Cumartesi, Aralık 31, 2005

Necdet Yucel's Diary...

Gecenlerde, Necdet'ten bahsetmistim. Ardindan, acaba nerde, ne yapiyor diye bir merak dustu icime. Cok sevdigim bir insan olmasina ragmen, ne oldugunu bile hatirlamadigim anlamsiz bir sebepten dolayi 93'den beri gorusmuyorduk. Google'da aradim buldum, bir e-mail attim, kendi adima ozur diledim. Netekim, O'nun da bir kirginligi, kuslugu yokmus zaten... Hayat bir garip iste: Bugun sizin icin hayati onem arz eden durumlar, yarin cok onemsiz dahasi gulunc kalabiliyor...

Necdet, Canakkale Universite'sinde hocalik yapiyor. Cok guzel de bir blogu var. Bildiginiz bir insanin cumlelerini okurken, onu hangi ses tonu ile soyledigi, daha once nerelerde, hangi durumlarda soyledigi kafanizda canlanir, gulumsersiniz. Benim icin de oyle oluyor.

Necdet, duzenli gunluk tutuyor. Iznini alip, linkler bolumune ekledim. O bolumde, gercekten aktif yazan dostlarin linkleri olsun istiyorum. Artik yazmayanlari cikartacagim (ilk olarak Fuat Agbi'nin linkini cikarttim). Simdiden soyluyorum, kirginlik olmasin :)

KG'ye canim feda...

Sirketteki NBA Fantazi Ligimizden bahsetmistim. Bana gore gayet canavar gibi bir takimim var ama hala maalesef ortalarda gidiyor takim.

Bugun ligde benden daha alt sirada yer alan bir arkadasla konusurken o da kagit uzerinde cok kuvvetli gorunmesine ragmen oyuncularin performansinin cok kotu oldugundan bahsetti ve "I have to put KG on the block" dedi. Birden kulaklarim dikildi tabii. Gecen yil da Kevin Garnett'i almaya calismistim ama KG'yi pazarlik konusu etmek cok zor, adam ucuk bir sey, sahibi vazgecemiyor. "KG'nin sahibi ligi kazanamaz" dedim ama dayanamayip Shaq + Michael Redd'i onerdim, kabul etmedi. Michael Redd'in yerine Rashard Lewis'i istedi. Vermedim. Karsi oneri olarak, Rashard Lewis + Antawn Jamison'i istedi. Screenshot'ta gorundugu uzere, onun acisindan oldukca karli bir alis veris:
%FG (Basket Yuzdesi): KG ile bu artacak. su anda Ligde 7/10 siradayim: (+)
%FT (Serbest Atis Yuzdesi): Verdigim 2 oyuncunun ortalamasi KG ile ayni...
3PT (3luk): R.Lewis'i kaybedince burda bariz 3luk kaybediyorum (-)
Points (Sayi): Lewis, KG kadar sayi atiyor. Oyun basina 20 sayi kaybediyorum (-)
Rebound: A. Jamison, KG kadar ribaunt aliyordu, toplamda kaybediyorum (-)
Asist: KG, ikisiniz toplamindan daha fazla asist yapiyor (+)
Steal (Top Calma): Cok ihtiyacim olan bir alan ama bariz kayiptayim (-)
Block (Blok): KG tek basina ikisinden daha fazla blok yapiyor (+)
Turnover (Top Kaybi): Her iki oyuncumda pek top kaybetmiyordu, pek bir sey degismeyecek.

Amma ve lakin, kabul ettim! Cunku yedeklerden Tayshaun Prince'i oynatacagim. Boylece, A. Jamison'dan kaybettigim sayi acigini kapatabilirim. Ribaunt'ta biraz acigim kaliyor ama cok degil. Top kaybim da azalacak. Geriye koyamayacagim iki sey Top Calma ve 3luk... Top calmada ligde en kotu durumda idim, bir degisiklik yok. 3lukte en iyi durumda idim, dusecek.

Yahu kafamda da hala soru isaretleri var... Kabul ettim ama delilik mi ettim? :)

Cuma, Aralık 30, 2005

Brezilya-Arjantin Gezisi Resimleri...

Bezen, Igauzu Falls yazisini bir kac gun once yazdi ama resimleri ancak bugun (ehem saat sabahin 5ine geliyor su anda) Flickr'a yukleyebildim. Bu muhtesem selalelere bayilacaginizi dusunuyoruz. Ayrica, Corcovado ve Buenos Aires resimlerini de yetistirebildim, buyrun:
Diger resimleri de bu postaya ekleyecigiz...

Perşembe, Aralık 29, 2005

Film: Farewell My Concubine ve Matchstick Man

Farewell My Concubine (Ba wang bie ji) aldigi pek cok odul ve IMDB.com'daki yuksek notu (8.0) sebebiyle, uzun suredir izlemek icin firsat kolladigimiz filmlerden biri idi. Velhasil kelam, "bir seyi cok isteme, oluverir" derler. Heyecanla izlemeye basladigimiz film opera sahnelerinde cikarttiklari dayanilmaz sesler, film ilerledikce tam bir iskenceye donustu. Filmin sonunu zor getirdik...

Zamanin birinde Mardin'e Vali halki egitmek icin zorla operaya goturmus. Cikista yasli bir amcaya sormuslar, nasil buldunuz operayi diye. "Mardin Mardin olali boyle zulum gormedi" demis. Yeri tam neresi bilemiyorum benim aklimda Mardin kalmis. SourTimes'a gore Sivas, kimilerine gore Bayburt, kimilerine gore de Erzurum'da gecmis olay.

Filmi anlatmakla ugrasmak bile istemiyorum ama kisaca durum sudur: Pekin Operasinda, halkin cok sevdigi 'Farewell My Concubine' adinda bir oyun yillarca oynanir. Filmin kahramanlari, bu Opera'da oynamak icin yetistirilen iki cocuktur. Buyurler ve bu operadaki Kral ve Sevgilisi rolleri ile meshur olurlar. Yillar gecer, Cin'de Japon isgali, ardindan Milliyetcilerin zaferi, ardindan ic savas ve onlari Tayvan'a kovalayip basa Komunistler gecer. Tum bu olaylar, Oyun ve oyuncularin etkilesimi ile birlikte aktariliyor...5/10

Matchstick Man, Nicolas Cage'in simdiye kadar seyrettigim en guzel filmlerinden biri diyebilirim (digeri Adaptation). Film, ortagi Frank (Sam Rockwell) ile dolandiricilik yapan hastalik derecesinde titiz Roy adinda bir uckagitcinin, 14 yasindaki kizi (Alison Lohman) ile karsilasmasi ve ardindan hayatindaki degisiklikleri konu aliyor.

Filmi daha fazla anlatip, agzimlar suprizler hakkinda ip ucu kacirmak istemiyorum. Basta bir parca yavas gidiyor gibiydi film ama gittikce daha guzel ve ilginc bir hale geliyor. Tavsiye edilir...8/10

Tolga Sevinc'in Blogu...

Tolga, ODTU'lulerin hazirladigi goruntulerin oldugu guzel bir sayfadan
(http://guide.ceit.metu.edu.tr/video/odtu_tv.asp) bahsedince, "e artik sana bir blog acmak farz oldu gari" dedim. Oturduk ilk postunu girdik biraz tarif edip silah zoruyla yazmaya mecbur ettim. Aha adres: http://tolgasevinc.blogspot.com

Orkut duzelmis...

10 tiklamanin 9unda server gocuk cevabi aldigimdan uzun zamandir www.orkut.com'a takilmiyordum. Bu aralar is guc yok, evde takiliyorum ya bir bakayim n'olmus dedim. Gayet hizlanmis ve duzelmis. Ustune ustluk google account'u ile entegre etmisler. Sanirim hala davetiye gerektiriyor. Ilgilenenler varsa isim, soyad ve e-maillerini iceren bir mesaj biraksin, davetiye gondereyim. Evet, isim soyad da gerekiyor!

Unutmadan, spamcilerin ekmegine yag surmeyelim, dumduz e-mailiniz birakmayin, adil nokta hindistan at bilmem ne gibi yazin ya da biraz yaratici olun. Bulmaca cozmek zorunda birakmayin yeter:)

Ek: http://en.wikipedia.org/wiki/Orkut adresinde Orkut.com'un kurulusundan bugune tarihcesi anlatiliyor. Brezilyalilarin coklugunu farketmistim ama tum Orkut ailesinin %70'e yakinini olusturduklarini ordan okudum.

