan alin, istediginiz yere yapalim'???

Gitmeden bir seyler atistiralim diyorduk. Bezen boarding saatini sordu. 'Coktan basladi, 5:30 da ucak kalkiyor!' Alinca sasirdik.

Bezen: 'Nasil olur? Bakin biletlerde ucak 6da diye yaziyor...'

Banko gorevlisi: "Orda oyle yaziyor da ucak 5:30 da kalkiyor".

Sonra, bu sizinki, bu da sizinki diyip biletlerin icinde oldugu pasaportlari verdi.

Bilette yazan saatten once kalkamazlar diyerek gidip birseyler atistirayim dedim. Bezen de kontrolden gecmeye karar verdi. Ayrildik! Tam ben asansore binerken Bezen seslendi. Meger bizim banko gorevlisi yanlis bileti yanlis pasaporta koyup, Bezen'in pasaportunu bana benimkini de ona vermis :)

Neyse ucak 6'da kalkti. Yemekler geldi. Bezen low_fat istemisti bizimkileri. Kabin sefi geldi, siz diyabetik istemis di mi dedi. 'Evet ondan' dedim, ne demek istedigini anladigim icin. Bezen de yok mok aciklamaya calisiyor 'diyabetik sey' :)

Peki ne geldi dersiniz? Pilav :). Sabah kahvaltisinda da vicik vicik bir hash brown geldi. Hostes hanim sucu Amerikalilara atti, donuste gorecegiz farki...

[Guncelleme 1]
Saat 12:10pm. Havaalaninda Ankara ucagini bekliyoruz. Bezen hanim, kendi mp3 calarina sadece Grisham, Koontz gibi romancilarin kitaplari ile doldurdugunu icin benim iAudio mp2 calarima el koydu. Madonna'nin "Sorry" ve Blackmore' Night'in "25 Years" ina takilmis vaziyette. Ben de kardesime aldigim notebook'la havaalaninin kablosuz baglantisini test ediyorum :)

Biraz once "Beyaz" gecti kapidan. Bezen, "Onu da aradilar, gusel" dedi kiskanc sey iste :) Beyazit ile tanismiyoruz ama agbisi Korkut Ozturk, sevdigim bir agabeyimdir. Ben Arabistan'da Yuksel Insaat Saudia Ltd.'in merkezinde calisirken Yuksel'in o zamanki en buyuk projesini yonetiyordu. Sonra Genel Mudur yardimcisi olup merkeze gelmisti (1998-1999) . Muhabbetimiz de o donemden. Gayet zeki, ayaklari yere basan, hos sohbet biridir. En son, yine Arabistan tayfasindan sevgili Haluk Degirmencioglu agbimin dugununde Cesme'de gorusmustuk 2001'de. Zaman amma hizli geciyor yahu...

Cuma, Nisan 28, 2006

Tatildeyiz...

Bize Turkiye yollari gorundu. Bir saat sonra havaalanina dogru yola cikacagiz, hala toparlaniyoruz. 14 Mayis'a kadar Turkiye'deyiz. 2 haftaya sikistirilacak Ankara, Trabzon, Fethiye planlari var. Trabzon'da internet baglantimiz olur mu bilmiyorum ama diger yerlerde erisimimiz ve vaktimiz oldukca blogumuzu guncelleyecegiz...

Kitap: Surely You're Joking Mr. Feynman

Richard P. Feynman, 1918-1988 yillari arasinda yasamis, 1965'de Nobel odulu almis, 20 yy'in efsanevi fizikcilerinden biri. Kelimenin tam anlamiyla 'Asmis' Ingilizce'de 'larger-than-life' denilen tipten...

"Surely you're Joking Mr. Feynman", Feynman'in cocuklugundan baslayarak basindan gecen bir bir turlu ekzantrik olayi anlattigi, buyuleyici bir kitap. Okudukca, merakiniz artiyor. Feynman'in karakterini, zekasini, analitik dusunce yapisini benimsiyor, olaylara yaklasimindaki durustlugune, problemlere urettigi cozumlere hayran kaliyorsunuz.

Bir once okudugum "The Pleasure of Finding Things Out" ("Bir seyleri cozmenin zevki"?) kitabi Feynman'in bitmez tukenmez yasam oykulerinden kisa secmelerin oldugu bir kitapti. Arada, nano-teknoloji, bilim ve ogretmenlik uzerine verdigi seminerler filan da vardi ama kisaydi, bu cok daha detayli bir kitap.

Feynman, bilim adami olmasinin sebebi olarak babasini gosteriyor. Gecimini uniforma satarak kazanan babasi, daha o dogmadan, "erkek olursa bilim adami olacak" demis ve kucuk yaslardan itibaren ona bilimi, bilimselligi sevdirmis, 'merakli olmayi ve arastirmayi' ogretmis. Feynman hep bir seylerin 'nasil calistigini' anlamaktan zevk alan bir insan olmus.

1939'da MIT'den fizik derecesini, 1942'de de Princeton'dan PHD'sini almis. MIT'i cok sevmis ama hocalari 'git baska yerleri de gor' demisler. 'Princeton'daki labaratuvari gordugumde, buranin tam benlik oldugunu anladim. Her sey her yerde idi. Tam benim evdimdeki labaratuvar gibi. Her seyi sifirdan kurmak gerekiyordu, o yuzden ne buranin laboratuvarlarindan yetisenler hep cok iyi oluyordu" diyor.

Princeton'da arastirma gorevlisi iken, daha 23 yasinda sayili fizik teorisyenleri arasinda gosteriliyormus. Los Alamos'ta Atom Bombasinin gelistirilmesi calismalarina katilmis. Askerlerin nasil ciddi, kuralci olduklarini dusunun ve bir de savas ortami oldugunu hesap edin. Ortam oyle iken Feynman ele avuca sigmaz kisiligi ile ortaligi epey bir karistirmis. Kasa acma merakina kapilmis ve en gizli belgelerin tutuldugu tutuldugu dolaplarin, kasalari sifrelerini kirmasi ile un yapmis. Geceleri ormanda davul calip dans etmeye baslamis. Sesleri duyup, uzaktan gorenler "kizilderililerden birinin ayin yaptigini" sanmis...

Bir gun donemin unlu fizikcilerinden biri olan Niels Bohr Feynman'i cagirip birebir tartismaya baslamis. Sonradan anlasilmis ki, Niels cok taninan, cok saygi duyulan, her dedigi dogru kabul edilen biri oldugu icin, fikirlerini tartisacak birilerine ihtiyac duymus. Feynman da konu fizik olunca babasini tanimayan "delisin, hayatta oyle olmaz o" gibi korkusuz cikislari ile bilinen genc biri oldugu icin, Niels onunla tartismak ve aciklarini bulmak istemismis.

