Tatil etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Tatil etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Salı, Haziran 26, 2007

Kabin Zamani Geldiii:))...ve Gecti:((

Gecen yaz bir haftasonu Catskills'de bir kabin kiralamis ve tadina doyamamistik. Bu yil kistan baslamistik yaz gelse de kabine gitsek demeye. Vee bu Cuma 8 kisilik ekibimizle yeniden dustuk yollara. Ilkay ve Sibel de katildi bize bu sefer. 6 kisiyken kucuk kabinlerden birini kiralamistik, bu sefer ellerindeki tek buyuk kabini kiraladik: Patakatan Lodge. 9 kisilik lodge da lodge'mus ama, iki yatak odasi, bulasik makinasi, firin, televizyon, dvd player, gercek bir somine, daha buyuk bir buzdolabi, yarisi cepecevre sinek telleriyle kaplanmis bir teras...5 yildizli bir otele gelmisiz gibi hissettik. Onde ve arkada da acaip genis alanimiz vardi, nereye nasil yayilacagimizi bilemedik.

Buzdolabina girmesi gerekenleri aceleyle yerlestirip ates yakmak uzere odun toplamak icin disari attik kendimizi. Yine gecen sefer biz gelmeden once nehir tasmis ve odunlarin yigili oldugu alani dagitip odunlari goturmustu, odun bulucaz diye canimiz cikmisti. Bu sefer agzina kadar doluydu odunluk. Kabinden iceri adim atmamizla yeme etkinligine baslamamiz da bir oldu. Pazar aksamustu yola cikana kadar kabin civarinda olmadigimiz anlar disinda mutemadiyen yedik. Grupca mide fesadi gecirmemis olmamiz mucizeden baska bir sey degil. Bir onceki sefer eksikligini cektigimiz malzemelerin listesi yapilmis, onlara agirlik verilmisti bu defa. Erkeklerin yumurtasi unutulmadi mesela.

Gecen sefer biraz kurabiye ve boregimiz vardi, hemen bitmislerdi ve iki gun boyunca aahh ahh biraz daha olsalardi demis durmustuk. Bu sefer takim listelerine ilk olarak onlar eklendi. Gozumuz o zamandan ne kadar ac kalmissa oyle bir kurabiye borek corek getirmisiz ki. Sibel yaprak sarmasi bile yapmisti (insanin becerikli arkadaslarinin olmasi harika bisi). Bir tarafta cesit cesit kurabiyeler bir tarafta cesit cesit borek, corek, poaca ve sarma. Yiyorsun yiyorsun bitmiyor:) Cennet boyle birsey olsa gerek:)) 8 kisi iki gun boyunca yedik ama bitiremedik hepsini. Donuste her ekibe yolluk bile cikti onlardan.

Ilk aksam atesimizi yaktik, sarinip sarmalanip cevresine dizildik, sucuk ve marshmallow kizarttik, yedik ictik muhabbet ettik gec saatlere dek. Biz yattiktan sonra oturanlar arabalardan birini atesin yanina cekip ufak bir fasil muhabbeti de yapmis sarap esliginde. Ilkay kacta yatarsa yatsin sabahlari cok erken kalkar. Bu burda da degismedi ve 6.45'de uyandigimda Ilkay zinde, canli, neseli haliyle digerlerini uyandirmaya calisiyordu. Ben o kadar erken uyanamam aslinda ama evimden baska bir yerde uyudugumda uyaniveriyorum erkenden. 8.30'da herkes bir sekilde kaldirilmis, homurdananlara kahve sunulmus ve bahceye yayilinmisti. Voleybol oynandi, badminton oynanmaya calisilip basarilamadi, biraz tavla atildi. Arada Ilkay'in uyuma ihtimaline karsi ufak bir tencere ve demir bir spatula hazir tutuldu hatta emin olmak adina zaman zaman cocugun basucunda calindi. Sansimiza gene siki yagmur yagmis birkac gun oncesinde, gene nehir tasmis. Bu sefer bizim kaldigimiz yerlerde tasmamis ama nehrin rengi camur rengini almis. Kano yapicaz diye diye geldigimiz icin yapsak mi, noolur ki yapsak falan diyorduk ama nehrin neresi sig neresi derin gormek mumkun degildi. Kabinleri isleten Jeff de bu suda yapmanizi kesinlikle tavsiye etmiyorum diyince kano hayali suya dustu. Yururken nehrin olmasi gereken ve simdi oldugu rengini birarada gosteren bir yer bulup hemen resmini cektik.

Kano isi yatinca bisiklet on plana cikti. Gecen sefer Adil ve Simon bisikletleri burda kiralamisti ve cok kotu de cikmamisti bisikletler, idare etmislerdi. Bisiklet tasimak cok kolay olmuyor bizim icin. SUV'nin arkasina bisiklet takmak icin gereken aleti almadik, iceri sokabiliyoruz ama bu sefer de tum koltuklari yatirmamiz ve arabanin arkasini tamamen bisiklete vermemiz gerekiyor. Bu defa Simon ve Elif bisikletlerini getirmisti ama digerleri getirmemisti, kiraladiklari bisikletler rezalet cikti, pek zevk alamamis bisiklet grubu erken kesti turunu. Bir dahaki sefere getirecegiz demek ki ne olursa olsun. Biz Sibel'le yuruyus yaptik. Kabinde toplanip bir miktar daha tembellik yaptiktan sonra bu defa Eda ile yuruyuse ciktik. Biz giderken mangali yakacagiz yarim saate burda olun diye siki siki tembihlenince fazla uzatamayip donduk 45 dakika sonra. Firca yer miyiz acep derken bir geldik ki Sibel disinda hepsi uyuyor bir kosede:))

Mangal sonrasi yine ates fasli oldu, cok guzel yandi ates iyi isitti bizi. Aksamlari bayagi soguk oluyor orda. Haziran'da gittigimizden midir nedir sivrisinek pek yoktu bu defa. Sinek kovucu mumlar goturmustuk, cikartmadik bile cantadan. Ben iki gun boyunca hic off sikmadim ve hic isirilmadim. Karasinekler onlarin yerine de isiriyordu ama onlar kasindirmiyor en azindan.

