Çarşamba, Kasım 30, 2005

Gorev cagiriyor ama uykum var...

"Rio Carbon ile kitap dinlemek" baslikli yazimizda audiobook dinlemeyi sevenler icin newsgrouplara (ornek: alt.binaries.mp3.audiobooks) goz atmalarini onermistik. Audiobooklar 'in disinda Oyun, Program vs. icin de pek cok grup var.

Gecen hafta PowerUseNet'e uye oldum. Aylik sinirsiz erisim/download icin 15$ aliyorlar. Download hizindan gayet memnunum; genelde 650-700KB/s bazen 800-850 KB/s'lik hizlara variyor...

Neyse, dun Tolga Sevinc Bey kardesimin de tavsiyesi ile 'Call of Duty 2' i bir indirip kurduk. Gorev'den kacilmaz, bir test edelim dedik ve 2. dunya savasina katildik... Ruslarla bir olup Nazi'lere kursun yagdirdi. Oyun cok hos ve acaip takiliyor insan! Tolga, XBox 360'da oynamis ve inanilmazdi diyor. Bugun is yerinde bir arkadasta aynisini soyluyordu...

Dun gece daha da takilcaktik ama daha sadece iki uc gorevi tamamladigimizda saat 12'yi gecmisti. sabah 6:30'da kalkip ise gitmek var diyip vedalastik...

Sabah 6:30'da saat calinca Tolga Bey'de uyandi. Ben cikarken e-mailleri kontrol edip Turkiye haberlerini okuyordu, aksam bakicigiz n'apmis :)

Salı, Kasım 29, 2005

Aksam Kahvaltisi...

Tolga Sevinc kardesim geldi. 2 gun sonra birlikte Brezilya'ya tatile gidecegiz :)

Bezen hanim islerini yetistirmeye calisiyor, o yuzden eve gelisi gec saatlere kaliyor. Bugun saat 9'da ac bilac geldi. Biz, nadiren ekmek yiyoruz ama Tolga'ya da eziyet etmenin alemi yok dedik ve bizim Italyan firinina ugrayip (Dilayra bilir), firindan yeni cikmis sicacik ekmeklerden aldik. Yemek yapmak namina becerebildigim tek sey yumurta pisirmek (ama omlet cesitlerim boldur hani). Buyrun aksam kahvaltisina...

Pazar, Kasım 27, 2005

Savatage - Streets: A Rock Opera

Universite'de Hard Rock/Metal dinlerdik. O donem, simdiki gibi internet, mp3 falan filanolmadigindan, dinledigimiz dinledigimiz gruplar hakkinda merak ettiginiz bir seyi ogrenmek imkansiz gibi bir seydi...

Ankara Kizilay'da Gima'nin arkasindaki pasajda kucucuk bir dukkanda, "Kasetci Hayri" vardi. Muzikle alakali "Hayri" yi bilmeyen yoktu. Amerika'dan Plak/CD getirtir, sonra muzigi bunlardan 'metal' kasetlere ceker, satardi. Bu kopyalarin fiyatlarida az buz degildi ama 10 tane alinca 11. bedava verirdi.

Internet yoktu ama BitNet vardi. Nerden bulduysam, A'dan Z'ye tum Metal gruplarinin listesini, album adlarini vs. bulup indirmistim. Birlikte eve ciktigim arkadaslarimdan Necdet Yucel ile Ugur Erdugrul devasa bir Metal kaset arsivi yapmaya karar verdiler ve bu listedeki tum grup ve albumlerini satin almaya giristiler. Necdet'in zaten o zamana kadar genis bir arsivi vardi. Bir ara 1000 kaset saydigimizi hatirliyorum. Ustelik, Necdet bu kasetleri sadece dinlemekle kalmaz, grubun, albumun ve dahi cogu sarkilarin hikayesini de bilirdi. Gayet zeki bir adamdi, hafizasi kuvvetliydi...

Neyse, o zamanlar Necdet'in bulup aldigi, bize dinlettigi bir grup vardi. "Rock Opera bu, albumdeki parcalarin tamami bir hikayeyi anlatiyor"demisti. Grubun adini coktaan unutmusum ama muzikler 14 senedir kalmis kulagimda...New York kelimesi de hep o grubun bir parcasindan "New York City Don't Mean Nothing" sozlerini cagrisimlandirir...

Dun newsgrouplara bakinirken, Queensryche'in tum albumlerinin bir gruba postalandigini gordum. Yine o muzikler kulagimda tinlamaya basladi. Hemen google'a gidip "New York City Don't Mean Nothing" yaziverdim, veee... Buyuk google, ulu google, yuce google, n'apardik sensiz? Savatage'mis soyleyen! Savataaaaj diye dalga gecerdik isimleriyle :) Grup hala dagilmamis, belki bir gun bir konserlerini buluruz, simdilik albumu dinliyorum. Hala dinlememis olaniniz varsa, en azindan Streets albumunun son parcasini ("Believe") bir bulup dinleyin. Iyidir, hostur!

Quake 4 bitmistir...

Efendim, oyle gecnligimizdeki gibi sabahtan aksama oyun oynamak mumkun degil tabii ama arada bir takiliyorum. En son Doom 3'u oynamis ve bir yerlerde bayilip birakmistim... Gecen ay sonu Quake 4'u oynamaya basladim. Engin'in 'hemen sana Cheat Sheet bulalim' teklifini tabii ki reddettim. Yeni kusak bir ilginc, kolayciligina kacip, cheat sheet olmadan oyun oynamaz olmus. Biz tabii dalaveresiz, en zor seviyeden basladik...

Oyunu cok begendim. Yanliz benim nVidia Quadro 4 980 XGL grafik karti biraz zayif kaldi bunun icin. Bir yerlerde acaip koseye sikistim, ne yapsam yok, elimde avucumda ne varsa bosalttim canavarin ustune, hik demiyor. Pes ettim. Meger, oyun senaryosu oyleymis zaten. Sonra kolunu bacagini kopartip mekanik hale getiriyor seni de o canavarlardan biri yapiyorlarmis...

Gece 00:39'da, oyunun son gorevini yerine getirip Nexus'u havaya ucurduktan sonra, kahramanimiz Kane'in resmini cektim, buyrun...

Film: Felicia's Journey ve Head in the Clouds

Felicia's Journey, Atom Egoyan'dan bir gerilim filmi. Daha once seyrettigimiz Egoyan filmlerinden alisik oldugumuz, karakter ve gecmisteki olaylar, "flashback" yardimi ile yani karakterlerin gecmisi hatirlamasi ile seyirciye sunuluyor...

Adresini birakmadan is bulmak icin Ingiltere'ye giden Erkek arkadasini bulmak icin Ingiltere'ye gelen Irlandali hamile bir genc kiz olan Felicia'ya, takintili bir sekilde TV'deki eski bir 'yemek programini' izleyen bir catering firmasi muduru orta yasli, yanliz bir adam olan Hilditch yardimci olur. Filmin ilerlemesi ile Hilditch'in problemli gecmisi ve Felicia'yi bekleyen tehlike gozler onune seriliyor...6.5/10

Head In The Clouds (bizim akli havada lafina benziyor di mi?) filmini Cumartesi aksami Sibel ve Ilkay Kazakci ile birlikte seyrettik. Tivo'ya kaydettikleri filmlerder biriydi ve sanirim HD kaydettikleri icin goruntuler cok guzeldi. Film 1930-40 Ingiltere, Fransa ve Ispanya'sinda gecen romantik bir drama...

Gilda (Charlize Theron), aklina eseni yapan, kaliplara sigmayan, hayattan zevk almaya calisan biridir (Filmin basinda bir falci Gilda'ya 34 yillik bir omur bicerek onu biraz daha anlasilir hale getiriyor). Gilda'nin hayatina pek cok kisi girip cikar. Filmde, bu ucariliklarinin birinde karsilastigi Guy (Stuart Townsend) ile aralarindaki ask ekseninde gelisen 1930'lar Ispanya'sindaki ic savas ve ardindan Paris'in Alman isgali gibi dunya olaylarinin onlarin hayatini etkileri dramatize ediliyor...
Kotu bir film degil ama film boyunca vurgulanmak istenen 'tutku', bitmeden yasama herseyi sigdirma telasini daha iyi verilebilir miydi?...7/10

Black Friday, Cyber Monday

Black Friday, Sukran Gunu'nden bir sonraki gune, Cuma gunune, verilen isim. Hemen neden 'Black' dendigini yazayim: Efendim, eskiden bir bakista kar zarar gorulebilsin diye muhasebe defterlerine zarar 'kirmizi', kar ise 'siyah' murekkeple yazilirmis. Zaten Excel'de, Quicken'da hala zarar'in ya da "-" rakamlarin kirmizi ile yazildigini gorursunuz. Gerci 'kara' lafi icinde negatiflik tasidigi icin bazi magazalar "Kara Cuma" yerine, "Yesil Cuma" (dolarin yesili herhalde :) kullanmayi yegliyormus, aman haa yanlis anlama olmasin.

Bu arada en cok musterinin geldigi gun bu Cuma gunu olmasina ragmen en cok alisverisin yapildigi gun ya Christmas aksami ya da Christmas'dan onceki son Cumartesi olurmus. Ancak Sukran gunu sonrasi tatil ve alisveris sezonu acilmis olarak dusunuluyor. Simdiden herkes Christmas icin alisverise baslayacak...

Bu sene olayi yakindan takip ettik :) CompUSA, gece 12'de acildi. Pek cok magaza sabah 5'ten oglen 12'ye ozel indirimli satislar yapti. Bizim almayi planladigimiz bir sey yoktu ama DLP TV almayi dusunen Murat Kilic'dan dinledik... Hava buz gibi, sicaklik sifirin altinda 7 derece. Sabah kalkimis 5.30'da yakinimizdaki BestBuy'a gitmis (Devasa bir magazadir). Varmis ki arabayi park edecek yer bulamamis. Icerisi de tiklim tiklim imis ve her yerde up uzun kuyruklar varmis... O sogukta, git sira bekle iceri girmek icin! Brrrrr...

Bu arada Sukran Gunu sonrasindaki Pazartesi de (yarin), online satislarin tavana vurdugu gun oldugu icin CyberMonday (Siber Pazartesi) olarak adlandiriliyor. Netekim, 300GB'lik external HD almistim back up amacli ama onu da data icin kullanmaya baslayinca simdi bir baska back up drive'i alma ihtiyaci cikti. Bakicigiz nedir durumlar...