Zaten daha ilk sunumuna, Einstein dahil 3 tane Nobel odullu profesor gelmis. "Elim ayagim titriyordu, ama sonra konusmaya baslayinca bir sey oldu ve o gunden sonra da hep oldu. Farkettim ki fizik bilimini tartisirken sakinlesiyorum ve aklimda sadece fizik oldugu icin kim varmis, neymis onemi kalmiyor" diye acikliyor.

Dil ogrenmeye merakli biri olarak, once Ispanyol'ca sonra Portekiz'ce ogrenmis. Rio'da 1 yil hocalik yapmis. Anlattigi Rio (insanlarin mutlulugu, sakinligi, plajin hayat uzerindeki etkisi, fakirlik, samba...), gecen Aralik'ta gordugumuz Rio'dan
farkli degil. Orda iken, yine "frigideira" denen bir davulu calmayi ogreniyor. Feynman'in hayatinda hep gordugumuz bir sey oluyor. Feynman inat edip cok calisiyor ve isin erbabi kadar olmasa da oldukca saygin bir yere getiriyor kendini. Bir yandan Fizik Profesoru olarak Rio Universitesinde ders verirken bir yandan da bir samba okulunda davulcu olarak bir grupla Rio Karnavalina hazirlaniyor. Rio'nun 3 buyuk plaji Coba Cabana, Ipanema ve Leblon arasindaki
plajlar yarismasina katiliyor ve kazaniyorlar...

Tum yil sistemi, ogrencileri inceliyor. "Ayni soruyu 2 farkli sekilde soruyorum. Birinde kitaptaki gibi, hemen ezberden cevap veriyorlar, digerinde ortaya bir ornek koyuyorum; o zaman dilleri tutuluyor. Cunku ezberliyorlar ama kafalarinda sekillendiremiyorlar" diyor. Sene sonunda, Rio universitesinde yaptigi etkileyici konusma ile Brezilya'da neden bilim yapilamayacagini ve mevcut sistemde neden bilim adami yetismeyecegini ornekleri ile anlatir. "Ancak yaniliyor olmaliyim, cunku sinifimda 2 ogrenci bu sistemin icinde yetismelerine ragmen benden iyi not aldilar" diye bitirir. Bolum baskaninin kalkip, "sistemde bir bozukluk oldugunu biliyordum ama kangren oldugumuzun farkinda degildim" demesi uzerine cesaretlenen herkes bir seyler soyle, sistemi tartisir.

Sonra 1 ogrenci kalkar ve "Mr. Feynman'in bahsettigi ogrencilerden biri benim, ama ben bu yil geldim buraya; asil egitimim Almanya'dan" der. Sonra digeri kalkar ve "ben de Kanada'dan misafir ogrenci olarak geldim" der. Bolum baskani da "Benim donemimde savas vardi, o yuzden hoca yoktu. Her seyi kitaplara bakip, test ederek ogrendim" der. Bu Feynman'in analitik, probleme teshis koyabilme ozelligine bir ornek aslinda.

Bir ara, sanatci bir arkadasi ile surekli tartistiklarindan bahsediyor. Sonucta, biri birlerine bildiklerini ogretmeye karar veriyorlar. "Ben umutsuz vakaydim, hic bir seyi duzgun cizemezdim" diyor. Ama sonra uzun uzun nasil calistigini, yaraticiligini kullanarak kendini nasil gelistirdigini okuyoruz. "Vatikan'i gezerken 18 tane resim gordum. 2 tanesini begenmedim, digerleri olaganustuydu. Sonra otele gidip, yanima almayi unuttugum guide'dan okudum. Meger 16 tanesi Michelangelo, Da Vinci gibi ustalarin, 2 tanesi de local sanatcilarin resmi imis. O zaman anladim ki, artik iyi sanat ile kotu sanati ayirt edebilecek hale geldim. Artik guzel bir resme bakip, onun guzelligini takdir edebiliyordum ve bu bana cok zevk verdi" diyor.

Feynman'in kitabi ve hayati enterasan hikayelerle dolu. Anlatmakla bitermem mumkun degil, ama okuyan herkesi etkileyecek ve okuyucuya mutlaka bir seyler katacak turden bir kitap. Mutlaka mutlaka okumanizi tavsiye ediyorum!

Salı, Nisan 25, 2006

Yetiskinler Icin Okullar ve Dekupaj


Buralarin en sevdigim yanlarindan biri de yetiskinler icin okullar. Bircok kasabada var, kasabanin buyuk okullarindan birinde oluyor (bizimki civardaki lisede mesela), o bolgeden ve civar kasabalardan basvuru kabul ediyorlar genelde. Bahar, yaz, sonbahar ve kis olmak uzere 4 donem aciliyor. Akliniza gelebilecek her konuda ders var: Spor (basketbol, tenis, yoga, aerobik), dans, piyano, fransizca, finans, hukuk, isaret dili, kopek egitimi, bilgisayar, resim, golf, fotograf, dikis, elisi, tarot...Bazisi toplamda 1 saat, bazisi 10 saat. Secilen konuya gore 1-10 hafta suruyor. Ben bu donem Dekupaj'i sectim. Aksamlari is cikisi haftada 1-2 gun bu tur aktivitelere gitmek bayagi keyifli oluyor ama ne yazik ki baslama saati bana pek uymuyor. Genelde dersler aksam 7'de basliyor, ama benim o saatte burda olmam icin isten erken cikmam gerek, bunu da her donem yapamam. Dekupaj ne zamandir ilgimi cekiyordu ama hic ona ayiracak vaktim olmamisti, bu kurs sayesinde gaza gelip ona da zaman yaratirim belki:))

Pazar, Nisan 23, 2006

Housewarming, Dogumgunu ve 23 Nisan


Haftasonu yine ordan oraya derken hoop bitiverdi. Onumuzdeki haftasonu kismetse Ankara'da olacagiz. Yolculugumuza birkac gun kalmisken yapacak da cok is var aslinda ama yine gezmekten baska islere firsat kalmadi:)) Cuma aksami yemege Ilkay ve Sibele gittim. Sibel'in Kibristan anne ve babasi geldi ziyarete, iki hafta oldu nerdeyse hala hosgeldiniz deme firsatimiz olmamisti. Yemekten sonra sohbet sirasinda Nadide teyze Turkiye'den en cok neyi ozledigimi sordu. Ben de bu siralar acibadem kurabiyesi sayikliyorum. Aa acibadem kurabiyemiz var, biz getirdik dedi:))) Nasil yani? Acibadem kurabiyesi mi var, hem de hemen su anda ve burda mi? Heyecanlandim birden:)) Kibrisin bastic (j ile mi yaziliyor acaba, Sibele sormam lazim) diye bir tatlisi varmis, acibadem kurabiyesi benzeri. Daha yumusak, ustunde de kavrulmus badem parcalari var. Cok guzeldi tadi, sildim supurdum tabi. Tekrar tesekkurlerimi yolluyorum burdan, nasil makbule gecti anlatamam.