Pazar gununu de bolca cimlere yayilma, voleybol ve biraz yuruyus halinde gecirdik. Donus saati gelsin istemedik hic ama cabucak geldi maalesef. Simdi uygun bir yer bulup Agustos ayi icinde Vermont'a gitmek istiyoruz biraz daha uzun sureli bir kabin tatili icin.

Cuma, Kasım 24, 2006

Happy Thanksgiving:)


Sukran gunu geldi sonunda. Sukran gunu esittir dort gunluk tatil demek oldugu icin pek kiymetli benim gozumde:) Malum burda oyle 9 gunluk bayram tatilimiz falan yok, yilda bir kez bu dort gunle mutlu oluyoruz iste. Gecen hafta nereye kacsak acaba diye dusunuyorduk, asagidaki adalardan herhangibirine mesela...Amerika icinde biryerlere gitmek cok mantikli olmuyor. Her nekadar millet carsambadan yola cikmaya baslasa da cogu kisi persembe sabahtan yollara dusuyor ve yollar cok kalabalik oluyor. Ustelik hava guzel degil. Buraya henuz oyle aman aman soguk kis gelmedi ama yine de arabayla gidilecek mesafede disarida dolasmaya pek eleverisli olmayan, muhtemelen yagmurlu havada bize cazip gelen bir yer de olmadi.

Sukran gununde genelde ailelerin evine gidiliyor. Buna guvenerek once Las Vegas'a baktik, istedigimiz otellerin cogunda yer yok. Himm, herkes evine gitmiyormus demek ki:) Hadi otel bulduk diyelim, uygun fiyata ucak yok. Bahamalarda, Bermudada cok uygun fiyata oteller buldum ama ucak biletleri acaip pahali. Ucak biletini ne kadar once alirsan o kadar kardasindir genelde burda, ucus gunu yaklastikca fiyatlar artmaya baslar. Ama hani biz ada olsun da neresi olursa olsun modundayiz ya, satilmayan bilet vardir ucuzlamistir biz de alir gideriz diye aportta bekledik ama olmadi. Dun bile hala bakiniyordum ben, bilet bulsam mayolari kaptigimiz gibi havaalaninda alacaktik solugu, ama inmedi fiyatlar. Herkesin ailesinin yanina gitmedigini bir kere daha tescilledik. Neymis, fazla iyimser olunup yanlis oldugu iki kez kanitlanan bu fikre kapilinmayacakmis gelecek yil, kapilinirsa da simdi oldugu gibi oturdugumuz yerde oturulacakmis:)

Ilkay ve Sibel Montreal'e gitmeye karar verdiler. Bize de gelin dediler, biz de once olur geliriz dedik basta. Ama o konusmanin hemen ardindan hava nasil oralarda acep diyip 34-35 f (1-2 derece) oldugunu gorunce kabul ettigimiz kadar cabuk vazgeciverdik. Montrealin cok guzel oldugunu soyluyorlar, disarida da salinabilecegim bir zamanda gitmeyi tercih ederim dogrusu. Sogukla yildizimin pek barisik olmadigi anlasiliyordur herhalde:))

Biz de tatil evde nasil gecirilirse oyle geciriyoruz bu dort gunu:) 11'e kadar uyuyup 2 saatlik kahvaltilar yapip arkadaslarimizla yemekler yiyip ayagimizi uzatip kestane kebab esliginde filmler seyredip arada gidip nargile icip...Oyle klasik sukran gunu yemegi olan hindi isine hic girmedik. Cok uzun suren bir is bir kere. Ben hindi sevmiyorum ustelik, cok talas, kuru buldugum bir eti var. Normalde bile hindi yapmam ki ben.

Bu sabah 80. Macy's Thanksgiving Parade vardi. Ilki 1924 yilinda yapilmis bu torenin ve o akdar begenilmis ki her yil yapilacak geleneksel bir organizasyon olmasina karar verilmis. Sadece 1942-1944 yillari arasinda yapilmamis yuruyus. Balonlar ilk kez 1928 yilinda kullanilmis ama yuruyus sirasinda havada yanmislar. 1929 yilinda gelistirilerek tekrar torene eklenmisler. Parade 77. sokakta basliyor ve 34. sokakta Macy's magazasinin onunden gecerek yan caddede son buluyor. Ilk yuruyuslerde Central Park Hayvanat Bahcesi'nden odunc alinan hayvanlar da eslik ediyormus yuruyenlere, ilerleyen yillarda onlarin yerini hayvan seklindeki buyuk balonlar almis. Balonlar gercekten cok buyuk. Mesela Snoopy balonunu 50 kisi yurutuyordu. Bandolar, balonlar, sarkilar, gosteriler derken parade 3 saat suruyor. Yandaki balon ulke genelinde cocuklarin el izlerini bastiklari balon kumaslarinin biraraya getirilmesiyle yapilmis.

Hava nasil olursa olsun parade yapiliyor. Murphy kanunlarina uygun olarak tam da dun yagmur yagacagi tuttu. Carsamba aksam basladi yagmur. Aksam haberlerinde fazla ruzgar olursa buyuk balonlarin ucurulamayabilecegi ve bunun ancak parade'in baslamasindan cok kisa sure once belli olacagi soyleniyordu. Yine kasirga gelmis de asagi taraflara, onun yagmuruymus bu gelen. Kasirga sezonu basladi mi bitmek bilmiyor bu ulkede. Bize sadece yagmurlari geliyor gerci. Dun sabah da hava yagmurlu ve soguktu. Korkuldugu kadar cok ruzgar olmamis ama balonlarin hepsi havadaydi. 3 milyon kisi yerinde izlemeye gitmis parade'i, ortalama 44 milyon kisi de televiyondan izlemis. Buraya koydugum resimleri televizyondan cektim, cok iyi degiller o yuzden. Dun aksama kadar yagdi yagmur. Bu sabahsa gunesli, piril piril ve sicak denebilecek bir gune uyandik, hani bahcem ya da balkonum olsa kesin cay ve gunes keyfi yapmaya cikardim, oyle guzeldi. Yarin daha da sicak olacakmis hehe.