Cuma, Kasım 25, 2005

Cik cikabilirsen

Bu odadan cikma oyunlarinin hastasi cok. Bugun gordugum bir tanesinin adresini yazayim:
http://www.netcolic.com/flashs/escape_room.htm
'canimgrubum@yahoogroups.com' adresine gelen cozumunu de comment'e yazacagim. Iyidir kotudur demiyorum, ben henuz oynamadim. Bir cikip Best Buy, CompUSA, Circuit City turu yapacagiz Murat Kilic'la. O sabah bir 46" Toshiba HM95 DLP TV almis. Etraf sabah 5.30'da ana baba gunuymus. Bakalim neler kalmis :)

Sukran Gunu ("Thanksgiving")

ABD'de her Kasim ayinin 4. Persembesi "Sukran gunu" ("Thanksgiving")olarak kutlanir. Genellikle bugun icin farkli yerlerde yasayan aile bireyleri bir araya gelir ve buyukce bir ziyafet hazirlanir. Hindi ("turkey"), sukran gunu ile ozdeslesmistir!

Tarihsel olarak, sukran gununun ne zaman ve tam olarak nasil kutlanmaya baslandigi bilinmiyor, cesitli rivayetler var. Bunlardan biri, sukran gununu, Avrupalilarin tarihinde, ekin toplamaninin bitisini takiben yapilan geleneksel bir kutlama ile iliskilendiriyor. Avrupalilar, Amerika kitasinda ilk ekinlerini toplamalarinin ardindan 1578 yilinda ilk defa bu geleneksel kutlamayi gerceklestiriyorlar. Yine 4 Aralik 1619 yilinda 38 kolonist Virginia'da karaya ayak bastiklarinda, Tanriya sukranlarini sunmak icin bir festival duzenliyorlar. Ancak bunlardan daha once 1541 yilinda Francisco Vásquez de Coronado, yiyecek bulmalarini Amerikan yerlileri ile birlikte bir ziyafetle kutluyorlar. Sukran gununun asil kaynagi olarak bu olay gosteriliyor.

Peki neden Sukran gunu ile hindi ozdeslesmis? Halk arasindaki genel bilgi, yerlilerin Amerika kitasina ayak basanlara hindi hediye etmesi sebebiyle Sukran gununde hindi yenmesinin bir adet oldugu yonunde. Gercekten de Avrupalilar hindiyi Amerika'da kesfedip Avrupa'ya goturuyorlar...

Neyse bu kadar tarihsel bilgi yeter. Gunumuze donersek :) Sukran gununde bize hindi ve cesitli guzel yemekler hazirlayip evini acan arkadaslarimiz Eda ve Murat Kilic'a sukranlarimizi bildirdik :) Ben 1 aydir her gun Eda'nin basina dikilip "bize hindi yapcan mi yine?" diye dirdir ettigim icin kizcagiz dayanamadi herhal :) Son resimdeki revani Bezen'e ait. Gerisi ve resimlere sigdiramadigimiz cesit cesit yemekler Eda'nin eserleri. Ziyafete, Fort Lee'de oturan arkadaslarimiz Asiye ve Cumhur Hanoglu da katildilar. Zevkli, guzel bir aksam oldu.

Hava musait (22 Fahrenheit, ~ -5 derece) ama hala yilin ilk kari yagmadi. Saat simdi gecenin 2'si, Cuma'ya girdik. Bugunun de bir adi var: Black Friday ama onunla ilgili yazi daha sonra...

Perşembe, Kasım 24, 2005

Film: Kingdom of Heaven ve Hacli Seferleri

Kingdom of Heaven, Gladiator, Hannibal, Thelma & Loise ve Blade Runner gibi cokca bilinen filmleri yoneten Ridley Scott'un 2005 yapimi, Hacli Seferleri ("Crusades") donemi olaylarini baz alarak sinemaya uyarladigi bir film.

Bir iki hafta once PBS'de Tarik Ali'nin de konuk oldugu Crusades & Crescent adli bir dokumanter izlemistik. Dolayisiyla filmi izlerken dokumanterden ogrendigimiz kimi olay ve konusmalar tanidik geldi.

Once filmden biraz bahsedelim. Filmin basinda demircilik yapan Orlando Bloom ("Balian of Ibelin") ile Liam Neeson ("Godfrey of Bouillion")'un Fransa'da karsilasmasi ile basliyor. Godfrey, Balian'a kendisini tanitir, onun babasi oldugunu soyler ve kendisi ile Jerusalem'e ("Kudus") gelmesini ister.

Kanundan kacmak zorunda kalan Balian babasini bulur ve onu tutuklamak isteyenlerle savasirlar. Bir ok Godfrey'e isabet eder ve sonucta onu oldurur, topragi ve askerleri Balian'a miras kalir. Kralin kizkardesi Sibylla of Jerusalem ile evli olan Guy of Lusignan ve arkadasi Raynald of Chatillon, lord of Oultrejordain, Balian'i sevmezler ve Guy, kral olup Saladin ile ("Selahaddin Eyyubi") ile tutustuklari savasi kaybedince Kudus'u savunmak Balian'a duser...

Tarihi gerceklere gelince, Godfrey (1060-1100 - (Fransizca adiyla Godefroi de Bouillon) kardesleri ile birlikte 1096'da neredeyse tum varini yogunu satip 40,000 askeri ile 1. hacli seferine katilan dindar Fransiz asillerinden biri.

Biraz daha geriye gidip Hacli seferlerinin nasil basladigina bakalim: Selcuklu Turkleri ve muslumanlar surekli dogu roma (Bizans) imparatorlugundan toprak kapmaktadir ve ortodox kral Alexius I, siyasi rakibi ama hristiyan din kardesi olarak gordugu katolik papa Urban II den yardim talebinde bulunur. Papa, bunu firsat bilip, "Kutsal topraklari ("Kudus") kafirlerden ("infidel") alma zamani gelmistir, muslumanlarin yaptigi zulumlere son verelim, bu kutsal savasa katilan herkes cennete gidecektir" diyerek Avrupa'ya cagrida bulunur ve bu cagriya Godfrey gibi asil sovalyeler cevap verir.

Ancak Alexius'un bir anda IStanbul kapilarinda 60,000 kisilik orduyu gorunce sehre girmelerine once vermez ve ancak ordunun basindaki 3 asil sovalyenin, kazanilan toprak ve servetlerin Bizansa iadesi ve Imparatora baglilik yemininden sonra sehre girmelerine ve Anadolu'ya gecmelerine izin verir. Bu kirilgan anlasma, Iznik savasinin ardindan kisa surede bozulacaktir.

1. hacli seferi, Kudus'un 1099'da hristiyanlarin eline gecmesi ile sonuclanir ve basari ile sonuclanan tek hacli seferi olarak tarihe gecer. Hacli ordusu Istanbul'u gecip anadoluya acilinca ilk olarak Selcuklularin bizans imparatorlugundan alip baskent yaptiklari Nicaea ("Iznik") kentini kusatir. Sehrin bir tarafindaki Iznik golu, Kilic Arslan'in sehre yardim etmesine imkan verir ve uzun sure kusatmanin ardindan, hacli ordusunun sehri yok edeceginden korkan Bizans imparatoru gizlice Selcuklularla anlasip 19 Haziran 1097'de sehri teslim alir. Kaleye bizans bayraklari cekilir ve hacli ordusunun sehre girmesine izin verilmez.

Bundan sonra Taticius yonetimindeki Hacli ordusu Dorylaeum ("Eskisehir") sehrine dogru hareket eder. Kilic Arslan yeri tam bilinmeyen Ankara - Eskisehir arasi bir yerde bu orduyu pusuya dusurur ((Battle of Dorylaeum)). 1 Temmuz 1907'de Godfrey Turk saflarini yarip yardima yetisir ama Kilic Arslan'in ordusu onlarin da etrafini sarar ve her iki hacli ordusunu da yok edilmek ile karsi karsiya iken Papanin temsilcisi Adhemar of Le Puy'un ordusu yardima yetisir ve Kilic Arslan cekilmek zorunda kalir.

Bu savastan sonra hacli ordusu Eylul'de yeniden Turk gucleri ile karsilasip galip gelir ve Antioch ("Antakya") ya ulasirlar. Antakya'da Hristiyan Yunanli ve Ermeni'ler ile Musluman Arap ve Turkler, Selcuklu valisi Yaghi-Siyan onderliginde bir arada yasamaktadir. Vali savasa hazirlik icin 1. gun Turkleri kale sinirlari disina cikartir ve hendek kazdirmaya baslar. 2. gun Ermeni ve Yunanlilara ayni seyi yapmalarini soyler. Ancak aksam kale kapilarini kapatir ve savasta karsi tarafa gecebilecekleri korkusu ile sehre almaz.

Kusatma uzun surer (Ocak 1097, Haziran 1098). Onceleri yardima gelemeyen musluman ve Turkler'in toplanmaya basladigi haberleri gelmektedir ve hacli ordusu acliktan kirilmak uzereyken (PBS'de bahsedildi ama adini simdi hatirlayamiyorum) ordunun basindakilerden biri Yaghi-Siyan'in kale komutanlarinindan birini satin alir. Ihanetin sebebi bilinmez ama sonucunda hacli ordusu sehre girer ve coluk cocuk demeden herkesi oldurur sonrasinda bir kismi daha da ileri gidip kesip bictikleri insanlari pisirip yerler!

Bu hacli ordusunun yaptigi ilk katliam degildir ve sonuncu da olmaz. Kudusu ele gecirdiklerinde icerde kim var kim yoksa musluman, hristiyan, yahudi demeden kilictan gecirirler. Kudus kralligi kurulur ve uzun sure kralliga ciddi bir rakip cikmaz..

Ama, once Nur ad-Din (Nureddin) Suriye ve Iraktaki muslumanlari bir araya getirir ve ilk defa ciddi bir musluman guc olusturur ve 1164'de Antakya'yi Hristiyanlardan geri alarak muslumanlara bir umut isigi yakar. Onun genarellerinden biri Selahaddin, Misiri ele gecirir (1169). Selahaddin 1171'e kadar resmi olarak Nureddin'in generali sifatiyla Misiri yonetir ve 1174'de Nureddin olunce, Misir Sultani olarak Selcuklulardan bagimsizligini ilan ederek Eyyubi Hanedanliginin temelini atar.

Nureddin olunce henuz 11 yasindaki oglu Ismail onun yerine Suriye'nin basina gecer. Selahaddin, Suriye'yi almak uzere kale kapilarina dayandigindan Ismail, tarihte iyi bilinen dini bir kitleyi harekete gecirir: Hashshasin. Ingilizce "Assassin" ("kiralik katil?") kelimesi buradan gelmekte. Turkce'de hashas ya da afyon ("Marihuana") (uyusturucu kulturum yok, yaniliyor olabilirim) olarak bildigimiz bu uyusturucuyu kullananlara "hash hash yiyenler" hashshasin deniliyormus. Neyse, hashshasinler Selahaddin'in cadirina kadar sizarlar. Selahaddin olumden kurtulur ama geri cekilir.