Cumartesi sevgili arkadaslarimiz Numan ve Kyoko'nun housewarming partisi vardi. Biz esya tasirken ev de yeni tamamlaniyordu. Esyalar yerlesince cok guzel olmus ev, degismis, ev olmus hakkaten. Haftasonu Manhattanda park yeri bulmak samanlikta igne aramak gibi birsey. Genelde donup dolanip yer bulamayip mecburen ozel otoparklardan birine birakiyoruz arabayi. Bu sefer de biraz dolanip sonra oyle yapalim diyorduk ki cok uzak olmayan bir sokakta yer bulduk. Hatta 2-3 arabalik yer vardi ayni yerde, inanamadik. Boyle kolay bulunan park yerlerinin altindan genelde birsey cikar - ya bilmemne ofisi araclarina aittir, ya durmak/duraklamak yasaktir diyordur, ya da kamyonlara ait bir yerdir falan. Oyle yerlere parkedince de ceza yemeniz coook hizli gerceklesiyor, bir yerlerde saklanip bekliyorlar midir nedir hic kacirmiyorlar:) Sokakta gordugumuz her parking tabelasini birkac kere okuduktan sonra hakikaten bir park yeri bulmus oldugumuza inanip partinin yolunu tuttuk. Kyoko birbirinden guzel Japon mezeleri hazirlamisti gene. Favorimiz tavuktu. Icine koydugunu soyledigi bilimum sostan sadece misoyu biliyorum, digerlerini anlamadim bile:) Han Ah Reum'a (Kore marketi) surukleyecegim Kyoko'yu bir gun, ne nedir nerde kullanilir anlatsin bana.

Bu arada, Istanbul'da Altinoglu Pastanesi diye bir pastane varmis, yerini de soylediler ama tabi ki aklimda degil. Kyokolar Istanbul tatilinden donerken tas seklinde sekerleme ve cikolatalar getirmisler ordan, olaganustuydu. Istanbuldan geleceklerden istenecek diye not dusuldu hemen:) Buraya yaziyorum ki gerektiginde bakayim, iki gune kalmaz pastanenin adini da unuturum nasilsa ben:)) Bir sure unutup da istememek en iyisi, onumuzdeki Turkiye tatili zaten bayagi hasarli olacak kilo acisindan:))))

Bu haftasonu yagmurlu ve serindi hava. Dun sabah kalktigimizda yagiyordu yagmur, bugun ogleden sonra ancak durdu. Yine yagmursuz bir 23 Nisan gecmemis oldu. Ben cocukken de hatirliyorum her 23 Nisan'da yagmur yagardi, mutlaka yagardi. Ilkokuldayken yagmur yagmasini gercekten istedigim bir 23 Nisan'da yagmamisti ama. Hava kapaliydi fakat yagmamisti bir turlu. O yil stadyumdaki 23 Nisan torenlerine biz de katilacaktik. Ben izciydim ve stadyumda toren alaninda Turkiye haritasini olusturma gorevi izcilere verilmisti. O da bence cok sikici bir isti. Ilk basta cikip haritayi olusturup sonra toren sonuna kadar hicbirsey yapmadan kos kos ayakta bekliyorsun. O yuzden yagmur yagsin da toren iptal edilsin istemistim, olmadi tabi:)) Diger cocuklar rengarenk giysileri, ellerinde toplar, seritler vs ordan oraya kosturup dansedip eglenirken biz gri lacivert izci kiyafetlerimizle ayakta dikilmistik saatlerce, cok zevksizdi. Hareket eden bir harita olsaydik fena mi olurdu, bir akdeniz bir karadeniz cizseydik mesela:))

Kabilemizin minik uyelerinden Naz 3 yasina basti gecen hafta. Dogumgunu partisi bugundu. Haftasonumuzun son aktivitesi de Naz'a iyi ki dogduuuun demek oldu. Uzun zamandir gorusemedigimiz arkadaslarimizla da gorusmus olduk bu sayede, cok keyifli oldu.

Perşembe, Nisan 20, 2006

Cicek Bahcesi Macys


Macys'e gittim gecenlerde. Cok sik gittigim bir magaza degil aslinda, icerideki o kalabaliga dayanamiyorum. Oraya magaza demek komik kaciyor biraz, ozellikle Manhattan'da 34. sokakta bir tam blogu kaplayan, 7 katli olani kendi basina bir department store gibi masallah:)) Ama her saat kalabalik, hep kalabalik. Noel/yilbasi zamanlari yaklasirken ve sabah 7'de acilirlarken, hediye almak, o gun almak (hatta vermek) zorunda oldugum icin gitmistim bir sabah 7.30 gibi 34. sokaktaki Macys'e ve o saatte bile bir suru insan vardi alisveris yapan, hatta alisverisini bitirmis kasalarda sira bekleyen...inanamamistim. Tabi burda gecen bu kadar zamandan sonra alisveris cilginligina da alisiyorsunuz, neyse.

Uzun bir giris oldu, konuya gelelim:) Bu aralar Manhattandaysaniz Macys'e bir gidin. Resmen cicek bahcesi olmus. Cooook guzel. Giris katinda her yere cicekler, kucuk agaclar, minik heykelcikler kondurmuslar. Rengarenk icerisi, muhtesem gorunuyor. Benim gibiyseniz etrafi seyretmekten alisveris falan yapamazsiniz ama:)) Keske hep oyle biraksalar orayi, sicacik olmus. Insan neseleniyor, keyfi yerine geliyor, iyice keyifleniyor. Fotograf cekmekten yuruyemiyordu kimse:))

Bu arada ilk kez Macys'in icinde bir tur grubu gordum. Cok eglendim, sasirdim da. 15-20 kisilik bir turist grubu, baslarinda bir rehber, rehberin elinde bir mikrofon, sagda gordugunuz cicek budur solda gordugunuz heykel sudur hikayesi boyledir tarzinda anlatip duruyordu. Gruptakilerde fotograf cekmeye yetismeye calisir bir hal vardi. Bir magazaya neden tur duzenlenir ki, oyle bulunmaz hint kumasi satan bir yer de degil burasi. Turist olmak boyle birsey herhalde:))) Buralara gelip de Macys'i gormeden gitmek olmaz di mi ama:)