[GUNCELLEME]
Berceste'nin yorumu uzerine Bezen'in yazisina bir iki ek yapayim dedim. Sukran gunu nedir ne degildir diye biraz anlatmistik gecen yil. O yazinin yorumlarina bakarsaniz, bizim yazi kadar da Cem yorum birakmisti, gayet bilgilenebilirsiniz netekim.

Yeri gelmisken soyleyeyim. Su yukarida sol ustte bir search var. Google'in arama motorunu kullandigi icin cok basarili. Ornegin oraya "sukran gunu" yazarsaniz, daha once yazdigimiz yazilari gorebiliyorsunuz.

Çarşamba, Eylül 27, 2006

Tatil Notlari VI - Amsterdam


Bu son tatil notunu simdi yazmassam ordan oraya kosturup dururken tamamen unutacagim. Hazir oralara kadar gitmisken bir gun de Amsterdam'a gitmek istedik. Ben 12 yil once gitmistim Hollanda'ya, o zaman orda okuyan canim arkadasim Elif'i ziyaret etmek icin. Ilk yurtdisi gezimdi ve bayilmistim Hollandaya. Hep aklimdaydi yeniden gitmek. Adil de Amsterdam'i gormek isteyince firsat cikmis oldu. Yine hizli trenle gideriz 1 saatten fazla surmez herhalde diye planlar yaparken gorduk ki Belcikadan Hollandaya hizli tren yok. Hollandanin henuz hizli tren altyapisi bile yokmus, yapiliyormus. Normal trenlere bakalim dedik, ne kadar surebilirdi ki yol di mi ama. Minimum 4.5 saat suruyormus. Donus icin buldugumuz en gec tren - o da aksam 8'de kalkiyordu - tam 8 saatte geliyordu Bruksele mesela. Iki kucucuk ulke arasinin bu kadar surmesine cok sasirdim. Beyhan'cim sagolun arabasini verdi bize oyle olunca, arabayla gitik Amsterdama.

3 saatte gideriz derken otoyolda yanlis yone sapip bunu yaklasik 45 dk gittikten sonra Paris tabelalari karsimiza cikmaya baslayinca ancak farkettik. Bir 45 dk da baslangic noktamiza donmeye harcayinca Amsterdama varisimiz trenle ayni saate denk gelmis oldu:) Park yeri bulana kadar ayrica aci cektikten sonra kapali bir otopark bulup kendimizi sehir meydanina attik sonunda. Dag tas her yer bisiklet ve bisikletlilerle dolu, super bir goruntu. Isvicre'de de bayagi bisikletli gormustuk ama sanirim burasi kadar yaygin bisiklet kullanimi olan baska bir ulke yok Avrupa'da. Hatta meydanda dolasirken gosteri yapmak icin hazirlik yapan bir adamin yanina bisikletli polisler gelip engel oldular.

Paris ve Bruksel'den sonra Amsterdam'da oyle gorecek fazla tarihi yer yok tabi. Vakit kisitli olunca hizlica gezebilelim diye kanal turu aldik. Amsterdam'daki ev sayisi cok yetersizmis, o yuzden tekne-evler oldukca yaygin. Havanin sicak oldugu gunlerin gayet azinlikta oldugu bir yerde surekli su ustunde yasamak zor olsa gerek diye dusunuyorum. O gun gunesliydi sansimiza, bazi evlerin onune sezlonglarini atmis kitap okuyanlar, kestirenler vardi.

Kanal turu sirasinda anlatilanlardan en komik olani kanal boyunca kenarlara cekilen yerden yaklasik 20 cm yuksekligindeki demirler oldu. 10-15 yil oncesine kadar bu demirler yokmus. Ozellikle gece arabalar kenara parkedecekleri zaman kaldirimin bitip bitmedigini goremiyorlarmis ve haftada ortalama 1 araba kanala dusuyormus. Demirler cok pahaliya gelmis ama onlar cekilince arabalar suya dusmekten kurtulmus:))

Marihuana ve bilimum ot kullanimi Hollanda'da serbest. Cevrede bunlarin satildigi cok sayida yer mevcut o yuzden. Cok sayida turist de cekiyormus bu yuzden. Kafelerin cogunda iceri girdiginizde uzatilan liste ot listesi oluyor. Bir de bu tuvaletleri gorduk gezerken. Var mi kullanmak isteyen:))

Oraya kadar gidip de red light districti gormeden olmazdi. Sehir o kadar kucuk ki rastlamamaniz mumkun degil zaten dolasirken. Sehir icin gayet buyuk sayilabilecek bir de Cin mahallesi vardi. Gezdik, dolastik, yedik ictik ve donus yolunu da hesaba katarak geceyarisina kalmadan yola ciktik. Hollanda ve Belcika elektrigi bol ulkelerden sanirim, otoyollar isikli. O kadar hosuma gitti ki bu is sanki hep isikli otoyollarda araba kullanirmisim gibi isigin olmadigi 10-15 km'lik bir yerde yoneticimiz uyuyor mu seklinde soylendim durdum:))

Perşembe, Eylül 21, 2006

Tatil Notlari V - Paris


Saint-Sulpice, Notre-Dame'dan sonra Paris'deki ikinci buyuk kilise. Cizvit stili kiliseler arasinda ise en buyugu ve en suslu olaniymis. Icerdeki devasa org Avrupa'daki uc "100-stop" orgun bir tanesiymis ve 6700 borudan olusuyormus. Baudelaire ve marquis de Sade burada baptist edilmis, Victor Hugo burada evlenmis. Meydanin cevresinde kucuk, dar ama sevimli sokaklar, sakin cafeler var. Paris'te ev fiyatlarinin en yuksek oldugu yerlerdenmis diye duyduk. Biz oradayken bir Japon televizyon kanali iceride bir dokumanter icin cekim yapiyordu.