Selahaddin, daha sonra 1 kere daha Suriye'yi ele gecirmeye calisir ama yine hashshasin'lerin cadirina kadar sizmasi onu korkutur ve bir daha denemez. Ismail'in 1181'de olmesi ile Selahaddin Suriye ve Misiri birlestirir ve Kudus Kralligini sikistirmaya devam eder.

Gelelim Balian'a ( 11341193). Balian'in babasi filmde bahsedildigi gibi Godfrey degil. Godfrey'in bir ok yarasi ile oldugu dogru ama filmde anlatilanla bir alakasi yok. Balian'in Kralin kiz kardesi Sybilla ile romantik iliskisi vs. de uydurma. Sibyilla ve Balian cok daha karisik kisilikler. Balian, 1183'de leprosy hastaligindan olmek uzere olan 4. Baldwin'den sonra, Sbyilla'nin 1. evliliginden 1177'de dogan oglu 5. Baldwin'i kollarinda tasiyarak tahta oturtur. 4. Baldwin, Sybilla'nin kocasini tahttan reddetmistir ama Sibylla'nin oglu 2-3 yil sonra olunca Guy of Lusignan, basa gecer ve karavanlara saldirilarina goz yumdugu Raynald of Chatillon 1186'da yine bir karavana saldirip Selahaddin'in kiz kardesini esir alinca savas kacinilmaz hale gelir.

Tabii olaylar filmdekinin aksine inanilmaz karisik ve entrikali. Cok kisaca yazayim. 1. Hacli seferi sonucu 4 Crusader State ("Hacli Sehri") Kudus kralligini olusturuyor. Count of Tripoli (Raymond III), County of Edessa, Principality of Antioch gibi

Balian 1187'de hala Kudus Kralliginda, Guy of Lusignan'a danismanlik yapmaktadir. Guy ile Tripoli'yi yoneten Raymond III arasinda anlasmazlik cikinca Balian, Guy'in tek basina Selahaddin'e kafa tutmasinin felaket getirecegini gorur ve ikisini baristirmaya calisir. Ilk gorusmeler basarisizlikla sonuclanir. Daha sonra Balian beraberindeki Gerard of Ridefort (Grand Master of the Knights Templar), Roger des Moulins (Grand Master of the Knights Hospitaller), Reginald of Sidon, ve Joscius (Archbishop of Tyre) ile Raymond III'un uzerine giderler ama Salahaddin ile Raymon III isbirligi yaparlar. Balian'da aslinda Raymond III'u desteklemektedir ve yolda bir iki yerde duraklayarak geride kalir. Salahaddin'in oglu digerleri ile savasa tutusur ( Battle of Cresson) ve kazanir. Balian vardiginda hersey bitmistir.

Raymond III, Balian'i guvenli bir sekilde geri gonderir ancak herhalde Salahaddin'le isbirligi yaptigina pisman olur ve bu sefer Guy ile isbirligi yapar. Guy askeri yonu guclu olmayan bir liderdir ve colden yuruttugu askerleri bitkin duser. Selahaddin'in ordusu ile Hattin'de karsilasirlar. Raymond ve Balian savasinda ortasinda sonucu gorup kacarlar. Selahaddin Guy'i esir alir.

Filmde de islenen bir gercek olay gerceklesir. Selahaddin, susuzluktan bitkin haldeki Guy'a su uzatir. Icinde zehir oldugundan suphelenen Guy suyu yardimcisina verir. Selahaddin, "Ben suyu sana vermedim" diyerek Guy'in yardimcisinin kellesini ucurur. Sonra da Guy'a doner ve "Krallar Krallari oldurmez" der...

Balian bugunku Lubnan'daki Tyre'ye kacar ama Selahaddin sehri kusatir. Balian Selahaddin'den Kudus'e donmek icin izin ister ve orda kalip Selahaddin'e karsi durmayacagi, sadece karisi ce cocuklarini alip Kudusten ayrilacagina yemin eder.

Ancak Kudus'e dondugunde, sehirde sadece 2 tane sovalye kalmistir ve sehir savunmasizdir. Halk, ondan kalip sehri savunmasini ister. Kudus patrigi, Kafirlere verilen sozu tutmak zorunda olmadigina hukmeder ve Balian, Sibylla ve Heraclius ile sehri kusatmaya hazirlar. 60 yeni sovalye yetistirirler (Filmde buna atifta bulunuluyor). Selahattin sehri kusatir ve kale duvarlarinin bir kismini yikar ama ordusu iceri giremez. En kidemli asker olarak Balian sehri temsilen Selahaddin ile gorusur ve eger Selahaddin saldirirsa, sehri yakip yikacaklarini ve muslumanlara kutsal olan her seyi yok edeceklerini soyler. Selahaddin, sozunu bozan Balian'a kin tutmaz ve 1099'da sehri alip herkesi olduren hristiyanlarin aksine sehrin teslimi halinde kimseye zarar verilmeyecegine soz verir ve sozunu tutar...

Tarihte bundan sonra 9. hacli seferine kadar baska basarisiz hacli seferleri de oluyor. 9. hacli seferini yoneten Ingiltere krali 1. Richard, The Lion-Hearted (Aslan Yurekli Richard) ile Selahaddin arasindaki mucadele Hristiyan - Musluman mucadelesinin simgesi haline gelir ve efsanelesir!

Hacli seferleri, hem musluman hem de hristiyan dunyasinda buyuk izler birakti ve uzerinden 1000 yil gecmesine ragmen hala kollektif hafizalarda yasamaya devam ediyor...

Pazar, Kasım 20, 2005

Fuji F10 olsun...


Simdi, daha onceki bir yazimizda (alsak alsak ne alsak - 02 Kasim 2005) illa da flip-out lcd (ayrilan ekran) olsun diye tutturdugumuzu bilenler sasiracak ama Fuji F10 aldik!

Efendim olay soyle oldu! Bezen hanimefendi her isi son dakikaya birakma huyumu bildiginden 'bu hafta makine isini hallet' deyu buyurdu! Aslinda bu aralar hafta ici 8'de is basi yapip 4.30 gibi kactigimdan olmayacak is degil ama is pek bir stresli. Bu aralar patronlarin hey heyleri uzerinde, pireyi deve yapma egilimindeler.

O yuzden Pazar gunu B&H'e gider bakariz dedik. Bu arkadaslar yahudi oldugu icin Cumartesileri kapalilar ama Pazar gunu calisiyorlar. Orda calisan bir Turk tanidigimiz var (Sarkis). Emine Uygur'la makine almaya gittigimizde bize yardimci olmustu. Yine ondan yardim istedik. Basi acaip kalabalikti ama sagolsun anlatti ve Nikon CoolPix 8700 ve Canon G6'lar bizim eski makine turevi aletler ama yavasligindan illallah demistik. Onun onerisi ile Fuji FinePix F10 aldik. Kucuk bir fotograf makinesi bu, tasimasi kolay olacak. Herhalde tatil donusu iyice bir kanaatimiz olusur, baskalarina tavsiye edip edemeyecegimizi goruruz...

Film: Harry Potter & Goblet of Fire

Filmin acilis haftasonu oldugu icin Cumartesi aksami ancak 11:30'a yer bulabildik. 2.5 saat sonunda film bittiginde Bezen'e birbirimize bakip 'bu ne yaaa?' dedik. Balkir neye tepki verdigimizi anlamadi :)

The goblet of Fire, Harry Potter serisinin 4. kitabindaki olaylari katlediyor. Filmi oyle kesmis bicmisler ki kitabi okumayan birinin ne olup bittigini anlamasi cok zor. Kaldi ki kitapla uyumlu olmayan bir suru yer var. Kitapta gayet uzun uzun islenen bir suru karakter ve olay (Percy, Elf'ler, Sirius Blake), Severus Snape ve Draco Malfoy ile Harry Potter'in dusmanliklari vs. tamamen es gecilmis. Mesela Harry, Dragonlar konusunda aldigi ipucunu Cedric Diggory ile paylasmak ister; cunku Madame Maxime'in kendi ogrencisini durumdan haberdar edeceginden emindir ve satoya donerken yolda Bulgar ogrencilerin hocasi Igor Karkaroff'u gorur (filmde bu yok) ve sadece Cedric'in durumdan haberdar olmadigini dusunerek ona yardimci olmak ister. Onunla konusmaya giderken, bazi ogrencilerin "Potter Stinks" yazili ses cikartan rozetler taktigi goruluyor filmde ama niye boyle bir sey yaptiklarini anlatan bir ipucu yok. Oysa kitaptan biliyoruz ki Draco Malfoy bunu icat edip tum Slitheren'lara dagitiyor...

Mad Eye Mudi rolundeki Party Crouch, Harry'den Marauder'in tum Hogswart sinirlarindakileri gosteren haritasini aliyor ve o sayede babasi satoya yaklasirken onu olduruyor. Oysa filmde sadece bir ara Barty Crouch olu bulunuyor. Neden, nasil anlatilmiyor...

Hadi bunlar eksikler diyelim, bir de farkliliklar var. Neville Longbottom'in anne ve babasini iskence ile delirten Party Crouch Jr. degil, Draco Malfoy'un halasi (bu filmde adi bile gecmiyor ama 5. kitapta Harry'in vaftiz babasi Sirus Blake'i duelloda oldurecek olan cadi).

Harry'nin su altindaki degisimine sebep olan maddeyi bilen ve calan da Neville degil, Harry'nin taa 2. kitapta ozgur biraktigi Elf'lerden biri... Neyse yaramiz derin, filme 5/10 verdik.

Cumartesi, Kasım 19, 2005

Liman'da Bulusma...

Cumartesi gunu Balkir'la Manhattan'da bulusup saat 3'de Brooklyn'deki Liman Restorana hareket ettik. Sirket icinde, Goldman Sachs'da calisan Turklerin uye oldugu bir e-mail listemiz var. Oraya gelen bir e-mailde buyuk finans firmalarinda calisan Turklere bulusalip/tanisalim cagrisi yapiliyordu. Morgan Stanley'den Yagmur Kanbas ve Ernst & Young'dan Engin Yilmaz'in gayet basarili bir organizasyonu ile yaklasik 50 kisi Liman Restoran'da bulustuk.