Çarşamba, Aralık 28, 2005

Gezi Notlari III - Iguazu Falls


Brezilya’daki son duragimiz Iguazu Falls, yani selaleler. Iguazu, Rio’dan yaklasik 1,500 km otede kucuk bir sinir kasabasi ayni zamanda. Gercekten kucuk bir kasaba ama. Otele yerlestikten sonra kasabayi dolasmaya ciktik, cok uzun surmedi:) Kasabadaki Lubnanli sayisi bizi oldukca sasirtti ama. Lubnan restaurantlari, pastaneleri, kafeleri gorduk. Hatta o aksam bir Lubnan lokantasinda yemek yedik, Adil nargile bile icti. Bu tur bir yer beklemiyorduk, sasirdik. Yemekler cok guzeldi.

Foz do Iguazu havaalaninda bizi karsilayan sonraki iki gun boyunca bize rehberlik yapan Carlos bu turda rastladigimiz en iyi rehberdi. Bolgenin ve ulkenin genel ozelliklerinden tarihine, politik yapisina kadar bircok bilgi verdi bize. Ertesi sabah bizi otelimizden almaya geldi ve Arjantin, Brezilya ve Paraguay arasina sikismis olan selaleleri gormeye gittik. Toplamda 275 selale varmis, bunlarin 250si Arjantin’de, 25 tanesi de Brezilya’da.

Iguazu Falls, Guarani dilinde buyuk su anlamina geliyormus ve adini da oradan almis. Guarani Paraguay ve Bolivya'nin resmi dili. Arjantin'deki Corrientes bolgesinde de bu dil konusuluyormus. Yaklasik 3 km boyunca siralanmis olan selaleler yagmur ormanlarinin icinde yer aliyor. Manzara inanilmaz guzel. Aralara serpistirilen metal kopruler bazi buyuk selalelere oldukca yaklasmanizi sagliyor. Bu koprulerin bazilarinin uzuna kadar gittimizde asagidan sicrayan ve o anda sadece serinletiyormus gibi gelen su damlalari ile sirilsiklam olduk. Selalelerin cogu Arjantin kisminda oldugu icin Brezilya tarafindan manzara daha guzel, hepsi bir anda gorulebiliyor. Bu selaleler dunyanin 8. harikasi olarak da aniliyormus (Niagara Falls 87. sirada). Brezilya’ya gidecekseniz, burayi da mutlaka ama mutlaka gormelisiniz bence.

Kasim-Mart arasindaki yagmur sezonunda selalelerden akan su miktari saniyede 12,750 metrekup olabiliyormus. Bizden 1-2 hafta once cok siddetli yagmur yagmis ve uzerinde yurudugumuz koprulerin bir kismi tasmis. Ondan bir ay kadar once yagan siddetli yagmurlarda da bu selalelerin en buyugu olan Devil’s Throat (Gargantua del Diablo) selalesinin uzerine kadar giden kopru yikilmis. Yerine henuz yenisi yapilmadigi icin o kisma gecemedik. Orayi karsidan ve biraz uzaktan gorebildik sadece.

Yuruyusumuzun ilk kismini bitirdikten sonra nehirdeki bot (speed boat) gezisine katilmaya karar verdik. Botla selalelerin oldukca yakinina kadar gittik. Devil’s Throat tarafinda siddetli akan buyuk selalelerden birkac tanesine yanastik ama gozumuzu bile acamadik sicrayan sularin siddetinden. Cok guzel ve eglenceliydi. Bu bot turunu oglen saatlerinde yapmakta fayda var cunku denize dusmus gibi cikiyorsunuz karaya. Sonrasinda yuruyuse devam ederken kuruduk arada. Yaninda yedek kiyafet getirenler ya da tekneye mayoyla binenler de vardi. Mayo fikrini cok takdir ettik su damlayan kiyefetlerimizle ortalarda dolanirken. Tekne turundan sonra yurusuyun devam edecegi noktaya gitmek icin ustu acik safari kamyonlarina biniliyor. Ufak bir tur da o sekilde yapmis olduk. Tropik ormandaki cesitli agaclari ve meyveleri ogrendik (Tekrar gorsem hicbirinin adini soyleyemem o ayri:)) Bolgede 450 tur kus ve 250’nin uzerinde kelebek turu varmis. Yabani hayvanlari hic saymiyorum. Kelebek coktu hakkaten, surekli ustumuze konuyorlardi ama. Bazi yerlerde yoldaki kelebeklere basmamak icin caba sarfediyorduk nerdeyse. Buna ragmen denk getirip de dogru duzgun bir kelebek fotografi cekemedim:(

O aksam icin ben yoresel muzikleri dinlemek ve danslari gormek istedigim icin Carlos’un da onerdigi bir gosteriye bilet aldim. Tur boyunca ekip arkadaslarimiz olan Genya ve Eugenie cifti de gelmeyi dusunduklerini soyleyince aksamki gosteriye beraber gittik. Bir onceki aksam gittigimiz bari begenen Adil ve Tolga gosteriyi pas gecip tekrar bara gitmeyi tercih ettiler.

Restaurant cok buyuktu. Gittigimizde cok kalabalik degildi, aa erken geldik galiba derken birden doluverdi. O kadar insan nerden cikti bir anda hic anlamadim. Yemek acik bufe brezilya barbekusuydu ve cok guzeldi. Hakkini verdim ben de:)) Sovlar eglenceliydi. Latin Amerika ulkelerine ait sarkilar soylendi, danslar edildi.

Itaipu Baraji

Modern dunyanin 7 harikasi arasinda sayilan Itaipu dunyanin en cok elektrik ureten ve uretim kapasitesi en buyuk hidroelektrik baraji. Itaipu da adini Guarani dilinden almis, anlami: sarki soyleyen taslar! Brezilya ve Paraguay arasinda Parana Irmagi uzerinde kurulmus. Tam kapasite calisan 18 jenerator unitesi Brezilya'nin elektrik enerjisi ihtiyacinin %25'ini, Paraguay'in ise %90'ini karsiliyor. Iki yeni unitenin yapimi da devam ediyormus. Jeneratorlerin 9 tanesi Brezilya'ya 9 tanesi de Paraguay'a ait. Ama cok kucuk bir ulke olan Paraguay'a tek jenerator yetiyormus aslinda. O da diger jenaratorlerden elde ettigi enerjiyi Brezilya'ya satiyor ve projeye olan borcunu da bu sekilde oduyor bir anlamda. Baraj 196 m yuksekliginde ve 7.7 km uzunlugunda.

Bu resmi havaalanina giderken mola verdigimiz bir yerde cektik. Uc ulkenin kesistigi bu noktayi ozellikle gostermek istedim. Resmi cektigimiz taraf Brezilya, tam karsisi Arjantin, nehrin sag tarafinda kalan alan da Paraguay:)))

Film: King Kong ve Bossa Nova

Dun gece 11 seansina Tolga Sevinc kardesimle King Kong'u izlemeye gittik. Tabii filmin 3 saat oldugunu biletleri aldiktan sonra ogrendik. Velhasil, Peter Jackson'in The Lord of The Rings Trilojisinden dolayi uzun filmlerine alisigiz. King Kong'un orijinal hikayesi nasildi bilmiyorum ancak bunda kisaca durum soole:

Yil 1933. Buyuk buhran (Great Depression) zamani... Insanlar karinlarini doyuracak parayi bile bulamiyorlar, her yerde is yerleri kapaniyor. Cilgin bir film yonetmeni olan Karl Denham (Jack Black) yapimcilarin filmini bitirmek icin yeterince parayi vermeyecegini anlayinca, hemen bir tekne kiralar ve kadin basrol oyuncusu aramaya baslar. Bu sirada komedyenlik yapan Ann Darrow (Naomi Watts) issiz kalir ve tesadufen Karl ile karsilasir. Karl hem Ann'i hem de senaryo yazari Jack Driscoll'i (Adrien Brody) katakulliye getirip gemiye bindirir.

Adaya varirlar ancak adada birbirinden tehlikeli hayvanlar ve vahsi yerliler yasamaktadir. Yerliler Ann'i devasa bir gorile kurban etmek isterler ancak Ann'in guzelligi dev gorili sakinlestirir vs. vs. vs.

Sonuc: Naomi Watts'in guzelligine hic kimse laf edemez, goriller bile bunun farkinda :)) Yani film, goruntu, ses, Naomi Watts dahil tum beklentilerime cevap verdi. Tavsiye ederim... 8.5/10

Bossa Nova (2004), hafta sonu izledigimiz filmlerden biri. Birbiri ile ilintili pek cok konu, olay, kisi ve iliskiler yumaginda drama ve komedi bir arada sunuluyor. Brezilya gezimizin uzerinden cok gecmedi, anilar taze henuz.

Film Rio'da geciyor, dolayisiyla mekanlara, lisana ve insan tiplerine daha bir asinayiz. Bu da hos bir duygu yaratiyor. Iyi vakit gecirmek, keyifle izlemek icin tavsiye edebilecegimiz filmlerden biri de bu...8/10

Pazar, Aralık 25, 2005

Film: Carlito's Way: Rise To Power


1993 yapimi, Al Pacino ve Sean Penn gibi yildizlarin oynadigi Carlito's Way cok hosumuza giden bir film olmustu. O yuzden, bu filmin oncesini anlatan Carlito's Way: Rise to Power aylardir izlemeyi dort gozle bekledigimiz bir filmdi.