Kilisenin onundeki meydanda ufak bir aktivite vardi. Uzun dikdortgen masalar ve masalarin uzerine alci plakalar yerlestirmisler. Plakalar cok sayida parcaya bolunmus, isteyen herkes masalardaki fircalar ve suluboya ile o kucuk bolumlere resim ciziyordu. Neyim eksik, ben de cizdim tabi. Adil cizdigim seye bakip bakip cocugumuz olursa ona resimle ilgili asla birsey ogretmemem gerektigini soyledi - nazar boncugu cizmistim oysa, sanatim anlasilamiyor:))) Kenara koyduklari ziyaretci defterine de bize kalbiniz kadar temiz (cocukken ani defterlerimizdeki yazilar genelde boyle baslardi:)) bu alciyi ayirdiginiz icin tesekkur ederiz konulu birkac sey yazdim:)

Jardin de Luxembourg icin bir nevi acikhava muzesi desek de olur herhalde, cok sayida heykel var. 17. yuzyilda XIII. Louis'nin annesi Marie de Medici icin yapilmis. Su anda Fransiz senatosu kullaniyormus. Bahce cok guzel, rengarenk cicekler var her tarafinda. Tuileries'den daha cok begendim bu bahceyi, daha sicak geldi bana, ortami cok keyifliydi. Yuruyus yapanlar, yemek yiyenler, kitap okuyanlar, guneslenenler...Agaclar altinda cimlere yayilmak icin de ideal bir yer, test ettik:) Kenarlarda tas pinpon masalari vardi.

Pantheon olmadik bir anda karsimiza cikti. Ben o sirada actim, ne yesem derdindeydim. Adil oyle sik acikmaz, ondan daha 4 saat once yedik ya gibi bir cevap gelmesi cok muhtemeldir, ben tekil acikirim genelde. Pantheonun cevresinde dolastik, icine girmeye de yeltendik ama foucault sarkacini o anda goremeyecegimiz, kusura bakmamamiz gibi bir yazi vardi kapida, niyeydi hatirlamiyorum simdi. Ohoo hem yiyecek yok hem sarkac yok pastane aramaya devam edelim en iyisi diyip girmedik. Biraz bilgi edindik ama. XV. Louis hasta yatagindan kalkabilirse Azize Genevieve'nin yikilmis kilisesinin yerine cok daha guzelini yaptiracagina soz vermis. Iyilesince de sozunu tutmus. Nekropolunde Voltaire, Rousseau, Victor Hugo, Emile Zola, Marie Curie gibi pek cok taninmis isim gomuluymus.

Versailles (Versay diye okunuyor) cok guzel, cok begendik, bayildik. Sarayin ve bahcelerinin guzelligine hayran olmamak elde degil. Havasina kaptirdik kendimizi, sonrasinda gordugumuz saraylara hadi canim bu da saray mi diye bakar olduk. O kadar begendigimiz yerde yapacagimizi da yaptik. Ehem...olay soyle gerceklesti. Bahcenin buyuklugunu gorunce hava da cok sicak olunca bahceyi gezmek icin elektrikli golf arabasi benzeri arabalardan kiraladik bir saatligine. Arabalar dort kisilik, iki kisi one iki kisi de arka tarafa bakacak sekilde arkaya oturuyor. Donus yolunda suremizin dolmasina da az kaldigi icin ben arka tarafa oturdum daha rahat fotograf cekebileyim diye. Adil de hem arabayi kullaniyor hem de saga sola bakip orayi da cekelim burayi sakin kacirma gibi yonlendiriyordu beni.

Derken ben oldugum yerde sarsildim, birseye carpmisiz. aninda cevremizden kahkahalar yukseldi, herkes katila katila guluyor. Kizin bir nerdeyse gulmekten yere dusecek... Simdi efenim yolun ortasina en fazla 1m boylarindaki kucuk agaclari dekoratif sekillerde budayarak sira halinde dikmisler. Bizim gibi agzi acik ayran delisi seklinde cevreyi seyredip bir yandan da araba kullanan turistleri hic hesaba katmamislar tabi bunu planlarken. Iste o dizi dizi agaclarin ilkinin ucu arabamizin altindan gorunuyordu. Agacin ustune cikmisiz, bununla da yetinmeyip kokunden cikarmisiz zavalliyi. Yapacak bir sey yok, arabayi da teslim etmemiz icin 3 dk.miz kalmis, yoksa ceza odeyecegiz. Velhasil, saatte en fazla 10 km hiz yapabilen aracimizla olay yerinden kahkahalar arasinda uzaklasmamiz da ayrica gorulesi bir durumdu. Gulme krizleri arasinda arabayi yerine biraktik ve ciktik. Sonraki yarim durup durup olayin komikligine guluyorduk. Etraftan deli bunlar diye bakmislardir herhalde. Sanirim agaccigi tekrar yerine dikmislerdir. Su yandaki resme dikkatlice bakarsaniz, sag tarafta yatik duran marifetimizi gorebilirsiniz...

Lido'ya gittik. Yemek kismini almayip sadece sovu izlemeye gittik. Cok dinamik bir sov. 1.5 saat boyunca surekli hareket var. Kostumler cok guzel, sahne dekorasyonlari cok guzel, koreografi guzel ama danscilar senkronize degil! Inanilir gibi degil ama degil iste. Bu kadar unlu bir sov, nasil oluyor da oluyor hala hayretler icindeyim. Grup danslarinda en cok dikkat ettigim seydir danscilarin hareketlerinin senkronize olup olmadigi. Bunda dikkat etmenize de gerek yok, o kadar goze batiyor ki. Sirf burdan 3 puan kirdik, 7 verdik.

Les Invalides birkac binayi kapsayan bir komplex. Fransiz askeri tarihine yonelik muze, anit, hastane ve yaslilar evinden olusuyor (huzurevi diyesim gelmedi). XIV. Louis yaslanan veya savaslarda yaralanan askerlerinin bakimi icin yaptirmis burayi. Yapim masraflari o anda orduda gorev yapan askerlerin maaslarindan bes yil sureyle zorunlu vergi kesilmesiyle karsilanmis gerci. Fransa'nin savas kahramanlarinin bazilari da burada gomuluymus. Napoleon Bonaparte'in mezari burada.