Dedigim gibi organizasyon cok basarili idi. Grup cok kisa zamanda kaynasti ve gayet eglenceli guzel bir aksam yemegi yedik. Ernst & Young'da calisan bayagi bir insan varmis. Citigroup'dan da gelenler oldu. Bizim Jersey kabilesinden de hem Eda - Murat Kilic, hem de Emine - Murat Uygur geldi. Sirket ici daha once e-maillesip gorusemedigimiz insanlarla bir fiil tanismak mumkun oldu. Hos bir tesaduf eseri, yanimizda oturan Berna - Baran ciftiyle sohbet ederken, onlarin da bizim gibi 3 yildir Rutherford'da oturdugunu ogrendik :)

Yemek aksam saat 7'de bitti. Fotograf makinesi satin almayi Pazara biraktigimiz icin bulusmadan resimler yok elimizde simdilik. Ulasirsa, koyacagiz. Yemek sonrasi bir grup Manhattan'da devam etmeye karar verdi. Biz, sinemaya Harry Potter izlemeye gitmeyi planladigimiz icin ona katilmadik...

Çarşamba, Kasım 16, 2005

Kitap: Fatal Shore


Robert Hughes'in "Fatal Shore" (Olumcul sahil) - "The Epic of Australia's Founding" (Avustralya'nin kurulusunun efsanesi) kitabini dinlemeyi nihayet bitirebildim. 600 sayfalik bu kitabin audiobook'unu dinlemek 30 saat duruyor. Sadece ise gidip gelirken dinledigim icin bitirmem bir ay surdu.

Kitap, ana tema olarak Avustralya'nin kesfi ile baslayip, Ingiltere'nin Avrupa'da Fransa ile giristigi amansiz mucadelenin diger kitalara sicramasinin bir sonucu olarak Avustralya'yi kolonilestirmeyi ve bunu da baslangicta Ingiltere'deki suclulari oraya gonderip calistirmak suretiyle basarmayi deneyisini anlatiyor.
Kitaptan, 1700'lerin sonunda Kral George'un Georgian Ingiltere'sinde, sefaletin diz boyu oldugunu ancak bir ekmek calan insanlarin bile 10-15 yil hapis hatta ve hatta biraz daha fazlasini yapmissa olum cezasina kadar giden cok agir cezalara carptirildigini ogreniyoruz. Tabii Kral merhametini(!) sergileyip bu olum cezalarini Avustralya'da 7 yil - omurboyu surgun gibi hafif cezalara ceviriyormus bolca. 1780'lerin sonunda ilk suclular, 8 aylik bir gemi yolculugundan sonra Avustralya'ya variyorlar. O donemde tip ve hatiracilik, denizcilik vs. ileri olmadigindan hem ellerindeki haritadan Avustralya'yi bulmalari uzun suruyor hem de epey bir insan yolda oluyor. Sonrasinda, 2 yil yiyecek gelmeyince kitliktan insanlar bir deri bir kemik kaliyor. Zaten kitlik yaklasik 10-15 yil boyunca koloninin en buyuk sorunu oluyor.

Kitap inanilmaz detayli olarak mahkumlarin gonderilmeye baslandigi 1780'lerden, sonlandigi 1850'lere kadar aborjinlerin yasamlarini ve katledilislerini, denizciligin durumunu, gelismesini ve yolculuk hikayelerini, sonrasinda ozellikle simdiki adi ile Tazmanya olarak bilenen Van Diemen's Land ve Norfolk Adalarindaki sadist hapishane mudurlerinin insanlik disi eziyetlerini, cogu sonu olumle, bazilari yamyamlikla, cok azi da basariyla sonuclanan kacislari ve isyanlari ve bu arada Ingiltere'deki gelismeleri anlatiyor. Gonderilen 150.000 mahkumun arasindan secilmis onlarca insanin yanisira onlari ve Avustralya'yi yonetenlerin hayat hikayesini dinliyorsunuz.

Bir yandan dinleyip, bir yandan da okuduklarimi Wikipedia'dan arastirarak (Ornek: Bushrangers) epey bir bilgi sahibi oldum. Hatta yazarin soyledigine gore, Avustralya'lilar 1850'ye kadar tarihlerini 'unutma' egiliminde olduklari ve okullarinda, kitaplarinda pek yer almadigi icin belki bir Avustralya'lidan daha fazla bilgi sahibi oldum. Mutluyum, gururluyum :)

Salı, Kasım 15, 2005

Hurma YE #4 - Hurmali Risotto ve Hurma Toplari

Dorduncu ye etkinliginin konusunun hurma oldugunu gordugumde uzuuun suredir hurma yemedigim aklima geldi. Bir ara cok yerdim, bikmisim herhalde. Bir de cheesecake'den biksam butun kilo dertlerim sona erecek ama...:)) Neyse, konuyu degistirmeyelim. Bu ayin etkinligi icin iki tarif denedim. Hurmayi farkli bir yemekte deneyeyim diye internette bakinirken bir risotto tarifi gordum. Pilavin her turlusunu cok severim. Oyle olunca risottoyu gorur gormez arastirma yapmayi da bitirdim tabii:))

Hurmali ve Kayisili Risotto



Malzemeler

· 3 yemek kasigi zeytinyagi
· 3 yemek kasigi kirmizi biber sosu (ben biber salcasi koydum)
· 1 sogan
· 1.5 kap kisa (short grain) pirinc
· ½ kap vermut (dry)
· 5 kap tavuk suyu
· ½ kap maydanoz
· 1 kap hurma
· 1 kap kuru kayisi (ben kurutulmus mango kullandim)
· ½ kap ceviz

Yapilisi

1. Bir tencerede zeytinyagini ve salcayi orta ateste kavurun.
2. Kucuk dogranmis soganlari ekleyin ve kavurmaya devam edin.
3. Pirinci ekleyin ve karistirin.
4. Vermutu ekleyin ve pirinc vermutu cekene kadar ara sira karistirin.
5. Bir kap tavuk suyu ekleyin, su cekilene kadar karistirarak pisirin, sonra ikinci kap tavuk suyunu ekleyin ve risotto pisene kadar boyle devam edin. Ben dort kap tavuk suyu kullandim, yeterli geldi. Kahverengi pirinc kullandigim icin de pisme suresi biraz daha uzun oldu.
6. Kiyilmis maydanoz, kucuk parcalara bolunmus hurma, kuru kayisi ve cevizi ekleyerek iyice karistirin. Haftasonu Chinatown’da dolasirken kurutulmus mango bulmustum, kayisi yerine onu kullandim. Pilavimi cok tatli sevmedigim icin toplamda bir kap hurma ve mango koydum. Cevizi de iki katina cikartarak bir kap koydum. Bu malzemeleri isteginize gore artirip azaltabilirsiniz.

Tarifi Emeril’in sayfasindan aldim. Bizim hosumuza gitti. Yaninda salatayla hos bir aksam yemegi oldu.

Hurmali Toplar




Risottoyu yaptiktan sonra arta kalan hurmalar da tatli olsun dedim ve hurmali toplar yaptim. Hurma agirlikli bir aksam yemegimiz olmus oldu boylece:)

Malzemeler

1 yumurta
1.5 yemek kasigi tereyag
1 kap esmer seker (hurma zaten tatli oldugu icin ben sadece bir tatli kasigi beyaz seker koydum)
1 kap kucuk dogranmis hurma
1 yemek kasigi vanilya
1 kap hindistan cevizi
2 kap Rice Krispies (herhangi bir tatli kahvalti gevregi ya da tatli biskuvi de olur)

Yapilisi

1. Isiya dayanikli bir kapta yumurta, yag, seker ve hurmayi iyice karistirin ve yogunlasana kadar pisirin.
2. Kabi atesten alip vanilyayi ekleyin ve karistirin.
3. Sogumaya basladiginda ufalanmis rice krispies’i veya biskuviyi ekleyin. Ben Quakers’in elmali ve tarcinli citirlarini kullandim, cok hos bir tat verdi. Hepsini karistirin ve kucuk toplar yaparak hindistan cevizine bulayin. Top yaparken elinizi ara sira islatirsaniz karisim elinize yapismiyor.

Sicakken de fena degiller ama buzdolabinda bir gun kalinca ertesi gune cok daha guzel oldular.


Burda sokakta meyve satilmasi cok yaygin. Seyyar arabalarda cesit cesit meyveler taneyle satiliyor ve hemen her yerde var bu arabalardan, cok iyi oluyor elinizin altinda sokakta dolanirken yiyebileceginiz taze meyvelerin olmasi. Chinatown’daki meyve saticilarinda biraz daha farkli meyveler oluyor haliyle. Iste ordaki meyve arabalarindan birinde taze hurma gordum. Ben hurmanin sadece iyice olmus halini gormusum simdiye kadar, bu sekilde de oldugunu hic bilmiyordum. Acik kahverengi, kucuk ve sert bir meyveydi. Ortasinda cekirdegi var ve tadi biraz elmayi andirdi bana. Ilgincti.

Pazar, Kasım 13, 2005

Film: Crash

Crash, 2004 yapimi, kadrosunda pek cok meshur ismi barindiran (Don Cheadle, Matt Dillon, Sandra Bullock, Brendan Fraser) cok guzel ama anlatmasi cok zor bir film. Cesitli irk ve gecmisleri olan insanlarin hayatlarindan birer kesit sunuyor film bize...

Tam benim sevdigim tur bir film! Birinin hayatinda siradan gorunen bir olay, bir baskasinin hayatini etkiliyor. Bu etkilesim, bazen olumle sonuclanan trajik sonuclar doguruyor, bazen birilerinin hayatini kurtariyor. Sartlarin ve birikimlerin masum gorunen insanlarin canavarlastirabildigine tanik oluyorsunuz. Ama izleyecekler icin fazla da ip ucu vermeyelim...