Salı, Nisan 18, 2006

Oyun: Kirmizi Kare

Gecenlerde bir yerlerden geldiydi, bugun Dilara'dan da gelince buraya yazayim dedim... Vakit oldurmek icin size bir oyun: http://members.iinet.net.au/~pontipak/redsquare.html

Pazartesi, Nisan 17, 2006

Yoresel Yemekler #9 - Eksili


Bu ayin etkinliginin yoresel yemekler oldugunu gormek cok hosuma gitti, bir suru farkli yemek ogrenebilecegim boylece. Ama yapacak birsey bulmak zor oldu. Yemek kitabi getirmedim buraya, eskiden biriktirdigim sofra dergilerimden getirdigim bir suru tarif var ama onda da sadece tarifleri alip gelmisim, hangi yemek hangi yoreye ait bilmiyorum. Bir de farkli birsey ariyorum tabi, daha once yemedigim birsey olsun diye bakindim durdum. Sonunda eski bir Lezzet dergisi buldum kitapligimda ve o dergiden Erzincan’a ait bir yemek sectim: Eksili. Dergideki olculerle yaziyorum, bu olculer 6 kisilik olarak verilmis.

Malzemeler

  • ½ kap iri bulgur
  • 5 taze sogan
  • 2 sogan
  • 2 yumurta
  • 2 yemek kasigi salca
  • 250 gr kavurma veya pismis kusbasi et
  • 1/2 su bardagi kurutulmus erik
  • 1/2 demet dereotu
  • 8 kap su

Yapilisi

Kucuk dogradiginiz iki sogani yagda pembelesene kadar kavurun (ben cok az zeytinyagi kullandim). Tarifte pismis et diyordu ama onunla ayrica ugrasmak yerine soganla beraber kucuk dogradigim kuzu etini de ayni anda pisirdim. 1 yemek kasigi domates, 1 yemek kasigi aci biber salcasi koydum. Suyu ekledim, kaynayinca icine bulguru, parcalara ayridigim erigi ve taze sogani ekledim. Taze sogan ve erik miktarini artirdim. Tuzunu ve karabiberini ekleyip 20-25 dakika pisirdim. Altini kapattiktan sonra ince dogradigim dereotunu ekledim. Ardindan iki yumurtayi ayri bir kapta cirptim ve pismemesi yemegin suyuyla karistirip yavasca yemege ekledim. Corbamsi bir yemek oluyor. Zaten dergide de corba olarak icebilir ya da bayat ekmegin uzerine dokup papara olarak yiyebilirsiniz diye not dusulmus. Bulguru cok severim, bu yemek de cok hosuma gitti. Yapmasi da kolay, tam bana gore:))

Deneyeceklere simdiden afiyet olsun:)

Pazar, Nisan 16, 2006

Haftasonu Kahvaltisi


Cumartesi tam bir yaz havasi vardi, Cuma gunu tum gun suren yagmurdan sonra cok iyi geldi. Eminelere kahvaltiya gittik sabah. Biz bir onceki gece evin yolunu gece 3 civari bulabildigimiz icin sabah kalkmamiz pek de kolay olmadi ve gec kaldik. Masaya oturmak icin bizi beklemisler sagolsunlar:) Turkan teyze (Eminenin teyzesi) borek acmis bizlere. Acma borek olaganustu birsey, yerni hicbirsey tutmuyor valla. Gormemisin acma boregi olmus modunda saldirdik tabi:))

Bahcede kahveler de icildikten sonra yapilacak tek birsey vardi yediklerimizi eritmek icin: yurumek. Yuruyelim ki ikinci parti borek icin yer acilsin di mi efenim:)) Nutley sokaklarinda ve parkinda uzun bir yuruyus yaptik. Donuste Engin'in yeni aldigi - tekrar hayirli olsun Engincim, gule gule kullan - Mercedes'i test ettik teker teker. Cok guzel bir araba gercekten ama ben bu SUV'lere fazla alismisim, yerde gidiyormusum gibi geliyor normal arabalara binince:)

Eminelere geri dondugumuzde saat 5 olmustu, cay saati. Cayla ne iyi gitti bilin bakalim:))))

Dalgalandim da duruldum, kostum ardindan yoruldum

Bu hafta sonu hem Hristiyanlarin Easter, hem de Yahudilerin Passover kutlamalari cakisti. Cuma gunu federal hukumetin resmi tatili degil ama Easter'dan hemen once gelen Cuma gunu "Good Friday" olarak isimlendiriliyor ve bizim sirkette dahil olmak uzere pek cok is yeri tatil...

Cuma tatildi ama Microsoft her ayin ikinci Sali gunu yamalarini cikartiyor, hemen ertesi gun yazilim (development), Persembe gunu test (qa - quality assurance), Cuma gunu de uretim (production) ortamindaki bilgisayarlarimizi yamiyoruz. Haliyle Cuma gunu calistik...

Passover, Yahudilerin Misir'dan Kudus'e, kolelikten ozgurluge kacislarini temsil ediyor. Nisan 15'de basliyor ve 7 ya da 8 gun kutlaniyormus. Bu hafta boyunca mayali hic bir sey yemiyorlar. Sebebi de kacislari o kadar aceleye gelmis ki ekmeklerinin mayalanmasini bile bekleyememisler. O zamani anma adina, pismesi 18-22 dak.tan fazla suren hamurlu yiyecekleri yemiyor ve evlerinde de tutmuyorlar!

Benim isteki ekip arkadasim yahudi degil ama bu bayrama bayiliyor. Soyledigine gore, yahudilerle dolu bir apartmanda yasiyormus ve bu bayramda tum komsulari evlerinde ne var ne yoksa bu tanima uymayan, ona veriyorlarmis. "1-2 aylik yiyecegimiz cikiyor" diyor :)

Easter, Hristiyanlarin en onemli saydigi gun; ve Hristiyan inanisina gore Isa'nin oldukten sonra yeniden dirilisini ("resurrection") temsil ediyor. Dolayisiyla Pazar gunu hemen her yer kapali ve her yer inanilmaz tenha idi...

Ben unutmusum. King's Court'a, gym'e gittim, baktim ki kapi duvar. Normalde en az 30-40 araba parketmis olurdu; etrafta hic kimse yok! Dedim bari 'yarisa' hazirlanayim :)))

Son 30 yildir, her yil 21-22 Haziran'da, Central Park'ta JP Morgan Chase tarafindan duzenlenen ve irili ufakli pek cok sirketin katildigi bir kosu/yuruyus var. He turlu sirket minimum 4 kisilik bir takim kurarak yarisa katilabiliyor. Goldman Sachs'den gecen yil 400 kisi katilmis. Hafta ici konustuk, Eda Kilic ve ben dahil bizim ekipten simdilik 6 kisi kaydoldu...