Film, kotu bir film degil belki ama maalesef, beklnetilerimizi cok yuksek tuttugumuzdan ciddi bir hayal kirikligi yasadik. Bu filmde Porto Riko'lu Carlito Brigante'yi canlandiran Jay Hernandez, Al Pacino'nun cizdigi tutkulu karisik karakterden uzak, cok daha sakin ama biraz da dengesiz bir uyusturucu kacakcisi.

Kisaca ozetlersek, film hapishane de Hispanik Carlito, Harlemde yetismis bir siyah olan Earl (Mario Van Peebles) ve Italyan asilli Rocco'nun (Michael Kelly) arkadasligini aktararak basliyor. Manhattan'da Italyan, siyah ve hispanik'lerin surekli birbiri ile kavga halinde oldugu bir donemde bu ucu, o anda guclu konumdaki mafya babalari ile iyi iliskiler kurup guclenirler. Ancak, Earl'in kardesi ofkeli, saygisiz, basini belaya sokmaya meyilli bir tiptir ve onun bu ofkesi onarilmaz yaralar acip kavgalara sebep olur, falan filan. Izlemezseniz kayip degil..6/10

Gezi Notlari II - Rio De Janeiro


Corcovado

Kaldigimiz yerden devam ediyoruz. Rio’da mutlaka gorulmesi gereken yerlerin basinda Corcovado dagi ve dagin tepesindeki Christ the Redeemer heykeli geliyor. Sehrin hemen her yerinden heykeli gormek mumkun. Corcovado dagi 710 m yuksekliginde ve ulusal park sayilan Tijuca Ormani’nin icinde. Tijuca Ormani dunyada bir sehir icinde bulunan en buyuk ve dunyadaki ilk yeniden agaclandirilan orman olma ozelligine sahip. Dagin tam tepesinde de 38 m yuksekliginde bir Christ heykeli var. Yapimina 1921 yilinda baslanmis ama ancak 1931’de tamamlanabilmis. Heykelin yana dogru acik kollari tum sehri kucakliyor.Heykelin onundeki platformdan sehrin tamami gorulebiliyor ve manzara coookkk guzel. Tepeye kucuk trenlerle cikiliyor. Sporcuyum ben aktif dinamik heyecanliyim derseniz biraz(!) dik yokus ve 220 basamak merdiveni tirmanarak da cikmak mumkun:)) Biz sabah saatlerinde gittik ve butun tur otobusleri ayni saatte geliyor oldugundan olsa gerek cok kalabalikti. Ama yukari cikinca herseyi unutuyorsunuz. Sehrin manzarasi o kadar guzeldi ki heykele bakmayi bile unuttuk bir sure:)

Sugar Loaf – Pao de Acucar

Sugar Loaf, Rio’nun yukaridan gorulebilecegi ideal yerlerin bir digeri. Sugar Loaf deniz kenarinda, Atlantik Okyanusu’na acilan Guanabara Korfezi’nde yer aliyor ve iki tepeden olusuyor. Yukariya teleferikle cikiliyor. Oraya cikmak icin gunesin batisini denk getirmeye calistik. Getirdik de aslinda ama hava bulutlu oldugu icin istedigimiz goruntu pek olusmadi. Yine de sehrin goruntusu cok guzel. Sugar Loaf Copacabana’ya cok yakin, yurume mesafesinde hatta. Teleferik once ilk tepe olan Urca’ya cikiyor, orasi 224 m. Orada biraz oyalanip fotograf cektikten sonra ikinci teleferikle Sugar Loaf’in tepesine ciktik. Yukseklik 396 m. Gece manzarasi cok guzeldi. Oldukca uzun kaldik orda. Fotograf makinasinin hafizasi dolunca ancak asagi inmek aklimiza geldi:)


The Lagoon - Lagoa Rodrigo de Freitas

Lagoon kuzey Rio tarafinda, sehrin ortasinda yer aliyor ve yukaridan bakinca kalp seklinde gibi. Lagoon’un cevresindeki apartmanlar Rio’nun en pahali yerleriymis. Hakediyorlar valla, lagoon cok guzel. Cevresi 7.5 km – yuruduk biliyoruz:) Aksam saatlerinde hava biraz serinlemeye basladiginda iyice kalabaliklasiyor. Su kenarinda acikhavada canlik muzigin de oldugu cafeler var. Cocuk bahceleri var. Lagoon’da deniz bisikleti kiralayabiliyorsunuz. Kiyida da bisiklet kiralanabiliyor, 3-4 kisi binebildikleriniz bile var. Lagoon cok eglenceliydi bence. Adim basi kucuk arabalariyla saticilar vardi bir kere. Akliniza ne gelirse. Balon, pamuk helva, sosisli sandvic, patlamis misir, icecek, kaynamis misir, kuruyemis, bilimum tatli, incik boncuk, giysi, taki vs. Onu da isterim bunu da isterim diye ordan oraya kosturan kucuk cocuklar gibiydik bir ara, aa burda churro diye bir tatli yapiyorlarmis deneyelim, aaa burda da baska bir tatli varmis onu da deneyelim, orda da mi birsey var kacirma geliyoruummm… Boyle boyle giderken baktik ki donuvermisiz etrafini:) Bazi noktalar – yani bazi saticilarin onleri – o kadar kalabalikti ki caddeden yurumek zorunda kaldik.

Lagoon’da bir de yilbasi agaci var. Dunyanin en buyuk yilbasi agaci olarak Guinnes rekorlar kitabina girmis. Yuksekligi 82 m. 2.8 milyon mikro lamba kullaniliyormus aydinlatilmasi icin. Isiklandirma calismalari 3 ay suruyormus ve bu yilkinde 1500 kisi calismis. Her yil 26 Kasim’da isiklandiriliyor ve 6 Ocak’a kadar agac hep isil isil. Agacin bir diger ozelligi de yuzuyor olmasi (floating). Goletin icinde yer degistiriyor agac, birkatiginiz noktada olmayabilir yani ertesi gun:))

Cuma, Aralık 23, 2005

Kitap: The World Is Flat


Thomas Friedman, deli filan degil tabii, ama kitap basligini "Dunya Duz" diye secmis. 72 haftadir kitap ABD'de en cok satan ilk 10 listesinde. Aslinda epeyce karisik, ve daha once yazdigi kitap ve yazilardan epeyce bir alinti var. Kitabin geri kalaninin da yaptigi gorusmelere oldukca fazla yer vermis ve kendi mesajini onlar araciligi ile iletiyor. Neler anlatiyor bize Friedman?

Rakamlari seviyor ve 11 Eylul (9/11)'i ters cevirip 11/9/1989'da Berlin Duvarinin yikilmasi ile dunyanin yeni bir duzene adim attigini soyluyor. Bu dunyada, aciklik ve umut var. Netscape dot com furyasini baslatiyor. Telekom firmalari bu donemde korkunc yatirimlar yapip dunyanin 4 bir tarafina fiber optik aglar dosuyorlar. Linux ve open source ile ucuz isletim sistemleri ve degisik bir mentalite dunyayi kasip kavuruyor. Y2K sirasinda ABD ve diger gelismis ulkelerdeki yetismis bilgisayarcilar talebe yetisemedigi icin Hindistan'daki Ingilizce bilen bilgisayar muhendisleri isin icine giriyor (outsourcing). Cin, disariya aciliyor ve ucuz is gucuyle dunyanin uretim merkezi (Workshop) haline geliyor.

Dot com patlayinca, bu sefer milyarlarca dolarlik fiber optik dosenmis ve tam son kullaniciya gidecek kablolar dosenecekken para kalmadigi ve mevcut sistemin kullanicisi olmadigi icin fiyatlar dusuyor, telekom sirketleri batiyor. Hindistan'dan gelen muhendisler evlerine donduler ama dosenen fiber optikler sayesinde uzaktan ayni isi daha ucuza yapmaya basladilar ve outsourcing hizlandi.

Uretimini Cin'e kaydiran rakipleri ile mucadele edebilmek icin, diger sirketler de outsourcing'e basvurup uretimi Cin'e kaydiriyor ve bu yaklasim cig gibi buyuyor. Hindistan'da servis sektorunde ayni ruzgari yakaliyor. Meksika, bu durumdan olumsuz etkileniyor ve NAFTA gibi Free Trade anlasmalarina imza atmis olmasina ragmen bu firsati iyi degerlendiremiyor.