Biz filmi cok begendik, IMDB'ye gore de en cok begenilen ilk 250 film arasina girmis bile...9/10

Cuma, Kasım 11, 2005

Gypsy Festival

Buna gecen Cuma aksami gitmistik aslinda ama yazmaya ancak sira geldi. Gypsy Festival 29 Ekim – 6 Kasim arasi devam etti. Maia, ara sira gittigimiz guzel bir meyhane. Mezeleri cok guzel. Simdiye kadar hic mezeyi asip da ana yemek isteme kismina gelemedim, ama gordugum kadariyla ana yemekler de guzel. Hemen her aksam bir etkinlik var, mini konserler, canli muzik, gobek dansi, nargile…

Biz de festival kapsaminda Husnu Senlendirici’yi izlemeye gittik. Cok guzel bir aksamdi ve cok kalabalikti. Oncesinde yemegi de orda yedigimiz icin fazla kalabaliklasmadan kendimize kenarlarda oturacak yer bulacagimizi dusunuyorduk ama oyle olmadi. Yemekler bittikten sonra masalarin kaldirilacagini soyleyerek bizi disari cikardilar. Tekrar iceri alindigimizda kenarlardaki sinirli sayida oturma yerlerinin hepsi doluydu. Ayakta kaldik ama calanlari yakindan gorme imkani bulduk boylece. Disarida cok bekleyen yok gibi gorunuyordu ama birden doluverdi icerisi. Husnu Senlendirici’nin yani sira Ismail Lumanovski (Makedon) da oldukca uzun sureli bir muzik soleni verdi bize. Husnu Senlendirici tabi ki cok iyi, cok etkileyici caliyor. Biz Ismail’e de tam puan verdik, performansi harikaydi bizce, sahnede en uzun o kaldi zaten. Cok da guleryuzluydu, kendisi de cok egleniyordu calarken, cok sevdik. Ilk ara verildiginde gidenler olunca kendimize oturacak yer ve dansedecek alan da bulmus olduk. Gece sonunda yorgun, uykulu ama mutlu ve klarnete doymus olarak eve donduk:))

Çarşamba, Kasım 09, 2005

Rastgele 20 Sey


Canim arkadasim Dilara hayatimdaki rastgele 20 sey icin sobelemis beni. Ben de rastgele yaziyorum iste:

1. Gezmeyi, farkli yerler gormeyi cok seviyorum. Yilda en az bir (hatta iki) farkli ulke gormeyi hedefledim ve son 2-3 yildir bunu uygulamaya calisiyorum, kesfedecek o kadar cok yer var ki…
2. Tatli, bir tutku benim icin. Tatli yemedigim gun birseyler eksikmis gibi geliyor. 7 gun 24 saat tatli yiyerek yasayabilirim sanirim (ozellikle cheesecake:)).
3. Dogumgunlerine cok onem veririm ve cevremdekilerin dogumgunlerini asla unutmam. Olur da gunun tarihinden bi haber oldugum icin kacirirsam kendimi cok kotu hissediyorum.
4. Oldum olasi saclarimla oynarim. Cocukluktan kalan bir aliskanlik. O zaman da parmagimi saclarima dolar oynardim simdi de farkinda olmadan ayni seyi yaparken buluyorum kendimi.
5. Icki ictigim zaman ceneme vuruyor, gevezelesiyorum.
6. Telesekretere mesaj birakmaktan hic hoslanmiyorum, ozurluyum o konuda. Ne diyecegimi sasiriyorum, eee iii derken garip bir mesaj cikiyor ortaya.
7. Farkli yemekler denemeyi, yemek uydurmayi cok seviyorum. Bir yemek uydururken o anda aklima ne gelirse ve elimin altinda ne bulursam onu koydugum icin genelde daha sonra ayni yemegi yapmak istersem malzemelerin tamamini hatirlamiyorum. Adil pek sikayetci degil bu durumdan ama yemege misafir gelecegi zaman deney yapmaya kalktigimda geriliyor biraz, ne olur ne olmaz diye pizzacinin telefonunu hazir tutuyor:)
8. Kitap okumayi cok seviyorum. Kitaplarim da cok degerli benim icin. Verdigim kitaba iyi bakmayan birine bir daha kitap vermiyorum. Buraya tasinirken kilo siniri yuzunden cok az kitap getirebilmistim. Simdi Turkiye'ye gittikce ucer beser tasiyorum buraya. Daha genis bir eve ciktigimizda bos bavulla gidecegim Turkiye'ye kitap tasimak icin:) Su ara pek vakit bulamiyorum kitap okumaya ama onda da audiobooklar imdadima yetisti, yolda, gymde, evde is yaparken vs kitap dinliyorum.
9. Gerilim ve korku filmleri favorim. Ozellikle gece seyretmeyi seviyorum.
10. Isyerinde hep cok isim olmali. Ayni anda birkac isle birden ugrasmaliyim, yapilmasi gerekenler listem bir sayfanin altina dusmemeli. Isleri vaktinde yetistirmek icin ordan oraya kostururken daha zevkle calisiyorum, yetisecek yetismeyecek hangi biri yetisecek telasi farkli bir keyif veriyor ve daha verimli oluyorum. Kendimi de cok iyi ve zinde hissediyorum oyle zamanlarda. Az isim oldugu zaman konsantre olmakta zorlaniyorum, canim sikiliyor.
11. Bogazima cok duskunum. Yemek muhabbeti yapmaya da bayiliyorum, yemek ustune saatlerce konusabilirim.
12. Aciktigim ve uykumu alamadigim zaman asabi olurum. Ozellikle uykumu alamadigim zaman!
13. Sabahlari cok erken kalkmaktan nefret ediyorum (sabah 8.00’den oncesi benim icin cok erken:)).
14. Maymun istahliyim biraz (Adil’in biraz mi dedigini duyar gibiyim:)). Ani bir hevesle birseyler yapmaya basliyor (fransizca, gitar, etamin, scrapbooking…vs) ve ayni hizla birakiyorum. Yeni birseye basladigimda Adil ve Balkir iddiaya girmeye basladilar artik kac hafta (hatta gun) sonra sikilacagim konusunda.
15. Farkli ve sehir ve ulkelere ait magnet biriktiriyorum. Onceleri sadece kendi gittigim yerlerden aldiklarimla sinirlamistim bunu ama uzun bir suredir farkli yerlere giden arkadaslarimdan da istiyorum. Yapmak istediklerimden biri de eyelet haritasi bicimindeki magnetlerle Amerika haritasini olusturmak.
16. Disciden cok korkarim. Dis temizligine gittigimde bile oncesinde anestezik ilac surduruyorum, dusunun artik gerisini:)
17. Yuzler aklimda kaliyor ama isimleri cabuk unutuyorum.
18. Esnedigim zaman gozlerim yasariyor, birkac kere ustuste esnersem agliyor gibi gorunuyorum. Toplanti vs gibi yerlerde olunca bu hemen yakalaniyorum haliyle.
19. Makyaj yapmam, topuklu ayakkabi giymem.
20. Film seyrederken ya da kitap okurken birseyler yemek cok hosuma gidiyor.

Korktugum kadar zor olmadi listeyi cikarmak. Bir baslayinca arkasi geliveriyor. Ben de, yazmak isterse eger, Dilek’i sobeliyorum. Diger ceviz Adil'i de sobeleyecektim ama cok isim vaar diye pek bi melul melul bakti vazgectim:))

Eski yazilar...Internet Bağlantısını Nasıl Paylaştırabilirsiniz?

Asagidaki yazinin aslini http://www.odtumd.org.tr/calismagr/yayin/bulten/106/mezun_net.htm adresinde okuyabilirsiniz...

Internet Bağlantısını Nasıl Paylaştırabilirsiniz?

Önce, bir iki senaryo düşünelim: Evde iki bilgisayarınız var ama internete bir tanesindeki modem ile bağlanıyorsunuz. Diğeri için ikinci bir telefon hattınız yok ya da ikinci bir abonelik satın almak istemiyorsunuz... Küçük bir ofisiniz, birkaç tane bilgisayarınız var. Bu bilgisayarlardan bir tanesi ile internete bağlanabiliyorsunuz ama ucuz yoldan hepsini bağlamak istiyorsunuz.

İşte çözüm: Internet Connection Sharing (ICS). ICS Windows 98 Second Edition ve sonrasında çıkan tüm Microsoft İşletim sitemlerinde mevcut. Ben size bir XP bilgisayar ile bu işin nasıl yapılacağını anlatacağım.

Ancak tüm işletim sistemlerinde benzer adımlarla paylaştırmayı yapabilirsiniz. XP’deki ICS’in önceki işletim sistemine göre daha avantajlı ve güvenilir olduğunu söylemekle yetinip nelere ihtiyacımız olduğuna bakalım.

ICS yapacağınız bilgisayarın hem internete hem de bağlantıyı paylaşacak diğer bilgisayarlara bağlı olması gerekiyor. Internet bağlantınız Analog Modem, DSL ya da Kablo Modem olabilir. Modem dışında, diğer bilgisayarlarla haberleşmenizi sağlayacak bir network kartına ihtiyacınız var.

Eğer evinizde sadece iki bilgisayarı bağlayacaksanız, her ikisinde de network kartı olmalı. Bu iki bilgisayarı birbirine bir cross-kablo ile (ucuz yöntem) ya da bir hub ile bağlayabilirsiniz. Ofis ortamındaki bilgisayarları birbirine bağlamak için de yine hub ya da switch kullanabilirsiniz.

ICS’i “enable” etmeden önce hem internete bağlanabildiğinizden hem de paylaştıracağınız bilgisayarlar ile bilgi alışverişi yapabildiğinizden emin olmalısınız. Ayrıca, TCP/IP protokolunun tüm bilgisayarlarda yüklü olması gerekir. XP’de START>CONTROL PANEL> NETWORK CONNECTIONS’a tıklayıp tüm network bağlantılarınızı görebileceğiniz şekildeki gibi bir pencereye ulaşacaksınız. Diğer işletim sitemlerinde benzer şekilde START>CONTROL PANEL>NETWORK & DIAL-UP CONNECTIONS’a tıklamanız gerekiyor. Şekil-1

Şimdi paylaşımı yapacağımız internet bağlantımızın (bu örnekte TrNET) üzerine sağ tuşla tıklayıp PROPERTIES’i seçiyoruz. Gelen bağlantı özellikleri penceresinde ADVANCED sekmesine (tab) tıklayınca şekildeki seçeneklere ulaşıyoruz.



Diğer işletim sistemlerinde PROPERTIES’e tıkladıktan sonra SHARING sekmesini seçmemiz gerekiyor.
Şekil-2


XP olmayan bilgisayarlarda sadece "Enable ICS for this connection" seçeneği göreceksiniz.

İhtiyacınıza göre yukarıdaki seçenekleri işaretleyip OK tuşuna bastığınızda, bilgisayarınız ICS HOST haline gelecektir. ICS HOST haline gelen bilgisayarın IP adresi 192.168.0.1 olur. Bu bilgisayar artık DHCP ve DNS sunucusu olarak da diğer bilgisayarlara hizmet verebilecek hale gelmiştir.

Burada bir parantez açıp DHCP ve DNS’i kısaca açıklayayım. Dynamic Host Configuration Protocol (DHCP), bir network ortamına dahil olan her bilgisayara otomatik olarak IP adresi vermek için kullanılır. ICS HOST üzerindeki DHCP sunucusu elbette Windows 2000’lerdeki DHCP sunucusu gibi gelişmis değildir ve sadece 192.168.0.0 bloğundan IP adresi dağıtabilir.

DNS sunucusu ise isimleri IP adresine dönüştürmeye yarayan bir programdır. Mesela siz www.odtumd.org.tr adresine gitmek istediğinizde, DNS sunucunuz sizin için bu adrese karşılık gelen IP adresini bulur.

Şu ana kadar ICS hizmetini verecek bilgisayarın ayarlarını tanımladık. Şimdi diğer bilgisayarların internete bağlanabilmesi için neler yapması gerektiğine bakalım. Öncelikli şart Internet Explorer 5.0 veya üstü sisteminizde kurulu olmalı.