Ve tabi Eiffel. Alin size fuar icin tasarlanmis bir yapi daha, 1889 fuari icin yapilmis kule. Sirf fuar icin onca para, emek, zaman, malzeme nasil harcaniyormus, hayret etmemek elde degil. Ilk iki kati yuruyerek ciktik, 600 kusur basamak. Her kat arasina kule ile ilgili bilgilerin yer aldigi posterler koymuslar, okuya okuya ciktik. Tam o arada bir de Turk tur grubu geldi, her yerden Turkce sesler geliyordu:) Asagida cok sira yoktu ama ozellikle ust kat oldukca kalabalikti. Sansimiza hava da acikti o gun, manzara cok guzeldi ve netti.

Bahsetmeyi unuttugum yerler kesin kalmistir ama ana noktalar olarak aklimda kalanlar bunlar. Persembe aksami yine trenle Bruksel'e donduk. Benim saatte Pompidou'yu goremedik, suralarda bir yerde olmali, hemen buluruz diye israr etmem sonucu treni kaciriyorduk az daha. Zannettigimden daha uzaktaymis ne yazik ki. Pompidou'yu da goremedik, trene de nefes nefese son anda yetistik. Bir gunluk de Amsterdam gezimiz var, o da yarina kalsin artik:)

Çarşamba, Eylül 20, 2006

Tatil Notlari IV - Paris


Nehir boyunca yururken Notre-Dame de Paris'in oldugu yere geldik. Biz gitigimizde hava karariyordu. Yandaki binalardan birinin tepesine buyuk projektorler koymuslar, gece isil isil oluyor. Distan bile cok guzel bir katedral. O aksam katedralin tarihi ve yapimi ile ilgili bir saatlik projeksiyon gosterisi olacakti, onu izlemeye karar verdik. Beklerken karsidaki cafeden bir Paris krebi deneyiverdik. Muzlu ve nutellali krep gayet guzeldi, aciiiim diye mizmizlanan bana da sus payi olmus oldu:)

Katedralin yapimina 1163de baslanmis ama tamamlanmasi 1345i bulmus. O zamanda bu zamana cesitli degisimler geciren katedralin basina gelmeyen de kalmamis. Fransiz devrimi sirasinda buyuk zarar gormus, yok olma asamasina dahi gelmis. On taraftaki aziz heykellerini krallarinin heykelleri olarak algilayan halk yerle bir etmis hepsini ve diger pekcok seyi. 23 yil suren restorasyon calismalarinin ardindan 1870lerde az daha yaniyormus. 1990li yillarin basinda 10 yil surecek yeni bir genel bakim ve restorasyona girmis Notre-Dame. Anit olceginde yapilan ilk katedralmis ve daha sonra yapilacaklar icin de prototip olmus.

Tuileries bahceleri ordan oraya kosturan bizim gibi turistler icin ideal dinlenme yerleri. Ortadaki havuzun basinda rahat sandalyelere yayilip ister ordekleri ister civardaki yesilligi ister cevredeki tarihi seyredin. Bir de soyle buz gibisinden bir icecek varsa elinizde birazdan yeniden kosturmaya hazir zimba gibi kalkarsiniz yerinizden. Fransa tarihinde de cok onemli yere sahip Tuileries sarayi ve bahceleri. Bunu guzelce anlatan bir yazi buldum, ozetlemek yerine direk linki vereyim, isteyen okusun: iste burda.

Ve tabi ki Louvre! Hakkini vererek gezecekseniz uc gun ayirmaniz lazim denilen muze. Fransiz devrimi sirasinda o da nasibini aliyormus, yaniyormus az daha. Icine giremedik desem e pes der misiniz bize? Valla vakit kalmadi. Nasil olsa tum gunu ayirmamiz gerekecek diyerek son gune birakmistik. Son gun de dur suraya da gidelim, burayi da gorelim hemen Louvre'a gidiyoruz, hazir burdayken suraya da ugramamak olmaz ki derken bir baktik saat 4 oluvermis. O saatten sonra gecmis olsun demek kaliyordu sadece. Ikinci bir Paris gezisine bahane olacak artik napalim.

Saint Germain'e yolumuz ilk olarak Notre-Dame'dan ayrildiktan sonra aksam saat 10.30-11.00 civarlarinda dustu. Civil civildi ortalik. Kafeler, restaurantlar, kitapcilar, antikacilar...Cafelerin acikhavadaki masalarinda yer yoktu nerdeyse. Iceriden disari tasan muzikler, sokakta sarki soyleyenler, saticilar...cok hosumuza gitti. O aksam buldumcuk olup su sokaga da bakalim buraya da girelim derken saatin 12ye geldigini farkedip bu saatte de birsey yenmez ki diyip vazgecmistik yemekten.

Ertesi aksam daha makul bir saatte gidip gozumuze kestirdigimiz bir tanesinde cheese fondu denedik. Ortam peynir cenneti olunca fondu listesi de bir sayfa uzunlugunda geliyor, secene kadar canimiz cikti. Ilk kurbaga bacaklarimizi da o aksam denedik, pek lezzetliydiler. Paris'de oldugumuz sure icinde gidip otutup yemek yedigimiz tek restaurant da orasi oldu. Peynir delisi oldugumuz ve ortalik peynirden gecilmedigi icin diger ogunlerimiz peynir arasi baget, sarap ve tatli(lar) seklinde gecti.

Sacre-Coeur'u ilk Galeries Lafayette'in tepesindeyken gorduk. Hii burasi da neresi boyle diye hayran hayran seyretmistik uzaktan. Beyaz rengiyle pek satafatli duruyor. O zaman onun o meshur Sacre-Coeur oldugunu bilmiyorduk. 19. yuzyilda sehrin en yuksek noktasina, Montmarte tepesine yapilmis kilise. Tepesinden sehir cok guzel gorunuyor. Dikkat ettik ki bu tur yerlerde yukari donerek yukselen merdivenlerden cikiliyor ve genelde cok darlar. Avrupalilar ince tabi, burdaki obez Amerikalilar kesin sikisir kalir o merdivenlerde.