9/11 gerceklesiyor ve ABD'de yeni olusturulan guvenlik kurumlari, ogrencilere zorluk cikartip ABD'ye beyin gocunun cok cok azalmasina sebep oluyor. ABD'de yuksek egitim goren muhendislerin Cinliler ve Hintliler cok buyuk bir yuzdeye sahip oldugundan, bu durumun Amerika'nin gelecegi acisindan tehlike olusturdugu ongorulerine Cumhuriyetci tayfa kulak asmiyor. Cin'in 5 yilda uluslararasi yayin sayisini 10 katina cikartmasina bile "Tum dunyada 500,000'e yakin Uluslararasi bilim yayini yapiliyor. ABD dususe ragmen hala 150,000'e yakin yayin yapiyor. Cin ise su anda 12,000 civarinda" seklinde yaklasiyor.

Kitapta uzun uzun devasa Amerikan sirketlerinin olusturdugu Supply Chain'lerden bahsediyor. Logistic sirketleri sayesinde kucuk sirketlerin de buyuk sirketler gibi calisabildigini anlatiyor. Ornegin bilgisayariniz bozuldu UPS'e verip tamire gonderdiniz. Aslinda tamiri yapan UPS. Bir bilgisayar siparisi verdiniz, dunyanin 4 bir tarafindan parcalar Cin ya da baska bir uzak dogu ulkesine ulasiyor ve birlestirilip size gonderiliyor (Tolga'ya notebook siparisi verirken, Sen Dell'e veriyorsun ama aslinda o siparis direkt Cin'e gidiyor demistim. Gercekten'e 3. Shanghay'dan notebook yola cikmis 4. bize ulasti).

ABD hukumeti Reagan doneminden itibaren sistemli bir sekilde isverenlerin tarafini tutuyor (pro-business) ve orta direk gittikce artan bir hizla eriyor. Benzer yapilanmalari dolayisiyla M. Thacher'da bol bol alkis topluyor. Outsourcing onu alinmaz bir hale geliyor. Friedman'a gore bugun ki islerin buyuk bir cogunlugu, daha ucuz ulkere kaydirilacak ve bundan kacis yok. ABD'de sadece katma degerli isler kalacak. Outsource edilmeyen islerde calisanlarin maaslari dusecek. Bize onerisi de, outsource edilemeyecek bir iste calismamiz ya da surekli egitim ve kendini gelistirme ile yeni islere adapte olmamiz.

Globalizasyon ile isverenlerin ve kapitalin ozgurce daha ucuz ulkelere gitmesi sonucu zenginlesen, buyuyen Cin'in hedefinin her konuda ABD'yi gecmek oldugunu O da goruyor. Cin'e ve Hindistan'a tasinan Arastirma Merkezlerinin simdiden ABD ile yarismaya basladigini soyluyor. Ama bir yandan da buna sebep olan globalizasyon ve herseyi savunurken bir yandan da ABD'nin yeni isler ureterek lider kalabilecegini umut ediyor ve gecmisten ornekler veriyor...

Globalizasyon ve outsourcing'i isyerlerimizde goruyoruz zaten. Surekli haberlerini aliyor hatta icinde yasiyoruz. Bir bolum Hindistan'da aciliyor, sonra ordakilere egitim veriyoruz. Sonra da o bolumun ABD kisminda calisanlar azaltiliyor veya hepten kapatiliyor. Goz gore gore duvara toslamak bu olsa gerek :) Isveren acisindan degisen bir sey yok, o karini arttiriyor ama calisanlar acisindan degisek cok. Du bakalim...

Çarşamba, Aralık 21, 2005

Manhattan Metro ve Otobuslerinde Grev


Anlasacaklar anlasamayacaklar derken MTA (Metropolitan Transportation Authority) ve Transport Workers Union arasinda uzlasma saglanamadi ve grev basladi. Sali gununden itibaren Manhattan’da TWU Local 100 sendikasina bagli tum metro ve otobusler durdu. Yani sehir metro ve otobuslerinin hicbiri calismiyor. Buna Queens, Brooklyn ve Bronx’a giden metrolar da dahil. Bu metro ve otobusler gunde 7 milyon kisiyi tasiyorlar. Dusunun bir anda ortada kalan kalabaligi. Long Island Railroad calismaya devam ediyor ama ona da binebilmek ayri bir sorun kalabalik yuzunden. Birkac tane de ozel otobus sirketi varmis.

Kalabilenler evde kaliyor ama cogunluk ise gitmek zorunda. Yuruyenlerin, bisikilet ve patenlerle ise gidenlerin sayisi az degil. New York valisi Bloomberg de herkesle beraber Brooklyn'den New York'a yuruyerek geliyor iki gundur. Sabah saatlerinde ancak icinde 4 veya daha fazla kisi olan arabalarin sehre girmesine izin veriliyor. Normalde kimse otostopculara yuz vermez burda ama bu durumda arabasi olanlar yuruyenleri arabalarina aliyor. Taksiler de taksi dolmus seklinde calismaya basladilar. Bu halde bile zaten cekilmez olan sehir trafigi iyice cildirtici boyutlara gelmis durumda. Beni etkilemedi, ben zaten metroya binmiyordum ama Adil bayagi etkilendi bu durumdan. Dun 2.5 bugun 3 saat surunce ise gitmesi, bir o kadar da donuse harcayinca evden calismaya karar verdi haftanin geri kalaninda.

TWA Local 100'e basgli calisan iscilere verilecek zam ve yeni ise alinacak iscilerin emeklilik haklari ile ilgili anlasmazlik sonucu greve gelindi. Ancak gorusmelerin erken kesildigi, MTA'in makul bazi oneriler getirdigi ama sendikanin aceleci davranarak greve gittigi gorusu hakim. Bu da sendikanin kredisini dusurdu cogu insanin gozunde. Sendikanin bagli oldugu Transport Workers Union of America'nin grevi onaylamamasi da ayrica bir eksi Local 100 icin. Mahkeme de suclu bulundular, su anda grevde kaldiklari hergun icin 1 milyon dolar ceza odemelerine karar verdi mahkeme. Gorusmelere yarin yeniden baslanacakmis galiba. En son 1980'de olmus bu tur bir grev ve 11 gun surmus. Bakalim bu kac gun surecek. ===== 3 gun surdu. Persembe ogleden sonra grev sona erdi. Otobusler hemen calismaya basaldi ama metrolarin tamamen normal duzenine gecmesi sabahin erken saatlerini bulmus.

Pazartesi, Aralık 19, 2005

Frederick's


Bu haftasonu bayagi hareketli gecti. Cuma aksamki sirket partisinden sonra Cumartesi aksami da arkadaslarla parti yaptik, bara gittik. Gecen ay burda genelde finans firmalarinda calisan bir grupla Liman'a balik yemeye gitmistik. Ordaki sohbet cok keyifliydi, yeni insanlarla tanismak, yeni arkadaslar edinmek cok guzeldi. Herkes boyle dusunmus olmali ki o aksamin devamini getirelim dedik. Bu seferki bulusma icin secilen yer 58th Street'deki Frederick's oldu. Uc ayri odadan olusan lounge'da en arkadaki oda bize ayrilmisti. Gecen aydan beri gorusemediklerimizle kaldigimiz yerden devam ettik, yeni insanlar tanidik, arada dolasan karides, sushi roll, kizartma tabaklarina bol bol uzandik, ictik, eglendik. Guzel bir gece oldu. Defile varmis bir de o aksam barda. Tesaduf. Kimin defilesiydi hicbir fikrim yok. Kalabaliktan pek birsey goremedim ben zaten. Adil daha ondeydi o sirada, birkac fotograf cekmis de ordan baktik sonra.

Delmonico's da bir oglen yemegi...


'MTA Union' (NY Metro calisanlarinin sendikasi), NY Metrosu patronlarindan yillik icin %8 zam istiyor ve anlasma saglanmazsa gecen hafta Persembe gecesi itibariyle greve gideceklerini aciklamislardi. Grev tehditi altinda bu hafta ise gelip gelemeyecegimiz belli degildi ve FactSet grubundan satis sorumlulari bizi Pazartesi yemege cikartmak istediklerini soyleyince, katilip katilmama konusunda once kesin cevap veremedim. Sonra, grev olmadigi takdirde katilacagimi bildirdim.

Grev Sali gecesine kadar ertelenince bugun isteyiz ve oglen 12'de isten arkadaslarla 56 Beaver St., New York, NY adresindeki Delmonico's Restaurant'a gittik. FactSet'in satis sorumlusu bizi karsiladi. Yazilimcilar, Sunucu Yoneticileri ve destek grubundan toplam 13 kisi davet edilmis.