Zaten yaristan cok, bir panayir havasinda geciyormus. 3.5 millik (5.6Km) yarisa katilmak icin 25$ oduyorsunuz. Bunun %10'u Central Parki koruma vakfina gidiyormus. Gerisi de herhalde cesitli yardim kuruluslarina gidiyordur...

Neyse, arabayi yandaki parka parkedip bombos Lyndhurst sokaklarinda kosmaya basladim. Oldum olasi pek kosamam, cok cabuk yorulurum. Ote yandan kosmak guzel bir sey. Kosarken bir yandan da zihninizden surekli bir seyler geciyor. Benim aklimdan neler mi gecti?

Once aklima taa ilkokul 4. sinifta iken 'katilmadigim' ama buyuk bir heyecanla seyrettigim bir yaris geldi. O yarista, bizim siniftan bir arkadasimiz, Tulin Yazici, kosmus ve galiba 2. olmustu. Son metrelere girerken tum sinif Tulin'e destek olmak icin adini haykiriyorduk ama bizi duyuyor muydu bilmem. Kipkirmizi olmus yuzu hala aklimdadir...

Sonra uzun soluklu yarislari dusundum. Olmeden bir gun basarmak istedigim seylerden biri de Maraton kosmak! Efsaneye gore, Milattan once 490 yilindaki Marathon savasinda, Yunanlilar Persleri yenerler. Bu haberi vermek icin Pheidippides, Marathon sehrinden Atina'ya kadar 21 mil kosar. Haberi ulastirir ama ardindan kalbi durur ve olur. Maraton yarislari bu olayin anisina yapilir.

Uzun mesafeli kosu deyince aklima "Mehmet Yurdadon" geldi :) Tek kanalli TRT zamaninda spor haberlerinde sik sik adini duyardik. Avrupa veya dunyada ismimiz yoktu ama olsun. Turkiye'deki yarislarin yanisira Balkanlarda pek cok yarista dereceye girerdi. Bir ara o kadar sik maraton kostu ki yurt disinda gazetenin birinde bir karikatur cikmisti: Bir harita, uzerinde Turkiye'yi isaret eden bir ok ve onun uzerinde bir yazi "Mehmet, Yurdadon!". En son, 2000 yilinda Atletizm Federasyonu baskani oldugunu hatirliyorum...

1980-1990 arasi TRT'nin gozdelerinden biri de "Dilara Minare" idi. Aticilik denince akla o gelir, Turkiye'yi her yerde o temsil ederdi. Simdilerde TV'lerde futbol haberlerinden, aticiliga filan sira gelmiyordur her halde...

Bir daire cizip arabanin yanina geldiginde baktim, hepi topu yarim saat ve yaklasik 2.5 mil (4 Km) kosmusum. Neyse, 21 Haziran'a daha vakit var. O sicakta nasil kosariz bilemem. Olmadi yururuz artik :)

Hint Gecesi


Gecen yildan beri (Adil'in is arkadaslarindan) Ashish ile ne zaman karsilassak ee ne zaman hint gecesi yapiyoruz muhabbeti donuyordu, sonunda bu cuma bir araya gelebildik. Hint gecemiz yemek ve filmden olusuyordu; meunuyu ve film secimini evsahiplerimiz Ashish ile Rohit'e biraktik. Ahcimiz Rohit bize korili tavuk, hint pilavi ve mercimek corbasi pisirdi, biz de afiyetle sildik supurduk ne varsa:) Filmimiz: Bunty aur Babli. Bonnie and Clyde'in Hint versiyonu oluyor kendileri. Hint filmi olur da dans olmaz mi, vardi bolca.

Hint klipleri acaip eglenceli oluyor. Arabistandayken izlenebilecek tek kanal Channel V idi, o da hintlilerin muzik kanaliymis, bol bol seyretmistik o donem. Yerlere yatiyorduk hepsinde. Sarkilarin cogunda bir kadin ve bir erkek sarkici var, her birini arkasinda da nerden baksan 30-40 kisilik dans grubu. Kiyafetler sarki boyunca birkac kere degisiyor. O dans figurlerini her gun 2-3 sarki boyunca araliksiz yapabilsem kilo sorunum falan kalmazdi eminim, bu kadar mi hareketli olunur.

Filme donelim, eglenceli ama biraz uzun bir filmdi. Arada Ashish ve Rohit bize filmde gecen yerleri, bazi adetleri vs kendi yasadiklari yerlerden ornekler vererek anlattilar, bilgilendik. Film bitip kritik faslinin da sonu gelince gece yeni basliyor diyerek kendimizi sokaga attik. Martin'in israrlariyla East Village'daki Plan B'ye gittik. Kimliksiz almiyorlardi iceri, digerleri girdi, tam kapida 3-4 kisi kalmistik ki Matthieu'nun yaninda kimligi yokmus giremedi. Ona eslik edelim derken Adil de kimligini bulamayinca biz de otomatikman kapida kalmis olduk:) Nargile diye sayikladigimiz icin o anda aklimiza gelen tek yere, Luxor'a gittik iceri giremeyen uclu olarak:) Aslinda cok buyuk bir keklik yapmisiz, Plan B'nin iki sokak altinda Maya var ve orda da nargile var. Orasi aklimiza gelmeyince kek gibi adanin obur tarafina gittik. Bir daha unutmayiz artik:))

Luxor el degistirmis, cok kotu olmus. Hic begenmedim yeni halini. Dekoru falan degistirmemisler ama eskiden lostu icerisi, simdi isyeri gibi her yer isil isil. Bir de cistak ispanyolca muzikler caliyordu, yeni sahibi sanirim Porto Ricolu, havaya giremedik bir turlu. Onceden orasi Fas kafesiydi ve otantik muzikler caliyordu, nargile ile super gidiyordu. Artik burayi sildigimize gore Mayayi unutmayiz bir daha:))

Cumartesi, Nisan 15, 2006

Carmen


Persembe sabahi hos bir surprizle karsilastim. Sabah bir telefon, Adil. "Bu aksam Carmen'e gider misin?" Opera mi dedi biri? Hem de Carmen mi? Gitmekle kalmam kosarim ucarim hatta...Aksam opera binasinin onunde bulustuk Eda Kilicla. Onlarin sirketten gelecek bir grup daha vardi, ama ben cogunu tanimiyordum zaten. Neyse, biletlerin hikayesi de soyle. Burda buyuk sirketlerin cogu 'community work' (sosyal hizmet)leri destekliyor. Calisanlar bir alan ve bir proje secip yilda bir veya istege bagli olarak daha fazla gun isten izin alip (bu izinler yillik izinlerden dusulmuyor) sectikleri projelerde gonullu olarak calismaya gidiyorlar. Adillerin sirketinden bir grup da sehir operasi ile bir projede gorev almislar. Bunlardan biri de Adil'in takim arkadasi. Opera da tesekkur ve operayi tanitma amaciyla bir miktar bilet gondermis Persembe aksamki Carmen operasina. Iste onlardan biri de bana dustu:))