Sacre-Coeur'un tepesindeyken asagida kucuk, trafige kapatilmis, kalabalik, eglenceli gorunen birkac sokak gorduk. Ama Catacombs'e yetisme telasinda oldugumuz icin o bolgeyi hic gezemeden metroya kostuk. Catacombs'a yeralti mezarlari ya da mezarlardan kalanlar da diyebiliriz sanirim. Haftada uc gun, gunde ikiser saat acikmis sadece. Eskiden tas madenleriymis oralar, terkedilmis sonra. Yeraltindaki tuneller de sehrin icindeki hijyenik olmayan, fazla kalabalik ve hastalik yaydigi icin kapatilan cok sayidaki mezarligindan toplanan kemiklerin gelisiguzel konuldugu bir depo olmus. Kim kiminle belli degil yani. 19. yuzyilin baslarinda bu kemikler ve kafataslari duzgunce hatta dekoratif olarak yerlestirilmis ve 1868de ziyaretcilere acilmis. Catacombs'larin oldugu ve ziyaretcilere acik olan kismi cok kucuk aslinda, tunellerin toplam uzunlugu 300 km imis. Bazi metrolardan, kanalizasyon kapaklarindan falan gizli gecitler varmis buralara, o yuzden de siki denetleniyormus tuneller. Kemikler oyle camin arkasinda ya da kapali bir yerde degil, gayet ortadalar. Cikista cantalari da kontrol ediyorlar kemik calmis miyiz acaba diyerek. Cok ilginc bir yerdi. Gorulmeli mi, bence evet.

Pazar, Eylül 17, 2006

Tatil Notlari III - Paris


Bruksel'den Paris'e hizli trenle (Thalys) gittik. Arabayla 4 saat falan suruyormus, tren 1 saat 25 dakikada orda. Hizli gidiyormus hissi de vermiyor hic. Biraz cevreyi seyretme, cafe vagonunda bir kahve derken yol bitiverdi. Bizim sirketten birinin Paris'de arkadasi varmis, o da tatile gitmek uzereymis sansimiza, evini bize kiraladi. Otel arama derdinden kurtulmus olduk boylece. Paris 20 arrondissementa (bolgeye) bolunmus bir sehir, Guillaume'in evi 9. arrondissementda, Poissonniere bolgesinde idi. Giderken Beyhan'dan her arrondissementin ayrintili haritasini gosteren bir kitapcik almistik. Kitapcik en az 35-40 yil once basilmis ama sehirde hicbir sokak adi vs degismedigi icin cok isimize yaradi, heryeri kolayca bulduk onun sayesinde.

Yolda yururken hosumuza giden binalar, kiliseler gordukce hemen yan sokaklara sapip fotograflarini cekiyor sonra yolumuza geri donuyorduk. Yururken hizli ilerlemek cok zor o sehirde, basinizi nereye cevirseniz tarihi bir eser var. 5 dakikalik yol yarim saat surebiliyor bu yuzden:) Genelde 5 katli ve birbirine yapisik olan binalarin stilleri de cok hosumuza gitti. Ara sokaklar orda da cok dar. Her gordugumuz kuleye tirmanip sehri incelerken bircok binanin dikdortgen seklinde oldugunu ve ortasinda acik bir avlu bulundugunu gorduk. Bizim kaldigimiz apartman da oyleydi. Merdivenler ve koridorlar cok dar, asansorler saka gibi oldugu icin camdan tasinma Paris'de de yaygin. Mesela bizim kaldigimiz apartmanda asansorle 2 kisi yukari yine cok samimi olarak cikabiliyor ama zemin kata ancak tek kisi inebiliyordu, yoksa agir geliyormus calismiyormus asansor:) Bir de kilo limiti 225 kg yazmaz mi, hayir insanin aklina kotu kotu seyler geliyor:))

Uzun, dar ve ayni boyda apartmanlardan olusan sokagin etkisi midir bilinmez acaip gurultu geliyordu 5. katta olmamiza ragmen. Gece gecen her araba, konusarak yuruyen her kisi evin icinde gibiydi. Ilk gece kapinin ust kilidini kitlemistik. Sabah actik ciktik, gayet normal. Asagi inip de aksam icin suveter almak gelince aklimiza geri yukari ciktik. Ugras ugras kapi acilmiyor. Sonra fark ettik ki ust taraf kitli. Bizde ise sadece alt kilidin anahtari vardi. Meger biz onceki gece ustu iceriden kitleyince o mekanizmayi devreye sokmusuz. Yine iceriden devre disi birakilmadigi surece kapiyi her cekiste ust de kitlenecekmis. E nerden bilelim ama, evsahibimiz bundan hic bahsetmemisti ki. Kendimizi disari kitlemis olduk boylece:) Guillaume'in cebi var ama bizim Fransizca onun Ingilizce bilmemesi gibi ufak bir de sorun var. Nasil yapsak derken aklimiza sehirde bol miktarda bulunan Turk restaurantlari geldi. Hem Turkce hem Fransica konusan birini daha iyi nerde bulabiliriz, hemen gittik bir tanesine. Sagolsunlar bizim yerimize arayip mesaj biraktilar Guillaume'a, bu sorun da boylece cozulmus oldu. Gece dondugumuzde kapimiz acilmis, ust kilit devre disi birakilmisti:)

Paris yuruyerek gezilecek sehirlerden, tarihi yapilar, sevimli kafeler, ilginc kucuk dukkanlar sikca cikiyor karsiniza. Ben yurumeye bayilirim zaten. Gak dedigimde su guk dedigimde yiyecek bulabileyim yeter ki sabahtan aksama kadar zevkle yururum, gikim cikmaz. Ilk gun metroya sadece gece eve donus icin bindik, butun gun ve aksam yuruyerek dolastik. Sadece 3 gunumuz oldugu icin kalan iki gunde metroyu cok sik kullandik gerci zamandan kazanmak adina. Metro sistemi cok iyi. Her yere metro var. Sik araliklarla geliyor. Gece 1'de bile gayet kalabalik ve sikti metrolar, hic sorun yasamadik.