Delmonico's 1827'da Giovanni ve Pietro Delmonico tarafindan bir pastane olarak kurulmus. 1831'de restaurant acilmis. 16 Aralik 1835'deki buyuk yanginda 23 ve 25 Williams Street'teki binalar yanip kul olmus. 1836'da Delmonico's kardesler Beaver,Williams ve Gunery Williams caddesinin kesisimindeki ucgen binayi satin almislar ve 1 yil sonra 3 katli restaurant hizmete acilmis. 1868 ile 1999 arasinda ne olmus bilmiyorum ama restaurant'taki dokumanlara gore (evet yemek yemege gittik ama tarihini merak ettim iste) 1999'da Italyan - Hirvat gocmenlerden olusan bir ortaklik Delmonico's u yeniden hayata gecirmis ve Wall Street'in bilindik, saygin Steak House'lardan biri olmus.

Bizim icin zamaninda Charles Dickins'in yemek yedigi ve adini verdigi Dickins Room'da yer ayirtilmis. FactSet'in GS'le calisan 3 elemani bizi karsiladi ve tum ekip ulastiktan ve tanistiktan sonra yemege gecildi. Gozum Porter House'da idi ama Porter house dedigin yukluce bir et ve 2 kisilik bir menu demek. Ortak bulamayinca Delmonico's Steak sectim. Yanina da masaya 1995 urunu Rinaldo Kirmizi Sarap soyledik. Gayet lezzetli bir yemek ve keyifli bir muhabbet oldu. Yemek olayini Tiramisu ile taclandirip 2 saat sonra ise donduk. Kafalar hafif iyi ve anilar henuz taze iken yazalim, di mi? :)

Pazar, Aralık 18, 2005

Christmas Partisi


Christmas zamani geldi yine. Nereye gitti bu yil ne zaman bitti boyle anlamadim ki. Daha bu yil icin yaptigim resolution listemin ancak yarisina gelmisim ben:) Cok tembellik etmisim anlasilan. Neyse, bu Christmas zamanlari pek yaramiyor bana. Basimi nereye cevirsem cikolata cikiyor karsima. Avukatlik firmasiyiz ya biz, musterilerden sepet sepet hediye geliyor, genelde de cikolata maalesef. Onlar da mutfaga yerlestiriliyor, millet artanlari masasinda gelene gidene ikram ediyor, kac kacabilirsen. Benim gibi cikolata duskunu birine yapilacak sey degil yani:)))

Cuma aksami sirketin Christmas partisi vardi. Bizim parti mekanimiz belli: Ashton's. Bizim binanin karsisinda bu bar. Sirket simdiki binaya tasindigindan beri, yani 4 yildir, orada oluyormus partiler. Bu benim ikincim. Sirket partisi ailelere acik olmadigi, esler gelemedigi icin erken oluyor. Saat 4'de barda yerimizi almis ilk ickilerimizi ismarliyorduk. Sohbet ettik, yedik ictik, gene ictik, son sirket dedikodularini ogrendik...:))) Haa, bir de hediye cekilisimiz vardi. Secret Santa. Partiden iki hafta kadar once kura cekiliyor. Herkes kendisine cikan kisiye hediyesini aliyor, paketin uzerine o kisinin adini yaziyor ama kendi adini yazmiyor. Parti oncesinde butun hediyeler buyuk bir kutuda toplaniyor ve parti sirasinda tek tek dagitiliyor ve aciliyor. Hediyenin kimden geldigini bilmiyorsun. Herkes secret santa (gizli noel baba) oluyor boylece:) Cok keyifli bir aksam oldu, cok eglendik.

Perşembe, Aralık 15, 2005

Petropolis ve 2. Pedro (Brezilya)


Bir onceki yazida, 1. Pedro ve Brezilya Imparatorlugunun kurulusundan bahsetmistim. Hemen bir not, 1. Pedro, Portekiz'deki Krallik unvaninin tersine kendine unvan olarak Imparatorlugu secer. Bunun 2 sebebi var. 1. Napolyon ozentisi. 2. ise Brezilya'nin buyuklugunun gostergesi.

Neyse, 2. Pedro, 1825'de dogar ve babasi tarafindan 1831'de Brezilya dogumlu ilk imparator ilan edilir. 14 yasina gelinceye kadar Monarsi duzenince bir meclis ulkeyi yonetir.

2. Pedro liberal bir imparatordur ve 49 yil boyunca ulkeyi "União e Indústria" (Birlik ve Sanayi) solagani ile yonetir. Ulkeyi kalkindirmak icin yollar yaptirir, buharli trenler icin raylar insa ettirir ve Alexander Graham Bell'den gordugu telefonu ulkesine getirir. Koleligi kaldirmanin zeminini hazirlar (kizi 1. Isabel, onun olmadigi bir zamanda 1888'de koleligi tamamen kaldirir).

Ancak liberaller onu yeterince liberal bulmazken, tutucu kesim fazla liberal bulur (bak bu benimde basima cok gelir) ve 1889'da bir darbe ile yonetimi devrilir ve tum hanedan surgune Fransa'ya gonderilir. 1891'de Paris'te olur. 1921'de onun ve esinin kalintilari Petropolis'e getirilir ve yazlik evlerinin bahcesine gomulur.

Resimde Petropolisteki Katedralde O'nun adina yapilan anit gorunuyor. Katedralin resmini de bir onceki yazida gorebilirsiniz.

Petropolis ve 1. Pedro (Brezilya)

Bezen'cim sagolsun usenmedi Brezilya gezisini yazma isini ustlendi. Ben de tarihe merakli oldugumdan, bir iki not duseyim.

Petropolis, Petro'nun sehri demek (bunu tahmin etmissinizdir). Burda adi gecen Portekiz Imparatoru 1. Pedro (Tam adini yazayim da eglenin: Pedro de Alcântara Francisco António João Carlos Xavier de Paula Miguel Rafael Joaquim José Gonzaga Pascoal Cipriano Serafim de Bragança e Bourbon).

Brezilya'yi Portekiz'den bagimsiz ilan edip ilk imparatoru olmus. Daha 9 yasindayken Avrupa'da Napolyon Savaslari yuzunden kan govdeyi goturdugunden tirsip Portekizden kacmislar. Bu Napolyon savaslari tum Avrupa ve dunya tarihini derinden etkileyen ama bizim tarihimizde pek bilmedigimiz bir donem (Oysa 1798-1801 yillari arasinda Osmanli, Portekiz, Rusya ve Ingiltere ile birlikte olup bir ucun savasa katilmis). 1799-1815 yillari arasinda Ingiltere ile Fransa arasinda baslayip yayilan bir seri savasa verilen toplu ad bu.

Aslinda guzel bir yazi konusu Napolyon savaslari ama cok kisaca ilintilentirecek olursan, ornegin bu savaslar Milliyetcilik kavraminin baslamasina sebep olarak gosteriliyor.

Savaslarin sonunda Fransa, Avrupa'daki hakim pozisyonunu kaybederken, Ingiltere donanmasi dunya denizlerindeki en buyuk guc haline geliyor ve Ingiltere de Dunyanin en guclu ulkesi haline geliyor.


Daha once "Fatal Shore" kitabini anlatirken de bahsetmistim, Ingiltere, Avustralya'da gozu yokken Napolyon savaslari dolayisiyla oraya hukmetmeye karar veriyor ve mahkumlarini oraya gonderiyor.

Neyse, biz Portekiz ve Brezilya baglantisina donelim. Savas bitince Portekize hukmeden hanedan Brezilya'dan ayrilip tekrar Portekize doner ve Brezilya'danin tum imparatorluk uzerindeki yetkilerini kaldirir. Bunun uzerine Brezilya'da gelisen milliyetci akimlara orada hanedanin temsilcisi olarak Rio De Janeiro Eyaletinin yoneticisi olarak kalan 1. Pedro onculuk eder ve 1820'deki isyandan sonra imparator olarak Brezilya'nin basina gecer.

Yalniz ulke biraz kosmopolitan bir yer. Rio De Janeiro gayet liberal iken ulkenin geri kalani daha tutucudur ve Portekize bagimli kalmayi ister. Sonucta 1825'de Brezilya, Arjantin ile savas halinde iken Cisplatine eyaleti bagimsizligini ilan eder ve Uruguay dogar.

1826'da babasi olunce, 1. Pedro kendini Portekizin 4. Krali ilan eder ancak kisa bir sure sonra yetkilerini 7. yasindaki kizi Maria II 'ya devreder ve onun hamisi olarak da kiziyla evlenmesi sartiyla kardesi Dom Miguel i secer. Tabii bir turlu karar verememesi her iki cephede de suratlarin asilmasina sebep olur.

Daha sonra 1831'de Brezilya imparatoru olarak 5. yasindaki oglu Pedro II'ye devreder ve bu esnada haksizca kendini Kral ilan eden kardesi ile savasmak uzere (2 kardesin savasi) Portekiz'in yolunu tutar. Bu savasi kazanir ve yeniden kizi 2. Maria'yi tahta gecirir. 3 yil sonra 1834'de daha 36 yasinda iken, Tuberkuloza yakalanir ve olur.

Ates olmayan yerden duman cikmazmis...