Giriste Eda Kilic ile bulustuk. Lobide sarabimizi icip brosur karistirirken Gil ve kiz arkadasi geldi - bir turlu ogrenemedim gitti su kizin adini, o kadar da muhabbet ediyoruz ama fazla karsilasmadigimizdan mi nedir, saniyesinde unutuyorum ismini:( Iceri bir girdik di o da ne, yerlerimiz giriste, orkestra katinda ve onden ucuncu sira. Cok etkilendim valla. New York opera binasi 5 katli, ben genelde 4. kattan falan izliyor oluyorum, hani uygun fiyatli bilet alip daha fazla gosteri seyredeyim hesabi. Birden bire sahnenin dibinde bulunca kendimi bir hos oldum:)) Replikler Fransizcaydi. Sahnenin yukarisina konulan ekranda da ingilizce cevirisi geciyordu. Onlara bakacagiz diye biraz boynumuz tutuldu ama olur o kadar.

Genelde yanimda tasiyorum fotograf makinami, o gun evde birakacagim tutmus:( Neymis efenim o gun canta hafif ve olabildigince bos olsunmus (arada gelirler bana boyle), el kadar makina agirlik yapiyor sanki cik cik. O guzel aksama dair bir kare fotograf olmadi tabi, cok uzuldum. Kulagimi cektim, makina bir daha cantadan cikmayacak!

Carmen bildigimiz Carmen. Etkileyici, buyuleyici, goz ve kulak doyurucu. Bu yilki sezonu opera/bale sezonumu da boylece acmis oldum.

Salı, Nisan 11, 2006

MSG'nin hatirlattiklari...

Dilayra gecenlerde yine gusel bir yazi yazmis, MSG'den bahsetmis... ODTU'de ozellikle'de Necdet Yucel'le evde kaldigimiz donemde hard rock / metal grup namina ne varsa dinledigimiz icin yabancisi degiliz tabii. Michael Schenker'in, scorpions grubundaki Rudolf Schenker'in kardesi oldugunu hatirladim mesela. Zaten galiba 2 tane cok guzel parcalari vardi: Time ve What happens to me? Gerisi hikaye :)

O zamanlar internet yok elimizin altinda hazir her turlu bilgiye ulasamiyoruz tabii. Neyse Dilayra bahsedince hatirlayip wikipedia'dan grup tarihcesini okudum. Anlasilan Michael amcam yetenekli bir gitarist olmasinin yanisira epeyce gecimsiz bir tipmis. 2000'lerde esinden ayrilmis ve muzikleri, gitari vs. para getiren bazi haklarini kaybedince guc duruma dusmus. Simdilerde toparliyormus. Aslinda geldiklerinde Turkiye'de olacagiz, ama gun uyusmuyor, gidemeyecegiz konsere :)

Hafta sonu usenet audio gruplarina bakinirken bir nostalji de ben yasadim. ODTU'deki 1. senemde sanirim oda arkadasim Erol Demirtas sayesinde kasetlerini edinip severek dinledigim bir grup vardi: Helloween. Onlar da bir Alman grubu. 1985'de Walls of Jericho, 1987'de Keeper of the Seven Keys, Part 1 ve bir yil sonra da Keeper of the Seven Keys Part II
albumlerini cikartmislar. Ucu de gayet sevdigim albumlerdi.

Bakindik internetten 16 Ekim 2006'da Manhattan 42. caddede ki B.B. King's Blues Club'a geliyorlarmis. Bezen hanim'a siparis verdik alicak bileytleri :)

22 Eylul'de de Queensryche Times Square'e yakin bir yerlere geliyor yine. Isme bakip o da Alman demeyin, bunlar has be has Amerikan efenim.

CD'leri TR'de biraktik getirmedik ama gecenlerde newsgrouplardan tum albumlerini toparladim, hala gym'e gittigimde ara ara "Operation Mindcrime" dinliyorum.

Bezen'de sever. Amma ve lakin alayi yaslandi bunlarin, olmeden bir gorelim onlari da...
(Resmi sayfa: http://www.queensryche.com/)

Baska neler gorduk? Triumph and Agony ve solistleri Doro ile aklimda kalan Warlock... Bezen'in pek nazik ricasi uzerine (-Aaa? Indir!!!), Motley Crue ve Megadeth ile ilgilendik...

Isin guzel tarafi, bu kimmis, su neymis diye bakinirken, Blackmore's Night - The Village Lanterne adinda bir albume rastladim. Baktim bayagi da iyi. Deep Purple ve Rainbow'dan da parcalar caliyorlar. Tabii, hatunun sesini Ronnie James Dio ya da Ian Gillan'in sesi ile kiyaslamak mumkun degil ama keltik ogeleriyle filan muzik iyi yani...

Neyse, herhalde Ritchie Blackmore'in anisina bu ismi vermisler bir bakayim dedim. Meger grup Ritchie Blackmore'unmus zaten, haliyle gitari calan da kendisi. Ustelik dinledigim album de daha 2 hafta once cikmis piyasaya! Blackmore's Night sitesine bir gidin, muzik hakkinda bir fikriniz olur. Bence gayet guzel...

Pazar, Nisan 09, 2006

Film: Go & Such A Long Journey

Go, 1999 yapimi keyifle izlenecek bir film. Ortada bazi olaylar var. Bunlari farkli kisilerin bakis acisindan izliyorsunuz. Bu, bizim sevdigimiz bir tur!

Benzer teknikte filmler yapildi. Ornegin daha once 11:14'den bahsetmistik, benzer sekilde Crash'i izledigimizi yazmistik. Bir kac hafta once izledigimiz ama sanirim bloga yazmadigimiz Elephant var. Onda da Portland, Oregon'daki bir lisede sonu Columbine'daki gibi kanli bir bicimde biten bir gunu pek ogrencinin gozunden izliyorsunuz... Crash'a 9, 11:14'e 8 vermistik. Hem secdigimiz bir tur oldugu hem de bizi eglendirdigi icin 8/10 gecti gonlumuzden Go icin.

1998 Kanada yapimi Such A Long Journey, 1970'lerde Hindistan ile Pakistan arasinda, bu sefer Bangladesh yuzunden surtusmelerin yasandigi bir donemde, Gustav (Roshan Seth) adinda bir Parsi'nin* hayatindan bir kesit sunuyor.