Windows 95/98/ME

1) Internet Explorer’da TOOLS > INTERNET OPTIONS > CONNECTIONS sayfasında NEVER DIAL A CONNECTION işaretli olmalı. Ayrıca yine bu sayfadan LAN SETTINGS’e gidip hiçbir seçeneğin işaretli olmadığından emin olmalısınız.

Şekil-3
2) Bundan sonra network kartımızın TCP/IP ayarlarını yapmamız gerekiyor. NETWORK NEIGHBORHOOD’a (ME’de MY NETWORK PLACES) sağ tuş ile tıklayıp PROPERTIES’i seçiyoruz. Gelen pencerede Network kartımıza bağlı olan olan TCP/IP protokolüne tıklayıp PROPERTIES’i seçiyoruz (Eğer iki tane TCP/IP protokolu görürseniz, Dial-UP Adapter yazmayan sizin network kartınıza işaret ediyordur).

Şekil-4

TCP/IP ayarlarını otomatik ya da elle yapabiliriz. Otomatik yapılmasını istiyorsanız, şu ayarları yapmanız gerekiyor:

IP ADDRESS: Optain an IP Address Automatically
WINS CONFIGURATION: Use DHCP for WINS resolution
GATEWAY: Boş bırakın
DNS: Disable DNS

Kendiniz ayarları yapacaksanız, benim tavsiyem IP ADDRESS kısmına dokunmayın.
GATEWAY adresini 192.168.0.1 olarak girin.
DNS’i enable edip HOST kısmına herhangi bir isim verin. DOMAIN kısmı boş kalsın. DNS SERVER SEARCH ORDER kismina yine 192.168.0.1 yazıp ADD’e basın.

WINDOWS 2000

Windows 2000’lerde de benzer ayarlar söz konusu. Yine yukarıda 1. bölümde anlatılanları yaptıktan sonra 2. bölümde hatırlamanız gereken şu. Eğer kendiniz ayarları yapacaksanız aşağıdaki şekilde görüldüğü gibi ayarları yapmalısınız.

Yok eğer otomatik ayar yapılsın istiyorsanız, "OBTAIN AN IP ADDRESS AUTOMATICALLY" ve "OBTAIN DNS SERVER ADDRESS AUTOMATICALLY" işaretli olsun.

Şekildeki IP adresi 192.168.0.254. Biliyorsunuz her bilgisayara farklı bir IP adresi vermelisiniz. ICS HOST, 192.168.0.2 den başlayarak yukarıya doğru IP’leri dağıtır. Eğer elle ayar yapacaksanız 254’den aşağıya IP adreslerini verebilirsiniz.

Son olarak size bu konu ile ilgili daha fazla bilgi alabileceğiniz bir kaç adres vermek istiyorum.

http://www.microsoft.com/windowsxp/pro/using/howto/networking/ics.asp
http://www.microsoft.com/INSIDER/ARTICLES/ics.htm
http://www.practicallynetworked.com/sharing/

Adil HİNDİSTAN (CE’93)

Eski yazilar...DNS nasil calisir?

Fi tarihinde ODTU-MD'nin bultenine yazdigim bir iki yazi lazim oldu, bakindim hala duruyorlar. Kolayca ulasilabilmesi icin asagiya kopyaliyorum:
http://www.odtumd.org.tr/calismagr/yayin/bulten/104/mezun_net.htm
Ocak 2002'deki bu yazida DNS'in nasil calistigini yazmisim basit bir dille.


MERHABA 2002

Yeni bir yıla girdik, umarım bitirdiğimizde gülümseyerek hatırlayacağımız bir yıl olur. Bu ay size bir site tanıtıp sonra biraz teknik ama elimden geldiğince anlaşılır bir dille internetin işleyişine yönelik bilgiler vermeyi amaçlıyorum.

WHATIS

Pek çok yerde anlamını bilmediğiniz teknik terimlerle karşılaşabilirsiniz. Whatis?com sitesi ( http://www.whatis.com ) tam da bu ihtiyaca cevap vermek için hazırlanmış! Merak ettiğiniz tüm bilgisayar terimlerinin açıklamalarını buradan öğrenebilirsiniz...

DNS ?

Burada yazacaklarım aslında oldukça karışık bir konunun, DNS’in kolay anlaşılabilir bir özeti olacak!

Bir siteye erişmek istediğinizde tarayıcınıza adresi yazıyorsunuz ve sayfa karşınıza geliyor. Internet’e bağlı her bilgisayarın, diğer hiçbir bilgisayarda kullanılmayan 32 bitlik bir IP numarası olması gerektiğini biliyoruz (Proxy, Network Address Translation teknolojilerini bilenler, şimdilik unutsun). Bilgisayarlar bu IP numaraları aracılığıyla biribirlerine ulaşıyorlar.

Bir örnekle açıklayalım. Microsoft’un web sitesini tuttuğu bilgisayarın IP adresi 207.46.230.218; o halde eğer biz Microsoft’un web sitesine gitmek isteseydik browserımızın adres kısmına http://207.46.230.218 yazmamız gerekirdi. Oysa http://www.microsoft.com hatırlaması çok daha kolay bir adres. İşte www.microsoft.com adresinin 207.46.230.218 e dönüştürülmesi işini yapan programa Domain Name System (DNS) deniliyor. Adresi ya da başka bir deyimle alan adını (Domain Name) IP adresine dönüştürme işine ise ‘Alan adı çözümlemesi’ (DNS Name Resolution) deniliyor.

DNS programının çalıştığı sunucu bilgisayara DNS Server ya da Name Server adı veriliyor. Şimdi bu isim çözümleme işinin nasıl yapıldığına bakalım.

Yukarıdaki şekilde görüldüğü gibi biz web sitesinin adresini yazdığımızda, bilgisyayarımız önce bu adresi kendisinde tanımlı olan DNS sunucuya (Local Name Server) soruyor (1).

Eğer sunucu bu adrese cevap vermeye yetkili değilse, kendisinde kayıtlı olan, en üst seviyedeki alan adlarının (Top Level Domain Names) tanımlı olduğu Kök sunuculardan (Root Name Server) birine adresi soruyor (2).

Kök sunucu adrese bakıyor, www.microsoft.com adresine cevap vermeye kendisi yetkili değil ama .com adreslerine cevap verebilecek sunucuyu biliyor ve sizin DNS sunucunuza bu adresi bildiriyor.

Sunucunuz .com alan adlarını tanımlı olduğu sunucuya aynı soruyu soruyor (3). Cevabi o da bilmiyor ama microsoft.com’un adresini biliyor!

Sunucunuz, bu kez Microsoft’un DNS sunucusuna aynı soruyu soruyor (4). Microsoft’un sunucusu, microsoft hakkında sorulan sorulara cevap vermeye yetkili olduğu için, sunucu üzerindeki tabloya bakıyor ve www adresinin Ipsini sizin sunucunuza veriyor! Burada küçük bir not; eğer cevap vermeye yetkili ise DNS tablosunda alan adının (microsoft.com) karşısında bir NS (Name Server) kaydı bulunur.

Sunucunuz, IP adresini, isteyen programa veriyor ve görevini tamamlamıyor (5). IP adresini öğrenen browser bu adresi kullanarak www.microsoft.com sitesine ulaşıp siteyi size görüntülüyor.

ÖRNEK...

Diyelimki ABC adında bir şirketiniz var. Türkiye’de alan adlarını ODTÜ’den satın aldığınız için, ODTÜ’ye başvurdunuz ve abc.com.tr alan adını iki yıllığına satın aldınız. Aynı zamanda bir DNS sunucusu kurdunuz ve bu sunucu için internet hizmeti satın aldığınız şirket size 195.195.195.195 IP’sini verdi. ODTÜ’ye DNS sunucunuzun bu adresini de bildirdiniz...

Artık, örneğin www.abc.com.tr adresine ulaşmak isteyen biri, yukarıdaki grafikteki gibi 2. adımdan sonra .tr kayıtlarının tutulduğu ODTÜ’deki sunucunun adını öğrenecek, 3.ve 4. adımda ODTÜ’den sizin DNS sunucunuz IP sini öğrenecek ve 5. adımda da sizin sunucunuzdan WWW adresine karşılık gelen IP adresini bulup sitenizi ziyaret edebilecek.

Hatırlanması gereken nokta, alan adlarını IP adresine dönüştüren mekanizmanın DNS olduğudur. Tekrar edelim burada alan adı=abc.com.tr dir. www ise ilgili servisi (burada web servisi) veren bilgisayarın ismidir ve internet dünyasında genel adıyla HOST diye tanımlanır.

Mesela Dial-up internete bağlanıyorsanız, servis sağlayıcınız bağlantı anında size geçiçi bir IP ve kendi DNS sunucusunun IP sini verir. Eğer servis sağlayıcınızın DNS sunucusunda bir problem varsa, alan çözümlemesi yapamayacağınız için IP adresini bilmediğiniz hiç bir siteye ulaşamazsınız.

E-POSTA’NIN YOLCULUĞU

Buraya kadar DNS’in nasıl çalıştığını ve alan adını nasıl çözümlediğini anlattık. Web sitelerine ulaşmamıza yardımcı olan DNS e-postalarımızın yerine ulaşmasında da rol alır.

Şimdi bana bir e-posta göndermek istediğinizi varsayalım. Siz e-postanızı yazıp ‘gönder’ tuşuna bastıktan sonra neler oluyor ? Öncelikle, e-posta sunucunuz, sizden bu e-postayı alıp @ işaretinden sonraki kısmına bakıyor. Benim e-posta adresim adilhn@yuksel.net; o halde e-posta sunucunuz @yuksel.net bölümüne bakacak. Sonra bu adrese ulaşmak için DNS’tan yardım isteyecek. DNS yuksel.net adının kime (yani hangi IP adresine) ait olduğunu bulmak için yukarıdaki işlemleri takip edip 195.155.150.2 no.’lu IP’nin yuksel.net’e ait olduğunu bulacak.

195.155.150.2 adresindeki DNS e-postayı aldığında bunu ilgili e-posta sunucusuna göndermesi gerektiğini bilir. Bu adresi bulmak için kendi tablosuna bakar ve MX (Mail Exchange) kaydının karşısındaki IP numarsını bulup, e-postayı ilgili bilgisayara gönderir.

DNS TABLOSU

Bundan sonraki iş, yuksel.net’in posta sunucusuna aittir. O da kendi tanımlarına bakar ve yuksel.net adresine gönderilen e-postaları kabul etmeye ayarlı olduğu için e-postayı alır. Sonra @ işaretinden önceki kısma bakar ve ilgili posta kutusuna paketi teslim eder. Daha sonra ben e-posta okuyucu programim ile (örneğin MS Outlook) e-posta sunucusuna bağlandığımda, paket (e-posta) elime ulaşmış olur ve yolculuk tamamlanır.