Sabah 6:45 otobusune yetisecektim. Dun kimligimi unutmustum sirkete giderken, kapilar da acilmiyor onsuz her disari ciktigimda geri girmek icin cama yapisip Garfield takliti yaparak dikkat cekmek durumunda kaldim. Sabahta yarim saat cuzdanimi aradim ki zaten montun cebindeymis. Yeni aldik, n tane cebi var bulunmuyor bir sey yahu...

Neyse, sabah birikmis e-mailleri okuyorum pat Tolga'dan bir mesaj. "Abi evde yangin cikti, acil kurtarilacak ne varsa haber et". Haydaaaaa! Hemen cevap yazdim, evi aradim ama cevap yok. Belli ki disarda. Bizim buyuk mudur geldi, haberi soyledim "Asagidan bir sirket arabasi kap git" dedi. Takima bir e-mail attim. Tolgaya cebinden ulasip yola ciktim...

Manhattan'in sabah trafigi ters yone bile gidiyor olsak felaket. 1 saatte anca vardim. Cok onemli bir sey degilmis. Tolga anlatti: Disarda Yangin Alarmi otmeye baslamis. Once ciddiyetine varamamis ama "Burasi Amerika, simdi disari cikmak gerekir herhalde" demis. Disari cikmis ki bodrum katinin pencerelerinden dumanlar cikiyor. Tipin biri bodruma giden kapiyi acmaya calismis ki alevleri gormus ve yangin diye bagirmaya baslamis.

Tolga sogukkanlilikla eve dalip hemen cekmeceden Green Kart, pasaport filan fismekanin oldugu zarfi kapmis. Gerisine kusura bakmayin diyip cikmis. 15dk sonra itfaiye gelip sondurmus yangini. Meger asagidaki kurutucalardan biri bir sekilde alev almis ve bir patlama olmus. Evler ahsap ama Allah'tan yangin apartmanlara sicramadan mudahale edip sondurmusler. Zarar ziyan yok, asayis berkemal!

Isin acaip tarafi dun yolda Wall Street Journal'i okurken bir yazi gordum. Fire Drill yapiliyor sirketlerde ve cok onemli ama insanlar ciddiye almiyor cok ciddiye alir gorunmek istemiyorlar filan diye uzunca bir sey. Ama aklima ev gelmedi, iste bir daha yaptiklarinda ciddiye alayim dedim. Ote yandan yangina karsi kasa mi alsak diye sordum Tolga'ya (her seyi bilir ne de olsa) amma ve lakin bu aletler zatem 3-5 dk koruyormus icindekileri. Kasaya bir sey olmuyor ama icindeki kul oluyormus meger. Yaaa.

Sirkete donduk ama o nereye bakiyorsa...

Dun tatil donusu ise gittim, millete Brezilya / Arjantin nasil bir yermis anlattim saatlerce. 1500 tane mail birikmis; oku oku bitmiyor. Oglene dogru patron ve patronun patronu bizi teker teker cagirmaya basladi. Gelecek yil maasimizi ve aldigimiz ikramiyeyi acikliyorlar. Baktim, cikanin surati bir karis; durum iyi degil. Gecen yil sirket tarihinin en iyi yili idi; primler herkesin yuzunu guldurmustu. Bu yilda oyle olur diye bekliyorduk. Hele hele Fortune ve Wall Street Journal'da GS bu yil adam basi 500,000$ ikramiye dagitacak haberleri ciktigindan beri...

Velhasil, klasik olarak bankacilar kapmis parayi, IT'cilere koklatmadilar (yani iste, ancak koklattilar diyelim). Benim ortak, diger SA cikti, "Fire squad is expecting you" dedi dayak yemis bir yuzle. Girdik, klasik ivir ziviri dinledik netekim gecen seneki kadar olmasa da yakin prim vermisler. Iyi yaa iste diyip ciktik.

Aksam, is departmanlarinda calisan IT'cilerin partisi vardi. Toplantik gittik. 16.caddede bati yakasinda gusel bir mekan. Hafif icelim dagitmayalim dedik ama azar azar da olsa sisede durdugu gibi durmuyor meret. Disarisi da nasil soguk. Sirket arabalari vizir vizir gelip gidiyor. 1 saate yakin bekledik baktim yok, "Hadi bir taksi cevirelim" dedim Eda'ya (Kilic). Zar zor bir taksi bulduk, adam Rutherford'a kaca gidilir bilmiyor. Dedim sana 60 papel (Portekizce de para demekmis). Eve vardim maillere bakayim dedim ama ekran (gozlerim) kayip duruyor, takilamadim yattim, yazmak bugune kaldi :)

Simdi e-mail geldi yeni VP'lerin listesi. Adim yok galiba :) Hii, sirket bugun karini aciklayiverdi. 5.6 Milyar $ net kar etmis. Bu yil da sirket tarihinin en iyi yili olmus. Eee?

Çarşamba, Aralık 14, 2005

Gezi Notlari I


Rio De Janeiro

Ilk duragimiz Rio, Brezilya. Brezilya cok buyuk bir ulke. Sadece Amazonlar Turkiyenin iki katindan daha fazla bir alan kapliyor. Bizi havaalaninda karsilayan ve otele gidene kadar Brezilya hakkinda genel bilgi veren rehberimizin anlattigi kadariyla ulkenin nufusu 182 milyon. Oldukca daglik bir bolegede kurulmus olan Rio’nun nufusu yaklasik 7 milyon. Sehirdeki halkin %20’si cok fakir ve ‘favela’larda (gecekondu) yasiyor – ulke genelinde bu rakam 40 milyonmus. Favelalar oldukca genis bir alana yayilmis ve bazi bolgelerdeki evler fena olmamakla birlikte bazi kisimlar gercekten cok sefil gorunuyordu. Rio, kuzey ve guney olarak ikiye ayriliyor ve iki tunelle birlesiyorlar. Favelalarin cogu Kuzey Rio’da, sehrin merkezi de o tarafta. Guney Rio’da plajlar ve iyi mahalleler daha yogunlukta.

Gitmeden once isyerinde kime Rio ve Buenos Aires’e gidiyoruz dediysek gozleri dehsetle buyuyerek bize oralarin cok tehlikeli oldugunu, kaciriabilecegimizi, en iyi ihtimalle soyulacagimiz falan soylemislerdi. Sonuc: Amerikalilar fazla odlek. Iki sehir de herhangi bir buyuk sehrin olabilecegi kadar guvenli. Hatta bana sorarsaniz cantanizi alma ugruna sizi yerlerde suruklemeyi bile goze alan kapkaccilarla Istanbul daha tehlikeli. New York’da da hava karardiktan sonra (hatta kararmadan) gitmenizin onerilmeyecegi yerler vardir. Rio’da da favelalara girmediginiz surece hic sorun yok, oralara da farkinda olmadan girmeniz mumkun degil.

Plajlar: Ince beyaz kum ve genis bir plaj. Hemen her kosede plaj voleybolu, plaj futbolu sahalari var. Sabahlari o alanlarda aerobik yapan gruplar oluyor. Ama okyanus oldugu icin deniz mutemadiyen dalgali maalesef. Bizim gibi yuzmek isteyenler icin kotu ama sorfculere gun doguyor tabi. Bizim otelimiz guney kisimda bulunan Copacabana Plaji uzerindeydi. Yakinimizda Ipanema ve Leblon plajlari vardi. Plajlarda uzerinde 1,2,3 gibi numaralar yazan platformlar (posto) var. Bu platformlarda tuvalet ve dus da mevcut. Belli araliklarla yerlestirilen bu plaformlar yerli halk icin de birer ayrac gorevi goruyor ayni zamanda. Mesela, Posto 8 homoseksuel ve lezbiyenlerin takildigi bir yer iken, Posto 9 ve 10 daha cok genclerin ve zengin kesimin mekani imis.

Anayol ile plaj arasinda bisiklet ve patenler icin ayri bir yol var. Kosucular genis kaldirimi kullaniyor. Izmir’e ve kordona cok benzettik biz o bolgeyi. Yol boyunca dizilmis birbirine yapisik buyuk apartmanlar, bina altlarinda kafeler, plaj kenarindaki kaldirimlarda sik araliklarla konmus sandvic ve icecek bufeleri…Arka sokaklar da boyle. Kucuk bufeler, supermarketler, magazalar, banka subeleri…o kadar biz ki. Bir de Portekizce biliyor olsaydik tam olacakti. Ingilizce konusan pek yok ama el kol hareketleriyle biraz uzun surse de sonunda anlasiyorduk herkesle.