* Filmin basindaki notlara gore, muslumanlar MS. 800'lerde Iran'i fethettiginde "ya musluman olun ya da kelleniz gider" demis. Bir kismi Hindistan'a gocmusler. Orda geleneklerini, inanislarini, bize batil gelecek tapinislarini surdusmusler. Onlara Parsi denmis - bizdeki farsi kelimesinin karsiligi herhalde.

Filmin basinda Gustav'i dua ederken goruyoruz. Ardindan heyecanla bekledigi gazete geliyor ve oglunun Hindistan'in en prestijli teknik okulu ITT'ye gideceginin haberini alarak havalara ucuyor. Ancak sonrasinda Gustav'in hem ailesinin parcalanmasini hem de calistigi bankada sorunlar cikmasi ile hayatinin girdigi zor doneme tanik oluyoruz. Kullanilan analojiler oldukca iyi oturmus.

Film, bir hikayeyi anlatirken Hindistan'in kaotik ve egzotik yapisini da gozler onune seriyor. Bu anlamda yine bizim genelde sevdigimiz bir tur. Ancak filmde sunulan kimi kesmekeslik, duzen seven insanlarin bir parca icini karartacak cinsten. 7.5/10

Vadesi dolan hard diskler...

Bezen'in kullandigi Sony Vaio bilgisayari 2002 Nisaninda almistik. Aldigimiz gunden beri de hic kapatmadik, 24 saat acik. 2.5 sene once uzerinde gelen 80GBlik diski cikarip yerine 160 GB'lik Seagate (ST380020A) takmistik. Yaklasik 1-1.5 aydir hard diski bize gocuyorum isaretleri vermeye basladi: Arada "mavi ekran" cikiyor arada bir de hard diskten sesler duyuyorduk. O yuzden onun bilgisayarindaki dokumanlari benim bilgisayarima yedekliyorduk...

Hafta ici 2 tane 300GB lik disk siparisi verdim. Maxtor'un 16MB onbellekli dk.ta 7200 devinimli diskleri makul fiyatlarda, ~120$ civarinda internette. Ancaaak, bir hafta sonu suprizim varmis...

Linux filan kurdugum, cift P4 2.8GHz islemcili bir HP XW6000 bilgisayar vardi, benim kullandigim bilgisayarin aynisi ama 9 GBlik SCSI diski duruyordu uzerinde. Yedek almak icin external HD kullanmak yerine onu kullanmaya karar verince ona 2 tane 300GB hard disk alip bir tanesine 2003 server kurmustum. Robocopy ile guzel guzel hem benim, hem de Bezen'in bilgisayarinin yedeklerini aliyordum ona...

Sistem loglarina bakarken farkettim ki taktigim 300GB lik Seagate hard disk "ben gidiciyim" sinyalleri veriyormus: "The driver has detected that device \Device\Harddisk0\DR0 has predicted that it will fail. Immediately back up your data and replace your hard disk drive. A failure may be imminent."

Bir yandan "Yahu ne curuk cikti bu Seagate daha alali 3 ay olmadi" diye soylenip bir yandan da o diskteki dosyalari hem diger diske hem de benim bilgisayarima tasimaya basladim. Meger hafta sonu suprizleri bu kadarla bitmiyormus...

MP3 dizinlerinin yanisira farkinda olmadan Audiobook dizinlerini de kopyalamaya kalkinca benim bilgisayardaki disklerden biri de doluverdi. Gereksiz dizinleri sileyim derken farkettim ki kopyalanan bazi dosyalar bozuk...

"chkdisk /f" ile indexleri duzenleyip, silemedigim dosyalari sildim ama biraz daha dikkatli bakinca benim bilgisayarimdaki 160GBlik Maxtor diskin de miladinin doldugunu farkettim. Hem Seagate hem de Maxtor'un sitelerinde disk saglikli olup olmadigini test eden programciklar var. Bu arada Seagate, Subatta Maxtor'u satin aldi.

Maxtor diskler icin OnTrack firmasinin Maxtor icin gelistirdigi PowerMax'i indirip test edebiliyorsunuz. Ontrack'in Easy Recovery Pro programi da ozellikle disk bozulmalarinda data kurtarmak icin kullaniliyor. Yaklasik 6 sene once, sirkette bir harddiskimiz goctugunde cok isimize yaramisti.

Velhasil alayini indirip baktim, tamam harddisklerde bir sakatlik var ama yapabilecekleri bir sey yok. Cumartesi aksami hizlica 3 bilgisayardaki 5 diskten saglam kalan 2sine tum yedekleri aldim. Su an itibariyle durum cok kotu degil. Bezen'in bilgisayari haftada bir iki kere gocuyordu, aynen devam ediyor.

Yedek bilgisayarin gocuyorum diyen diskini formatlayip yeniden windows kurdum (su anda onu kullanarak yaziyorum bu mesaji) ama hala disk hatalari goruyorum loglarda. Internetten arastirdim, adamin biri 19 ay boyunca gormus bu mesajlari ama bir sey olmamis ama o diske guvenip data koyamam, degistirilecek mecburen. Son olarak benim bilgisayarim'daki ilk disk goctugu icin su anda boot bile edemiyor.

2 Seagate 1 Maxtor, toplam 3 disk kaybettik ama data kaybetmedik :)

Perşembe, Nisan 06, 2006

Film: Saw II

Devam filmlerine temkinli yaklasirim. Genelde, begenilen bir filmin orda, begenildigi noktada birakilmasi gerektigini, boylece filmin etkisinin, buyusunun daha kalici olacagini dusunurum. Devam filmlerinde ayni etkiyi yakalamak cok zor oluyor. Neler dondugunu, neler bekleyeceginizi biliyorsunuz bir kere.

Arada istisnalar da olmuyor degil gerci. Saw II iste bu istisnalar listesine girenlerden bence. Hani utanmasam ilkinden daha iyiydi diyecegim:)) Yasaminizin 1-2 saat icinde bitecegini, bundan kurtulmanin bir yolu oldugunu ama bu yolun da bir bedelinin oldugunu ogrenseniz ne kadar ileri gidebilirsiniz? Tanimadiginiz, size hicbir kotulugu dokunmamis birini oldurebilir misiniz mesela bunun icin? Ya da kendinize fiziksel zarar verebilir misiniz hayatta kalmak adina? Hangi noktaya kadar bu bedeli odemek istersiniz? Yasama icgudusu o kadar kuvvetli birsey midir? Farkli kesimlerden insanlarin bu sorulara verdigi cevaplar filmde. 8.5/10