La Fayette'e cok yakin oldugumuz icin ilk gun turumuza oradan basladik. Haussmann caddesinin uzerine ciktigimizda Galeries La Fayette'i gorduk. Macys'i (34th streetdekini) buyuk sanirdik biz. Galeries La Fayette iki blogu kapliyor, araya sokak giriyor magaza bitmiyor, yetmemis ev dekorasyonu kismini da caddenin karsisinda acmislar. Icine girmek hic aklimizda yoktu aslinda ama en tepede birkac kisi gorunce aa bunun terasi varmis diyip girdik hemen. Iyi ki de girmisiz, duvar ve tavan suslemelerine bayildik. Giderseniz mutlaka icine girin. Ortaya bakan ve kiyafetlerden bos kalan her kosede elinde fotograf makinasi hayran hayran yukariyi seyreden turistler vardi:) Magaza 5-6 katli, cok yuksek degil ama tepesinden bayagi bayagi gorunuyor sehir.

Opera ve civarinda da bayagi zaman gecirdikten sonra yolumuza devam ettik. Hedef Arc de Triomphe (zafer aniti). Arc de Triomphe dunyanin en buyuk zafer aniti. Yapimina 1806'da baslanmis. O zamanki imparator I. Napoleon ordularinin savaslardan zaferle donduklerinde sehre o anitin altindan gecerek girmelerini istemis ama bunu gormeye omru yetmemis. Kral 1821'de olmus, anitsa 1836'da ancak tamamlanabilmis. Duvarlarin ice bakan yuzeylerinde savaslarin ve katilan generallerin isimleri var. Savasta olen generallerin isimlerinin alti cizilmis. Mechul askerin kabri de anitin hemen altinda yer aliyor. 1920 yilinda 1. Dunya Savasinda olen mechul bir asker savasta olen ve 1.5 milyon mechul askerin anisini temsil etmesi amaciyla oraya gomulmus. Mezarin ucundaki mesale o zamandan beri surekli yaniyormus. Her aksam 6.30'da tekrar yakiliyor. Tepesinden aniti cevreleyen caddeler ve alabildigine uzanan sehir cok guzel gorunuyor.

Champs-Elysees icin dunyanin en guzel caddesi diyorlarmis. Ben o kadar iddiali olmayacagim, listemde olup da henuz goremedigim ulkelere ayip olmasin; cok guzel, dolu dolu, isil isil bir cadde diyelim simdilik. Cadddenin bir ucunda arc de triopmhe bir ucunda tuilleres bahceleri ve Louvre var gerci, o anlamda nereyle kiyaslanabilir bilmiyorum. Kaldirimlari cok genis. Restaurant/cafelerin kaldirimlarda da masalari olmasina ragmen hic dar gelmiyor. Designer magazalarinda siralanmis tabi. Yol boyunca siralanan ve asagiya indikce iyice goze carpmaya baslayan agaclar dikdortgen biciminde, ayni boyda budanmis. Hepsi bir ornek. Bana yol boyu magnum dondurmasini cagristirmalari aklimin fikrimin nerde olduguna dair bir ipucu veriyordur herhalde:)

Perşembe, Eylül 14, 2006

Tatil Notlari II - Bruksel, Brugge


Bruksel icindeki yollar bana biraz dar geldi. Isik yoksa eger sagdan gelenleri onceligi var. Siz ana yolda, onlar yan yolda olsa da bu kural degismiyor. Sagdaki ara sokaklardan cikan biri varsa ona yol vermeniz gerekiyor. Sagdan gelenler de pek bakmadan cikiveriyorlar yola zaten. Isik varsa o belirleyici zaten ama yoksa sag tarafi kollayarak gitmekte fayda var. Biz karsiya gecmeye calisirken tam onumuzde kaza oluyordu az daha bu yuzden. Hem Bruksel'de hem Paris'de Smart kullananlarin sayisi da hic az degil. Cok sevimli bir araba bu yaa, bayildim. Kollarinizi iki yana acin, o kadar iste arabanin boyu:) Patenli trafik polisleri de varmis Brukselin, biz goremedik ama.

Tarihi binalarini koruma cabasi icinde insanlar. O binalari restore edip kullanmayi yeni binalar yapilmasina tercih ediyorlarmis. Hatta eski binalar yikilip yerlerine yeni ve buyuk binalar yapilmaya baslaninca buyuk isyan etmis Bruksel halki. Halkin tepkisi uzerine eski binalara dokunulmaktan vazgecildigi gibi yeni yapilan binalarin bir kismi yikilmis. Brukselde Almanlar azinliktaymis, genelde Fransiz ve Flaman varmis. Guneye gidildikce fransizlar kuzeye gidildikce de flamanlar artiyormus. Belediyeler de fransiz ve flaman. Bizim bulundugumuz bolgede agirlikli olarak Fransizca konusuluyordu. Hatta bu iki belediyenin tam ortasinda kalan bir ev varmis, yarisi bir belediyeye yarisi obur belediyeye air. Herhangi bir is yaptirmalari gerektiginde evsahiplerinin cektigi aciyi tahmin edebiliyorum:))

Meydandaki binalardan birinin yan duvarinda T'Serclaes aniti var. Everard t'Serclaes Belcika'nin kurtulusundan rol oynamis 14. yuzyil halk kahramanlarindan. Pusuya dusurulerek oldurulmus. 1902'de de anisina bu heykel yapilmis. Bronz heykelin kolunu ya da ayakucundaki kopegin burnunu oksamanin sans getirdigine, dilekleri gerceklestirdigine inaniliyor. Haliyle gelen gecen surunuyordu heykele. Hatta biz fotograf cekerken gelen bir kadin gitmek bilmedi, hala surunup duruyordu biz giderken, cok dilegi vardi herhalde:))