Yemekler: Cok guzel. Ozellikle tatlilar inanilmazdi. Tolga da ben de tatliya cok duskunuz ve orda cildirdik. Fazla tatli yemeyen, cani ayda yilda bir tatli isteyen Adil bile ikinci porsiyonlara gecti orda. Yemekler de cok guzeldi. Bizimkiler Brezilian Barbeque olarak bilinen churrascaria’dan pek ayiramadilar kendilerini. Ben daha cok sucos (taze sikilmis her turlu meyve suyu satan bufeler) ve botequinlerde (icki icip ayakustu birseyler atistirabileceginiz bufeler) satilan hamur islerine adadim kendimi. Ama tatlilar oyle boyle degildi valla. Orda biraz uzun kalsak kesin obez olurduk. Yeni yilda resolution listeme eklenecek bir madde cikti bu durumda. Neymis, en kisa zamanda resimli bir Brezilya yemek kitabi edinilecekmis (tatli agirlikli mumkunse) ve diger yemek kitaplarimdan farkli olarak bunun sadece resimlerine bakilip ahh ne guzel denmeyecek ama bizzat pisirilecekmis:))

Petropolis – The Imperial City

Bu genel bilgilerden sonra gelelim sehrin gezilecek yerlerine. Ilk iki gun hava kapali ve yagmurluydu. Ilk gun hep yagdi nerdeyse. Ama bu ustumuze otelden aldigimiz naylonlari gecirip Copacabana ve Ipanema’yi kesfetmemize engel olamadi tabii. Ikinci gun de havanin ayni sekilde olacagini ogrenince planimizi degistirip Rio’ya 1.5 saat uzakliktaki Petropolis’e gitmeye karar verdik. Petropolis yaklasik 300,000 nufusu olan, yesillikler icinde cok sevimli bir sehir. Sehir adini ulkenin ilk imparatoru I. Pedro’dan almis. Anlami: Pedro’nun Sehri. Buraya imparator II. Pedro’nun simdi muze olan yazlik sarayini gezmek icin geldik. Sarayi biraz basit buldugumu itiraf etmeliyim. Yazlik bile olsa bir imparator sarayinin daha gorkemli olmasini beklerdim, hayal kirikligina ugradim. Iceride fotograf cekmek yasak oldugu icin muzeye ait fotograf yok elimizde. Petropolis’te bir de katedral var, Sao Pedro de Alcantara katedrali. Bu katedralin ozelligi de imparator ve imparatoricenin mezarlarinin orada olmasi. O doneme ait ogrendigimiz bilgileri ise konuyu iyice dagitip icinde kaybolmamak adina gezi notlari tamamlaninca ayrica yazacagiz.

Salı, Aralık 13, 2005

Tatil Bitti :((



Donduk:((( Kalbimizi Buenos Aires'de biraktik ve geldik maalesef:( En kisa zamanda tekrar gitmek ve uzuuun sure orda kalmak istiyoruz. Ilk Rio'ya gittik, oraya bayildik, ardindan Buenos Aires'e gectik ve asik olduk bu sefer. Dun ogleden sonra disarisi 30 derece iken ucaga bindik bu sabah -7 dereceye indik. En kisa zamanda fotograflari, izlenimlerimizi, edindigimiz bilgileri derleyip yazacagim. Simdi sanirim gidip uyuyacagim:))

Perşembe, Aralık 01, 2005

Hurra Hurra It Is a Holi Holiday

Gidiyoruuuzzz:))) Haftasonu Bonnie M dinledik uzun bir aradan sonra, it is holiday sarkisini da dilimize doladik soyleyip duruyoruz. Hala isteyim, hala yapacak cok is var ama son yarim saatim artik. Sonra Adil ve Tolga gelecek havaalanina gidip long-term parking'i bulup arabayi park edecegiz. Bu sefer kendi arabamizla gitmeye ve havaalaninda birakmaya karar verdik. 13 gunluk otopark ucreti New Jersey'den gidis gelis taksi parasindan daha ucuza geliyor. Donuste fotolarimiz ve gun be gun yaptiklarimizla karsinizda oliciiiz. Simdilik byee:)

Çarşamba, Kasım 30, 2005

Gorev cagiriyor ama uykum var...

"Rio Carbon ile kitap dinlemek" baslikli yazimizda audiobook dinlemeyi sevenler icin newsgrouplara (ornek: alt.binaries.mp3.audiobooks) goz atmalarini onermistik. Audiobooklar 'in disinda Oyun, Program vs. icin de pek cok grup var.

Gecen hafta PowerUseNet'e uye oldum. Aylik sinirsiz erisim/download icin 15$ aliyorlar. Download hizindan gayet memnunum; genelde 650-700KB/s bazen 800-850 KB/s'lik hizlara variyor...

Neyse, dun Tolga Sevinc Bey kardesimin de tavsiyesi ile 'Call of Duty 2' i bir indirip kurduk. Gorev'den kacilmaz, bir test edelim dedik ve 2. dunya savasina katildik... Ruslarla bir olup Nazi'lere kursun yagdirdi. Oyun cok hos ve acaip takiliyor insan! Tolga, XBox 360'da oynamis ve inanilmazdi diyor. Bugun is yerinde bir arkadasta aynisini soyluyordu...

Dun gece daha da takilcaktik ama daha sadece iki uc gorevi tamamladigimizda saat 12'yi gecmisti. sabah 6:30'da kalkip ise gitmek var diyip vedalastik...

Sabah 6:30'da saat calinca Tolga Bey'de uyandi. Ben cikarken e-mailleri kontrol edip Turkiye haberlerini okuyordu, aksam bakicigiz n'apmis :)

Salı, Kasım 29, 2005

Aksam Kahvaltisi...

Tolga Sevinc kardesim geldi. 2 gun sonra birlikte Brezilya'ya tatile gidecegiz :)

Bezen hanim islerini yetistirmeye calisiyor, o yuzden eve gelisi gec saatlere kaliyor. Bugun saat 9'da ac bilac geldi. Biz, nadiren ekmek yiyoruz ama Tolga'ya da eziyet etmenin alemi yok dedik ve bizim Italyan firinina ugrayip (Dilayra bilir), firindan yeni cikmis sicacik ekmeklerden aldik. Yemek yapmak namina becerebildigim tek sey yumurta pisirmek (ama omlet cesitlerim boldur hani). Buyrun aksam kahvaltisina...

Pazar, Kasım 27, 2005

Savatage - Streets: A Rock Opera

Universite'de Hard Rock/Metal dinlerdik. O donem, simdiki gibi internet, mp3 falan filanolmadigindan, dinledigimiz dinledigimiz gruplar hakkinda merak ettiginiz bir seyi ogrenmek imkansiz gibi bir seydi...

Ankara Kizilay'da Gima'nin arkasindaki pasajda kucucuk bir dukkanda, "Kasetci Hayri" vardi. Muzikle alakali "Hayri" yi bilmeyen yoktu. Amerika'dan Plak/CD getirtir, sonra muzigi bunlardan 'metal' kasetlere ceker, satardi. Bu kopyalarin fiyatlarida az buz degildi ama 10 tane alinca 11. bedava verirdi.

Internet yoktu ama BitNet vardi. Nerden bulduysam, A'dan Z'ye tum Metal gruplarinin listesini, album adlarini vs. bulup indirmistim. Birlikte eve ciktigim arkadaslarimdan Necdet Yucel ile Ugur Erdugrul devasa bir Metal kaset arsivi yapmaya karar verdiler ve bu listedeki tum grup ve albumlerini satin almaya giristiler. Necdet'in zaten o zamana kadar genis bir arsivi vardi. Bir ara 1000 kaset saydigimizi hatirliyorum. Ustelik, Necdet bu kasetleri sadece dinlemekle kalmaz, grubun, albumun ve dahi cogu sarkilarin hikayesini de bilirdi. Gayet zeki bir adamdi, hafizasi kuvvetliydi...

Neyse, o zamanlar Necdet'in bulup aldigi, bize dinlettigi bir grup vardi. "Rock Opera bu, albumdeki parcalarin tamami bir hikayeyi anlatiyor"demisti. Grubun adini coktaan unutmusum ama muzikler 14 senedir kalmis kulagimda...New York kelimesi de hep o grubun bir parcasindan "New York City Don't Mean Nothing" sozlerini cagrisimlandirir...

Dun newsgrouplara bakinirken, Queensryche'in tum albumlerinin bir gruba postalandigini gordum. Yine o muzikler kulagimda tinlamaya basladi. Hemen google'a gidip "New York City Don't Mean Nothing" yaziverdim, veee... Buyuk google, ulu google, yuce google, n'apardik sensiz? Savatage'mis soyleyen! Savataaaaj diye dalga gecerdik isimleriyle :) Grup hala dagilmamis, belki bir gun bir konserlerini buluruz, simdilik albumu dinliyorum. Hala dinlememis olaniniz varsa, en azindan Streets albumunun son parcasini ("Believe") bir bulup dinleyin. Iyidir, hostur!

Quake 4 bitmistir...