DNS kayıtları yukarıdaki gibi text dosyasında tutulur. Burada;

MX (Mail eXchange) kaydı E-posta sunucusunun adını,

NS (Name Server), yuksel.net adresi için DNS sunucusunun adını

A (host) ise çeşitli bilgisayarların (www, adilpc gibi) IP adreslerini gösterir.

Dolayisiyla, DNS’ten adilpc.yuksel.net adresi sorgulandiginda 195.155.150.50, www.yuksel.net adresi sorgulandığında 195.155.150.2 cevabı alınacaktır.

E-POSTA AYARLARI (POP3, SMTP)

Burada size e-mail configürasyonu Outlook’ta şöyle yapılır, Netscape’de böyle yapılır diye ezberletmek yerine, mantığını anlatacağım. Böylece her e-mail programını anlayarak ayarlayabileceksiniz.

Öncelikle tanımlardan başlayalım. POP3, SMTP ve IMAP birer protokoldürler. Yani Sunucu (Server) ile İstemci (client) programlarının biribirleri ile anlaşabilmeleri için kullandıkları KURALLAR!

Bir postane düşünün (ODTÜ’den alışık olduğumuz bir dille söyleyecek olursam ‘assume that’ ;-) İçinde adınıza özel iki tane posta kutusu bulunsun, biri gelen, diğeri gidenler için.

Mektuplarınızı almak istediğinizde, yardımcınızı çağırıp (1) ona “git şu postaneden (2), şu isimdeki gelen posta kutusunu(3) şu anahtarla(4) aç ve mektup varsa bana getir” diyorsunuz. İşte POP3 (Post Office Protokol, versiyon 3) aynen böyle çalışıyor!

  1. Yardımcınız, e-postalarınıza ulaşmak için kullandığınız program. Örneğin, Outlook, Netscape Messenger vs.
  2. Postane, sizin POP3 sunucunuz. Postane adresi: IP numarası (195.155.150.2 gibi) ya da kolay hatırlanır ismi (merkez.yuksel.net gibi)
  3. Kullanıcı adınız, genelde e-posta adresindeki @ işaretinden önceki bölüm
  4. Şifreniz!

Böylece, POP3 kullandığınızda e-postalarınızı kendi bilgisayarınıza indirmiş oluyorsunuz; artık sunucuda değiller.

Peki SMTP nasıl çalışıyor? Bazen SMTP (Simple Mail Transfer Protokol) sizin kim olduğunuza bakmaz (Authentication gerektirmez). Bu şuna benzer. Yardımcınızı çağırıp (1), mektubu yazdırıyorsunuz. Sonra O, mektubunuzu postaneye götürüp giden (2) kutusuna bırakıyor ve mektubunuz gönderiliyor.

  1. yukarıdaki ile aynı durum
  2. SMTP sunucunuz adresi, bu POP3 ile aynı olabilir ya da olmayabilir

Bazense, Postanedekiler giden kutusu için de size bir anahtar verir. O zaman giden kutusunu önce bu anahtarla açmanız gerekir!

Bunu e-posta programınızdaki ilgili AUTHENTICATION kutucuğunu işaretleyerek yaparsınız:

Genelde daha az kullanılan bir protokol de IMAP’dir (Internet Mail Access Protocol). Bu neye benzer ? Yardımcınızın eline bir kamera verip postaneye gönderdiniz. Gelen posta kutusunu açtı ve kamera aracılığıyla mektupların isimlerini size gösteriyor. Yardımcınız, merak ettiklerinizi açıyor ve içinde yazanları okuyabiliyorsunuz. Sonra yardımcınız mektupları tekrar gelen kutusuna bırakıp, geri dönüyor. Bu durumda ne oldu ? Mektuplar hala Postanede, ama siz merak ettiklerinize bakabildiniz ;-)

Tekrar, iyi yıllar!

Adil Hindistan, CE-93
adilhn@yuksel.net

Salı, Kasım 08, 2005

Sony DRM Hikayesi

Teknik konulardaki yazilarimi genelde Ingilizce bloguma sakliyorum. Bugun tum gun Windows Guvenlik Egitiminde idim ve son gunlerde ortaya cikan ilginc bir hikayeden kisaca bahsetmet istiyorum.

Yillardir yazdigi cesitli kucuk programciklarla Sistem Yoneticilerinin gozunde oldukca saygin bir yeri olan Mark Russinovich, bir kac gun once blogunda yazdigi "Sony, Rootkits and Digital Rights Management Gone Too Far" yazisi ile Sony'nin, kullanicilarin bilgisayarina gizlice bir "rootkit" programi yukledigini ifsa etti. RootKit virus ve worm'lardan cok daha tehlikeli bir yazilim. Cunku yuklendiginde Isletim Sisteminin yapisini degistirip kendini isletim sisteminden gizliyor. Dolayisiyla, isletim sisteminizde boyle bir yazilim olup olmadigindan haberiniz bile olmayabiliyor.

Olay kisaca soyle gelisti. DRM (Digital Right Management), Sony ve diger pek cok multimedia sirketinin CDlerini kopyalamaya karsi korumak icin kullandiklari bir yontem. Sony, http://www.first4internet.com/ sirketinden bir yazilim satin alir ve CD'lerinde kullanir. Bu CD'leri bilgisayarinizin CD surucusune yerlestirdiginizde, bilgisayariniza bir programcik 'rootkit' yukluyor. Bu program Windows'un yapisini degistiriyor ve $sys$ ile baslayan dosyalari Windows'tan gizliyor. DRM yazilimi da $sys$ ile basliyor ve gizlice CD'nin kopyalanmasini engelliyor.

Ancak, Sony'nin "EULA" (End User License Agreement) denilen kullanicinin bir yazilimi kullanirken kabul ettigi sartlari belirledigi sozlesmesinde boyle bir uygulamadan bahsedilmiyor. Basin hemen olayin uzerine gitti ve Sony baskilara boyun egip hemen bir yama uretti. Tabii olay burada kalmayabilir ancak kullanicilari RootKit'lere karsi egiten bir olay olmasi acisindan faydali oldu.

SysInternal sitesinden, Mark'in RootKitRevealer programini indirip sisteminizde rootkit olup olmadigini arastirabilirsiniz. 10 kusur yildir kullandigim bilgisayarlara ne virus ne de worm bulasti ama ben kendi bilgisayarimda arastirdim ve bir iki supheli dosya buldum. Ancak SysInternal sitesinden okuduguma gore bunlar tehlikeli olmayan, Windows'un gizledigi dosyalar:

Hidden from Windows API.

These discrepancies are the ones exhibited by most rootkits, however, if you haven't checked the Hide NTFS metadata files you should expect to see a number of such entries on any NTFS volume since NTFS hides its metada files, such as $MFT and $Secure, from the Windows API. The metadata files present on NTFS volumes varies by version of NTFS and the NTFS features that have been enabled on the volume. There are also antivirus products, such as Kaspersky Antivirus, that use rootkit techniques to hide data they store in NTFS alternate data streams. If you are running such a virus scanner you'll see a Hidden from Windows API discrepancy for an alternate data stream on every NTFS file. RootkitRevealer does not support output filters because rootkits can take advantage of any filtering. Finally, if a file is deleted during a scan you may also see this discrepancy.

This is a list of NTFS metadata files defined as of Windows Server 2003:

  • $AttrDef
  • $BadClus
  • $BadClus:$Bad
  • $BitMap
  • $Boot
  • $LogFile
  • $Mft
  • $MftMirr
  • $Secure
  • $UpCase
  • $Volume
  • $Extend
  • $Extend\$Reparse
  • $Extend\$ObjId
  • $Extend\$UsnJrnl
  • $Extend\$UsnJrnl:$Max
  • $Extend\$Quota
[GUNCELLEME - 08/11/2005]
Electronic Frontier Foundation (EFF), http://www.eff.org/deeplinks/archives/004144.php
linkinde Sony-BMG Rootkit'i iceren CD'lerin bir listesini yayinlamis...

Anadolu Atesi







Pazar aksami Anadolu Atesi’ni izledik. New York’da Madison Square Garden Theatre’da tek gosterileri olacagini duydugumuzda daha once hic izleme firsatimiz olmadigi icin hemen almistik biletleri. Coook guzel bir gosteriydi, cok begendik, bizim oldugu icin de cok gururlandik.

Kostumler renkli ve etkileyici, danscilarin hareketleri senkronize, muzik cok guzel…New York’da sadece bir aksam gosterilerinin olmasina sasirdim gerci. Burasi cok kalabalik bir yer, bir iki gece daha gosterileri olsaydi daha fazla kisiye ulasabilirlerdi, daha fazla kisi isimlerini bilirdi bence.

Bu arada, Anadolu Atesi ve Dansin Sultanlari ayni gosteri mi? Bugun internette acaba DVD’si var mi diye bakinirken (yokmus maalesef) birkac yerde grubun once Dansin Sultanlari olarak gosteri yaptigini sonra ismin degistigini ve Anadolu Atesi oldugunu okudum. Ama birkac arkadasim da Dansin Sultanlarinin ayri bir grup ve gosteri oldugunu ve onlarin da devam ettigini soyledi, kafam karisti :)

Neyse, mutlaka mutlaka izlenmesi gereken bir sov bizce. Hala izlemeyen varsa kesinlikle tavsiye ederim.

Pazar, Kasım 06, 2005

NBA Fantazi Basketbol

Nihayet NBA sezonu basladi, oh be! NBA sezonu ile fantazi basketbol liglerimiz de basladi. Fantazi liginin ne oldugunu asagida yazacagim bilmeyenler icin. Gecen hafta ligimizi kurduk ve Pazar aksami oyuncularimizi sectik. 10 kisiyiz, bana 7. sira dustu kurada ama takimimdan gayet memnunum. Iste takimim, Efes Pilsen:

PG.......S. Nash (Pho - PG)
SG.......M. Redd (Mil - SG)
SF.......R. Lewis (Sea - SF)
PF.......A. Jamison (Was - SF,PF)
C........T. Duncan (SA - PF,C)
Util ....J. Rose (Tor - SG,SF)
Util ....R. Davis (Bos - SG,SF)
Util ....C. Mobley (LAC - SG)
BN.......S. O'Neal (Mia - C)
BN ......R. Alston (Hou - PG)
BN ......K. Martin (Den - PF)
(Son 3 yedek, onlardan puan kazanmiyoruz. Degisen NBA kurallarina gore artik Injured List- Sakat Listesi'ne kimseyi koyamiyoruz, onlari da yedek olarak tutmamamiz gerekiyor...)