Duvarlarini evlerle paylasan kiliseler var. Eskiden bazi kiliseler yoksullarin ev yaparken evlerini kilise duvarina dayamasina izin verirmis. Boylece bir duvari hazir olan bu evler daha ucuza geliyormus. Bizim gorduklerimiz coook ufak evlerdi, su anda cogu dukkan olmus. Evler genelde kucuk zaten. Apartman icleri de oyle. Beyhanin binasinda da daha sonra Paris'de evinde kaldigimiz Guillaume'in binasinda da koridorlar ve asansor acaip kucuktu. Asansorler cok eglendirdi bizi. Buyukce bir cantaniz, bavulunuz vs varsa iki kisi binmeyi unutun, sigmak mumkun degil. Obur turlu de iki kisi gayet samimi olarak ancak sigabiliyor asansore. Asansorlerde 3 kisilik yaziyor ama, ne boyutta 3 kisidir bunlar cok merak ediyorum. Camdan tasinma cok yaygin o yuzden. Monte edilmesi mumkun olan hersey evlerin icinde monte ediliyor bi kere. IKEA bir ihtiyactan dogmus belli ki:)) Tasinma sirasinda kullanilan rayli asansorleri gorene kadar camdan nasil tasinildigini gozumde canlandiramamistim bir turlu. Derken tasinan bir ev gorduk. Rayli sistem itfaiye merivenini andiriyor biraz. Cama dayaniyor ve esyalar raya bagli kare bicimindeki bir duzenegin icine oturtularak yukari gonderiliyor, oradan da iceri cekiliyor. Evden cikarken de bunun tersi uygulaniyor.

Patates kizartmasi cok yeniyor. Sadece bunu satan dukkanlar var, onlerinde de kuyruk:) Hemen her yemegin yaninda da geliyor zaten. Waffle'lari da unutmamak lazim. Her yonden gelen taze waffle kokusuna dayanmak pek zor hakkaten.

Brukselde gorulesi bir diger yapi da Atomium. Atomium, 1958'de Bruksel'de yapilan uluslararasi fuar icin yapilmis. Sadece 6 ay kalmasi planlanmiyormus. Cok populer olunca kalmasina karar verilmis, bir sure sonra atomlari destekleyen ayaklar daha da guclendirilmis. Boyle birkac yapi daha gorduk, fuarlar icin yapilmis ama sonra korunmasina karar verilmis muazzam yapilar. Sadece fuar icin dusunulerek bu kadar zaman, emek ve para harcanmasina hala hayret ediyorum. Yuzeyi paslandigi icin 2004 yilinda kapatilmis ve paslanmaz celikle degistirilerek bu yilin baslarinda tekrar acilmis. Piril piril cok goz aliciydi. Eski yuzey parcalari da isteyenlere hatira olarak satilmis. Su anda pek cok kisinin evini, bahcesini vs susluyormus, bar/cafe dekorasyonlarinda kullaniliyormus o parcalar. Oyle ucuza da gitmemis ama. 2 metrelik ucgen bir yuzeye 1,000 euro falan odenmis.

Japon kulesi ve Cin pavillionu da fuarlarla gelen binalar. Bazi kisimlari Cin'de ve Japonya'da yaptirilip getirilmis. Japon kulesinin yapiminda sadece tahta kullanilmis. Gittigimizde kapanmislardi, iceri giremedik. Kalabalik bir dugun grubu fotograf cektirmeye gelmisti.

Victor Horta Belcikali bir mimar ve Art Nouveau'nun onculerinden sayiliyor. Art Nouveau dogadan ve kadin vucudundan esinlenen bir akim olmus. Demir ve buyuk, asimetrik sekilli cam cok kullanilmis bu akimla yapilan binalarda. 1. Dunya Savasi'nin baslamasi ile birlikte oldukca pahali olan bu akim yerini yavas yavas geometrinin hakim oldugu Art Deco'ya birakmis. Bruksel'de tek gezdigimiz muze Horta'nin muze haline getirilmis evi oldu. Mobilyalarina, kapi kolu elektrik dugmesi gibi aparatlarina kadar kendi tasarlamis Horta. Her yerde bir detay var. Ben ozellikle merdiven korkuluguna hayran kaldim. Iceride fotograf cekmek yasakti, pek birsey cekemedik ne yazik ki. Eski binalarin yikilmasindan Horta binalari da nasibini almis. Mimarin en guzel yapilarindan kabul edilen Maison du Peuple'un yikilmasina tepki cok buyuk olmus.


Brugge

Bir gunumuzu de Brugge'e ayirdik. Dukkanlar aciktir umariz diyerek pazar gunu dustuk yola. Alisveris yapmak gibi bir derdimiz yoktu ama canli bir sehre gitmek daha cazip geliyordu. Malum cogu yer kapali oluyor pazar gunleri. Coook guzel bir sehir. Belcikaya yolunuz duserse mutlaka mutlaka gidin. Bayildik biz. Mimarisi, yesilligi, su kanallari, arnavut kaldirimli sokaklari...acaip sevimli bir yer. Kuzeyin Venedigi olarak kabul ediliyormus Brugge.

Brugge'un de cikolatasi unluymus hemen test ettik. Bilimsel calisiyoruz tabi, oyle bir dukkandan alinanla karar vermiyoruz, birkac yer deneyip sonra not verdik:)) Brugge meydaninda ve ara sokaklarda biraz dolastiktan sonra kanal turu aldik. Dunyanin en kucuk penceresi oldugu soylenen pencereyi gorduk.

Kumdan heykel festivali vardi biz oradayken. Brugge'un tarihcesini konu alan heykeller yapilmis. Kumu dagdan getirmisler o yuzden uzerinde calismasi deniz kumuna oranla daha kolay olmus. Heykellerin cogu buyuk ve ustu kapali bir cadirin icinde yer aliyordu, her an yagabilen yagmur yuzunden herhalde. Belcika'da her an yagmur yagabilir dendigi icin yagmurluklarimizi ve semsiyelerimizi alip gitmistik bu tatile ama hava bizden yana oldu. Ilk 1-2 gun bulutluydu, semsiye gerektirecek kadar yagmur yagmadi hic. Sonrasinda da hep gunes vardi.