Efendim, oyle gecnligimizdeki gibi sabahtan aksama oyun oynamak mumkun degil tabii ama arada bir takiliyorum. En son Doom 3'u oynamis ve bir yerlerde bayilip birakmistim... Gecen ay sonu Quake 4'u oynamaya basladim. Engin'in 'hemen sana Cheat Sheet bulalim' teklifini tabii ki reddettim. Yeni kusak bir ilginc, kolayciligina kacip, cheat sheet olmadan oyun oynamaz olmus. Biz tabii dalaveresiz, en zor seviyeden basladik...

Oyunu cok begendim. Yanliz benim nVidia Quadro 4 980 XGL grafik karti biraz zayif kaldi bunun icin. Bir yerlerde acaip koseye sikistim, ne yapsam yok, elimde avucumda ne varsa bosalttim canavarin ustune, hik demiyor. Pes ettim. Meger, oyun senaryosu oyleymis zaten. Sonra kolunu bacagini kopartip mekanik hale getiriyor seni de o canavarlardan biri yapiyorlarmis...

Gece 00:39'da, oyunun son gorevini yerine getirip Nexus'u havaya ucurduktan sonra, kahramanimiz Kane'in resmini cektim, buyrun...

Film: Felicia's Journey ve Head in the Clouds

Felicia's Journey, Atom Egoyan'dan bir gerilim filmi. Daha once seyrettigimiz Egoyan filmlerinden alisik oldugumuz, karakter ve gecmisteki olaylar, "flashback" yardimi ile yani karakterlerin gecmisi hatirlamasi ile seyirciye sunuluyor...

Adresini birakmadan is bulmak icin Ingiltere'ye giden Erkek arkadasini bulmak icin Ingiltere'ye gelen Irlandali hamile bir genc kiz olan Felicia'ya, takintili bir sekilde TV'deki eski bir 'yemek programini' izleyen bir catering firmasi muduru orta yasli, yanliz bir adam olan Hilditch yardimci olur. Filmin ilerlemesi ile Hilditch'in problemli gecmisi ve Felicia'yi bekleyen tehlike gozler onune seriliyor...6.5/10

Head In The Clouds (bizim akli havada lafina benziyor di mi?) filmini Cumartesi aksami Sibel ve Ilkay Kazakci ile birlikte seyrettik. Tivo'ya kaydettikleri filmlerder biriydi ve sanirim HD kaydettikleri icin goruntuler cok guzeldi. Film 1930-40 Ingiltere, Fransa ve Ispanya'sinda gecen romantik bir drama...

Gilda (Charlize Theron), aklina eseni yapan, kaliplara sigmayan, hayattan zevk almaya calisan biridir (Filmin basinda bir falci Gilda'ya 34 yillik bir omur bicerek onu biraz daha anlasilir hale getiriyor). Gilda'nin hayatina pek cok kisi girip cikar. Filmde, bu ucariliklarinin birinde karsilastigi Guy (Stuart Townsend) ile aralarindaki ask ekseninde gelisen 1930'lar Ispanya'sindaki ic savas ve ardindan Paris'in Alman isgali gibi dunya olaylarinin onlarin hayatini etkileri dramatize ediliyor...
Kotu bir film degil ama film boyunca vurgulanmak istenen 'tutku', bitmeden yasama herseyi sigdirma telasini daha iyi verilebilir miydi?...7/10

Black Friday, Cyber Monday

Black Friday, Sukran Gunu'nden bir sonraki gune, Cuma gunune, verilen isim. Hemen neden 'Black' dendigini yazayim: Efendim, eskiden bir bakista kar zarar gorulebilsin diye muhasebe defterlerine zarar 'kirmizi', kar ise 'siyah' murekkeple yazilirmis. Zaten Excel'de, Quicken'da hala zarar'in ya da "-" rakamlarin kirmizi ile yazildigini gorursunuz. Gerci 'kara' lafi icinde negatiflik tasidigi icin bazi magazalar "Kara Cuma" yerine, "Yesil Cuma" (dolarin yesili herhalde :) kullanmayi yegliyormus, aman haa yanlis anlama olmasin.

Bu arada en cok musterinin geldigi gun bu Cuma gunu olmasina ragmen en cok alisverisin yapildigi gun ya Christmas aksami ya da Christmas'dan onceki son Cumartesi olurmus. Ancak Sukran gunu sonrasi tatil ve alisveris sezonu acilmis olarak dusunuluyor. Simdiden herkes Christmas icin alisverise baslayacak...

Bu sene olayi yakindan takip ettik :) CompUSA, gece 12'de acildi. Pek cok magaza sabah 5'ten oglen 12'ye ozel indirimli satislar yapti. Bizim almayi planladigimiz bir sey yoktu ama DLP TV almayi dusunen Murat Kilic'dan dinledik... Hava buz gibi, sicaklik sifirin altinda 7 derece. Sabah kalkimis 5.30'da yakinimizdaki BestBuy'a gitmis (Devasa bir magazadir). Varmis ki arabayi park edecek yer bulamamis. Icerisi de tiklim tiklim imis ve her yerde up uzun kuyruklar varmis... O sogukta, git sira bekle iceri girmek icin! Brrrrr...

Bu arada Sukran Gunu sonrasindaki Pazartesi de (yarin), online satislarin tavana vurdugu gun oldugu icin CyberMonday (Siber Pazartesi) olarak adlandiriliyor. Netekim, 300GB'lik external HD almistim back up amacli ama onu da data icin kullanmaya baslayinca simdi bir baska back up drive'i alma ihtiyaci cikti. Bakicigiz nedir durumlar...

Cuma, Kasım 25, 2005

Cik cikabilirsen

Bu odadan cikma oyunlarinin hastasi cok. Bugun gordugum bir tanesinin adresini yazayim:
http://www.netcolic.com/flashs/escape_room.htm
'canimgrubum@yahoogroups.com' adresine gelen cozumunu de comment'e yazacagim. Iyidir kotudur demiyorum, ben henuz oynamadim. Bir cikip Best Buy, CompUSA, Circuit City turu yapacagiz Murat Kilic'la. O sabah bir 46" Toshiba HM95 DLP TV almis. Etraf sabah 5.30'da ana baba gunuymus. Bakalim neler kalmis :)

Sukran Gunu ("Thanksgiving")

ABD'de her Kasim ayinin 4. Persembesi "Sukran gunu" ("Thanksgiving")olarak kutlanir. Genellikle bugun icin farkli yerlerde yasayan aile bireyleri bir araya gelir ve buyukce bir ziyafet hazirlanir. Hindi ("turkey"), sukran gunu ile ozdeslesmistir!

Tarihsel olarak, sukran gununun ne zaman ve tam olarak nasil kutlanmaya baslandigi bilinmiyor, cesitli rivayetler var. Bunlardan biri, sukran gununu, Avrupalilarin tarihinde, ekin toplamaninin bitisini takiben yapilan geleneksel bir kutlama ile iliskilendiriyor. Avrupalilar, Amerika kitasinda ilk ekinlerini toplamalarinin ardindan 1578 yilinda ilk defa bu geleneksel kutlamayi gerceklestiriyorlar. Yine 4 Aralik 1619 yilinda 38 kolonist Virginia'da karaya ayak bastiklarinda, Tanriya sukranlarini sunmak icin bir festival duzenliyorlar. Ancak bunlardan daha once 1541 yilinda Francisco Vásquez de Coronado, yiyecek bulmalarini Amerikan yerlileri ile birlikte bir ziyafetle kutluyorlar. Sukran gununun asil kaynagi olarak bu olay gosteriliyor.

Peki neden Sukran gunu ile hindi ozdeslesmis? Halk arasindaki genel bilgi, yerlilerin Amerika kitasina ayak basanlara hindi hediye etmesi sebebiyle Sukran gununde hindi yenmesinin bir adet oldugu yonunde. Gercekten de Avrupalilar hindiyi Amerika'da kesfedip Avrupa'ya goturuyorlar...

Neyse bu kadar tarihsel bilgi yeter. Gunumuze donersek :) Sukran gununde bize hindi ve cesitli guzel yemekler hazirlayip evini acan arkadaslarimiz Eda ve Murat Kilic'a sukranlarimizi bildirdik :) Ben 1 aydir her gun Eda'nin basina dikilip "bize hindi yapcan mi yine?" diye dirdir ettigim icin kizcagiz dayanamadi herhal :) Son resimdeki revani Bezen'e ait. Gerisi ve resimlere sigdiramadigimiz cesit cesit yemekler Eda'nin eserleri. Ziyafete, Fort Lee'de oturan arkadaslarimiz Asiye ve Cumhur Hanoglu da katildilar. Zevkli, guzel bir aksam oldu.

Hava musait (22 Fahrenheit, ~ -5 derece) ama hala yilin ilk kari yagmadi. Saat simdi gecenin 2'si, Cuma'ya girdik. Bugunun de bir adi var: Black Friday ama onunla ilgili yazi daha sonra...