Bu memlekette millet bayiliyor fantazi lig oynamaya. Liglerde oyle bir ayarlanmis ki, Basketbol sezonunun bitmesine yakin Beyzbol sezonu basliyor, onun Play-off'larina yaklasirken, Futbol sezonu aciliyor, onun ligi yarilanmisken, Basketbol sezonu basliyor tekrar. Arada Buz Hokeyi filan da var.

Son iki yilda Morgan Stanley'deki (MS) arkadaslarla kurdugumuz ligi kazandim. Ancak asil mucadele gecen yil Goldman Sachs'deki (GS) arkadaslarla kurdugumuz ligde oldu. Son 3 haftaya girilirken nerdeyse hemen herkes potada idi ve son hafta sampiyonu belirledi; ben 3. oldum.

Bugun ligin ilk haftasi bitiyor ve Shaq'in sakatlanmasina ragmen, takimim 1. sirada.

NBA FANTAZI LIGI:
Lige artik NBA adina Yahoo ev sahipligi yapiyor. http://fantasysports.yahoo.com/ adresinden liginizi kuruyor ve istediginiz kisileri davet ediyorsunuz. Bu isi yapan kisiye commisioner deniyor (Turkce liglerde ne deniyor bilmiyorum, bilen varsa yazsin bana) . Sonra hangi kategoriler uzerinde puan alacaginizi belirliyorsunuz. Bu cok onemli bir konu!
Cunku tum kategoriler anlamli degil. Ornegin MS liginde bu yil cocuklar PF (Personnel Faul) koymuslar. Bir oyuncunun aldigi faul sayisi onun iyiligini kotulugunu ortaya koymadigi icin istatistik olarak saymak mantikli degil :(

Bazi kategorilerde yuzde hesabi, bazilarinda ise toplam onemli. Ornegin %FG (Field Goal) kategorisinde takiminizdaki oyuncularin sayi ile sonuclanan girisimleri / toplam girisimleri seklinde hesaplaniyor. Eger 100 kere sayi girisimde bulunmus ama 70'inde sayi yapabilmislerse: %FG = .700

Yine, onemli bir karar takimlar kacar kisiden olusacak ve hangi mevkilerde oyuncu oynatabilecekler. Bir oyuncunun oynayabilecegi mevkiler belli. Mesela Shaq Center (Pivot) oldugu icin baska mevkide oynatamiyorsunuz. Bizim ligde 5 ana kategorinin yani sira 3 tane Utility kategorisi koyduk. Bunlar mevkisi disinda oynatabildigimiz Joker oyuncu...

Sonra lig baslamadan kura cekip kimin hangi sirada oyuncu sececegini belirliyorsunuz. Sonra gun ve saat kararlastiriyorsunuz ve o saatte herkes bilgisayarinin basina geciyor ve Draft (oyuncu secim) basliyor. Yahoo herseyi otomatik yapabiliyor ama ciddi liglerde olay oyle degil.

Gecen Pazar saat 9'da bizim ligin oyuncu secimlerinde ilk secimi yapan LeBron James'i, 2. Kevin Garnett'i secti. Nasil oldu anlamadim ama 7. sirada olmama ragmen hala secilmemis dev gibi Tim Duncan baba gibi duruyordu orda, kaptim hemen :)

Puanlamaya gelince.... Lig sonuna yedektekiler haric tum oyuncularimizin oynadigi maclardaki performanslari toplanacak. Ornek 2 kategori vereyim. Diyelim benim takimim 1500 ribaunt toplamis, .0750 %FT (Serbest Atis Yuzdesi) atmis olsun. Bizim ligde 10 oyuncu var. En cok ribaunt toplayan 10 puan alacak, sonraki 9,...., en az ribaunt toplayan 1. En iyi yuzde ile serbest atis yapan takim 10 puan alacak, sonraki 9,..., yuzdesi en kotu olan 1. Boylece takiminiz tum kategorilerden puan toplayacak ve bir toplam puani olacak. En cok puan toplayan ligi kazaniyor.

Acaip zevkli ve bayagi insanin takilip kaldigi bir sey bu fantazi ligleri. Genelde biraz daha heyecan katsin diye herkes para koyuyor. Bu yil GS liginde 50$ koydu herkes: 3. parasini geri aliyor. 2.'ye 100$, 1.ye de geri kalanini odeyecegiz. Du bakalim...

Cumartesi, Kasım 05, 2005

Film: Rain ve The Man Who Copied

Rain, 2001 Yeni Zelanda yapimi bir drama. Farkli ulkelerde yapilmis filmler, o ulkelerdeki hayatlardan bir kesim sundugu icin ilgimi cekmisti. Film, yaz tatilinde, bosanmanin esigine gelmis bir kari koca ile ihmal edilen 14 yasindaki kizlari (Janey) ve kucuk ogullarinin (Jim) hikayesini anlatiyor. Bir aileyi konu aliyor. Filmin ana karakteri kari-koca arasindaki iliski oldukca soguk ve mesafelidir. Anne (Kate), orda tanistiklari Cady adinda bir yatci ile iliskiye girer. Baba (Ed) vaktinin cogunu evin arka bahcesinde icki icerek gecirmektedir. Her ikisi de cocuklar ile ilgilenmez ve Jim'le Janey ilgilenmektedir. Ailesinin ve annesinin durumuna icerleyen Janey'nin dusuncesizce yaptigi bir hata felaketle sonuclanir...

Filmin buyuk bir kisminda anneyi aksamdan kalma yatakta uyuklarken, babayi da ickisini yudumlarken goruyoruz. Ben de izlerken yari uyukladim; cunku film oldukca yavas ve yavan ama etkileyici bir son!... 5/10

The Man Who Copied (Orijinal adi ile "O Homem Que Copiava"), Carandiru, City Of God gibi son zamanlarda harika filmler cikartan Brezilya sinemasindan...

Kucuk bir dukkanda fotokopi cekerek hayatini kazanan, cok fakir bir genc olan Andre'nin resim cizmek disinda tek eglencesi, bir yil calisarak satin alabildigi durbunu ile geceleri apartmanlari rontgenlemektir. Boyle gecelerden birinde Andre, Silvia'yi gorur ve asik olur. Silvia da onun gibi fakir bir kizdir ve babasi tarafindan taciz edilmektedir...

Andre'nin hayati, dukkana alinan renkli fotokopi makinesi ile yavas yavas degismeye baslar. Fakirlik canina tak etmistir ve ayni yerde calisan Marines ve onun erkek arkadasi Cardoso da ayni durumdadir. Risk alip once para kopyalarlar ama sonrasinda olaylar gittikce karismaya baslar. Filmin sonunda, yukarida bahsettigim filmlerde de oldugu gibi yasanan olaylar ve hayatlarin birbiri ile ne kadar ilintili oldugunu ve siradan gorunen seylerin aslinda pek de oyle olmadigini goruyoruz. Ben sevdim...8/10

Perşembe, Kasım 03, 2005

Ev Bul(ama)manin Dayanilmaz Agirligi

Son uc yildir oturdugumuz bir odali apartmanimiz son zamanlarda iyice kucuk gelmeye basladi. Tasinalim tasinmayalim satin alalim almayalim derken simdilik iki odali bir apartmana tekrar kiraya cikmaya karar verdik. Son birkac yilda ev fiyatlari cok hizli artti ve su anda nereye basimizi cevirsek ev piyasasinda balon var patlayacak turu yorumlar duyuyoruz. Hal boyle olunca bir sure daha kirada kalmak en iyisi gibi. Fakat fiyat araligimiz icinde istedigimiz gibi bir kiralik apartman dairesi bulamiyoruz bir turlu. Rutherford’da kalalim diye israr ettigimizden (daha dogrusu ettigimden…Adil su ara Jersey City’e buyuk sempati duymakta yoksa) mi olsa gerek nedir bilemedim. Ikimiz de Manhattan’da calistigimiz icin ulasim kolayligi cooook onemli benim icin ve henuz otobus sikligi ve yakinligi Rutherford’a es olan baska bir town bulabilmis degiliz New Jersey’de.

En son dun aksam korkunc bir ev daha gezdik, ev sahibi kadina vaktini ayirdigi icin tesekkur edip kendimizi nasil disari attigimizi bilemedik valla. Evin icinde attigimiz her adimda su yatagi ustunde yuruyormus hissine kapiliyorduk, hali o kadar garipti. Genis iki yatak odasi diye tabi ettikleri odalarin toplami da benim bir odam kadardi sanirim. Ve bu her yeri dokulen eve $1500 kira istiyorlar ya, inanilir gibi degil. Baktigimiz her daireden sonra evim guzel evim diyip geri donuyoruz :)

Birkac ay once cok guzel ve buyuk bir daire bulmustuk, tam istedigimiz gibi. Tek kusuru elektrikli oacaginin olmasiydi. Ben daha once cok sorun yasamistim elektrikli ocaklarla, bir turlu isinamadim gitti, sirf o yuzden kiralamaktan vazgecmistik (ne diyeyim kendime bilemiyorum su an). Simdi gordugumuz evlere bakinca kafamizi duvarlara vurmak istiyoruz orayi nasil kacirdik diye. O binadan bir daire daha bosalirsa elektrikli ocagini bagrima basacagim bu sefer :)

Neyse, ben gidip bugunku ilanlara bakayim artik…

Çarşamba, Kasım 02, 2005

Alsak Alsak Ne Alsak

Pazar gunu kardesimin Turkiyeye dondugunden bahsetmistim. Alismisiz evde ucuncu birinin olmasina, birden cok bos ve sessiz geldi ev. Engin donerken bizim fotograf makinasini da goturdu. Kendimize yeni bir tane almamiz lazim ama henuz ne alacagimiza karar veremedik. Yeni bir makina edinene kadar blogumuza taze cekilmis fotograflar koyamayacagiz :((

Rahat tasinabilir ve kullanilabilir olsun diye kucuk bir makina istiyoruz. Halil Canon EOS D20 siparis etmisti Engin’den, bol bol test etme imkanimiz oldu. Cok guzel bir alet fakat benim icin cok buyuk ve agir. Biliyorum ki buyuk oldugu icin onu yanimda tasimaya ve kullanmaya usenecegim. Onun icin kucuk olmali. Bir de, bizim Nikon’un acilabilir LCD ekrani vardi, cok ise yariyor, o ozellikten de vazgecmek istemiyoruz. Haa bir de bir fotografi yazip digerini cekmeye hazir hale gelmesi bir omur surmesin istiyoruz. Henuz bu tur bir makina gozumuze carpmadi. Surekli bir eksiklik hissi var ama bir yandan da elimin altinda fotograf makinasi olmadigi icin.

Marka model vs onerisi olan???