Salı, Nisan 04, 2006

Pembeden Griye Haftasonu



Pazardan beri midemle ugrasiyordum:( Neyse bu sabah normal haline dondu kendileri. Haftasonumuzu geriye dogru anlatayim bari:)) Arada sirada alisveris yaptigim Kore marketinin yaninda bir Japon restauranti goruyordum ne zamandir: Minado. Iyi oldugunu da duyuyordum ama gidememistik bir turlu. Hem Japon hem de acik bufe, bir sushi canavari olarak daha ne isteyebilirim ki:) Pazar ogle yemegine (bizim icin kahvaltiya:)) ikna ettik kabileyi. Erken saatlerde sushi yemeye pek sicak bakmayan Ilkay Kazakci ve Engin Yilmaz'i da razi ettikten sonra gitmemek olmazdi di mi ama. Restaurant guzel, buyuk, temiz, acik bufe hem goz hem karin doyurucu. Niyeyse bufenin fotograflarini cekmek yasak ama. Onlar yassah hemserim diyene kadar birkac tane cekmis bulundum:)) Sabah kahvalti etmeden gittigim icin mi, gunlerdir bunu bekledigim icin mi nedir ipin ucunu biraz kacirmisim galiba, sonrasinda midem iflas etti. Yaziklar olsun diyorum ona baska da bisi demiyorum. Adilin diline dusurdu beni nane molla diye:)) Her daim sushi nutuklari atarken karizmam bir anda yerle bir oldu valla. Gruptan bir tek ben etkilendigime gore sorun bende hakkaten. Utanc icindeyim:) Neyse, basimi yine de dik tutup gene olsa gene giderim diyeyim ama aksam bu sefer:)) --- Boyle durumlarda kolayca istifra edebilenlere imreniyorum valla, kurtuluyorlar agridan falan kolayca; benim gibi yapamayanlar da bekliyor ki bitse de gitsek.---

Gelelim Cumartesiye. Cumartesi gunu Ersin ve Sibelin kizlari Defne icin ikinci yasin kutlu olsun Defnee sarkilari soyledik. Onlarin ve diger birkac arkadasimizin oturdugu sitede bir clubhouse var. Boyle yerler bu tur kutlamalar icin cok ideal. Kac kisiyi cagirsam eve sigar derdi yok, sonrasinda evi temizleme derdi yok, cocuklar ayak altinda derdi yok... Cocuklar icin Winnie the Pooh getirttiler. Bu kostumler bazen cok cirkin oluyor. Bunlar uretildikten sonra kimse bakmiyor mu aklim almiyor. Bu Pooh da biraz oyleydi. Kostumun karin kismi ozellikle Pooh hareket ederken kotu gorunuyordu, bir de elleri acikta birakmislar, cok cirkin olmus. Cocuklarin umrunda degildi tabi mutlulukla hoplayip zipliyorlardi Pooh'nun cevresinde, belki de o yuzden kimse duzeltmeye calismiyordur bunlari, cocuklar her sekilde kabul ediyor ve mutlu oluyor iste:) Parti sonrasi "bir kahve icmeye" Filiz ve Murat'a ugradik. Dur durak bilmeden konudan konuya atlayip muhabbet ettigimizden olsa gerek saat kac oldu ki diye baktigimizda 1'e geliyordu:)

Cuma is cikisi Bryant Park'in onunde tesadufen 10 metre arayla giderken Ilkay ve Sibelle birbirimizi bulunca aksamin planini yapmak hic de zor olmadi. Ilkay alkolsuz haftasonlarini protesto ediyor, biz de sirf protesto edilmemek icin (!!!!) ona uyuyoruz:)) Kendimizi ilk otobusle Ilkaylara attik. Sarabimizi actik, Beytiden mezelerimizi aldik, onumuzdeki iki gunluk kocaa (!!) haftasonunu kutladik. Emine ve Murat da yemekten sonra geldi. Cumalari HBO'su olan arkadaslara gidince gece Real Time With Bill Maher ile son buluyor, o gece de oyle oldu.

Pazartesi, Nisan 03, 2006

Tugba Karademir


Biraz once ESPN'de Bayanlar Serbest Buz Pateni yarismasini vermeye basladilar ve ilk yarismacinin adi adnons edildi Tugba Karademir. Aaa? Yillardir acep bir gun buz pateninde yarisan bir Turk gorebilecek miyim derdim, muradima erdim :)

Sasirmakta haksiz sayilmam. Izlerken dustu dusecek diye agzim yuregime geldi ama gayet guzel, hatasiz programini bitirdi Tugba. Sonra google'ladim, buzpateni.com'da okuduguma gore gayet guzel basarilari varmis.

Tebrik ediyorum efenim, ornek olur bir gun buz pateni sampiyonumuz olur bir gun insaallah. Simdilik Sasha Cohen ile yetinecegiz!

Film: Lamerica & Flight Plan

Lamerica, 1994 Italyan yapimi bir film. Nerden listemize girmis bilmiyorum ama iyi olmus. Film Arnavutluk - Italya iliskisini ve genel olarakta Arnavutluk'taki haklin Sovyetlerin cekilmesinden sonraki demokrasiye gecis doneminde yasadiklari acilari, siniri gecip Italya'ya kacarak, kacak isci olarak calisip acliktan kurtulmaya calismalarini, ve yasadiklari tum sefaleti gozler onune seriyor.

Basrol oyuncusu Enrico Lo Verso (Gino), Hannibal'da da oynamis ama dikkat etmemisiz. Bu filmde Arnavutluga gelen sahtekar tiplerden birini canlandiriyor. Ortagi ile birlikte yasli bir Arnavut'u bir firmanin basinda gibi gosterip dalavere cevirme pesindedirler.

Ancak, isler beklendigi gibi gitmez. Yasli adam, ortaliktan kaybolur ve Gino onu bulmaya calisirken, git gide Arnavut halkinin nasil ezildigini yasayarak ilk elden sahit olur...7.5/10


Flight Plan, guzel basladi. Ilginc bir sekilde de ilerledi ama bence kotu sonlandirildi. Jodie Foster'in o asabi yuz ifadesini unutmusum epeydir...

Efendim, Jodie Foster esini yeni kaybetmistir. Esinin cenazesini Berlin'den Amerika'ya goturmekte oldugu ucaga biner kiziyla. Uykuya dalar, uyandiginda kizi yoktur ve hemen aramaya baslarlar. Ucak ta ucak hani, iki katli devasa bir sey. Jodie hanim da ucagin motorlarini dizayn etmistir ve ucagi avucun ici gibi bilmektedir...

Neyse film yeni gerisini anlatip izleyeceklerin hevesine tursu suyu sikmayalim. Ben sonunu pek sevmedim. Cok yapmacik olmus cok. Hele hele, gicik ettigi arap yolcunun jestine bir tesekkur etmemesi iyice beni de gicik etti. 6/10