Salı, Ocak 31, 2006

Kahvalti ve Monopoly


Cumartesi Enginlerdeydik. Engin evin yolunu o kadar guzel tarif etmisti ki gps’i acmaya gerek bile duymadik. Tabi tarifi yorumlayan co-pilotun da arada sagina soluna ozellikle exit numarasina bakan cinsten olmasinda fayda var:) Benim gibi ilk Nanuet levhasinda exit numarasina falan bakmadan cik komutu veren bir co-pilotla pek kolay bulunmuyor yollar, netekim kaybolduk:)) Engin sagolsun geldi kurtardi bizi. Ama ama nerden bilebilirdim ayni kasabaya giden 2 exit oldugunu.

Gune mukellef bir kahvalti ile basladik. Hani bir kus sutu eksikti denir ya, iste o cinsten. Belki o bile vardi ama her bir kosesi dolu, uzayip giden masada gorememis olabiliriz. Zira ben kendi adima o kadar ac olmama ragmen hepsinden yiyemeyecegim bariz oldugu icin secim yapmaya calisiyordum. Bir saat falan surekli yedik sanirim ama kalktigimizda masadan pek birsey eksilmis degildi:)

Kahvalti toplanir toplanmaz tavlalar acildi. Yanyana dizilen uc tavlada zar tutanlar ve tutamayanlar ortaya cikti. Tavla oynamayanlar X-Box'da futbol oynayip araba yaristirdilar. Uzun zamandan sonra ilk kez monopoly oynadik. Monopoly deyince aklima hep Haluk ve Ilker de varken bizim evde sabahlara kadar oynadigimiz ve nerdeyse birbirimizi bogazladigimiz borsa geliyor. Gun icinde aksamki oyun icin turlu stratejiler cikarilirdi, bir ciddiye alirdik ki oyle boyle degil. Neyse gunumuze donelim, cekismeli gecen ilk oyunu Adil, ikinci oyunu Baran kazandi. Nasil ev alirim, otel kurarim, , kac atarsam kira vermeden kacarim hesabi yapmaktan yorulup acikinca Yagmur'un dumani ustunde tuten nefis boregi, kisiri ve Engin'in sef unvanini tasdikledigimiz kofteleri yetisti imdadimiza.

Gozumuzu oyun burumus, ustune bir de okey oynadik. Ayni gun icinde bu kadar cok sey oynamamistim sanirim:) Aralarda da bos durmadik tabi. Caylar gitti kolalar geldi, biralar gitti margaritalar geldi. Yanlarinda bilimum cips, findik fistik vs yendi...Cok eglendik, vaktin nasil gectigini hic anlamamistik gece 1'de eve donmek uzere yola koyulurken.

Cuma, Ocak 27, 2006

Tanisma Partisi


Carsamba aksami New York’da buyuk finans sirketlerinde calisan Turklerin tanisma partisinde Bar Room’daydik. Benim isyerime cok yakinmis aslinda bu bar ama hic dikkat etmemistim daha once. Iki katli barin ust kati tamamen bize ayrilmisti. Organizasyon isini ustlenen Gilda’yi guzel yer secimi ve o kadar insani basariyla bir araya getirdigi icin tekrar tebrik ediyorum. Toplamda kac kisiydik tam bilmiyorum ama rahat 80 kisi vardi. Lise sondan arkadasim Asli ile ilk bizim lisenin New York'daki kurufasulye gununde karsilasmistik birkac yil once. Sonrasinda gectigimiz haftalarda Fredericks’de ve bu Carsamba da Bar Room’da bir araya geldik yeniden. Sonucta uzak sayilmayacak yerlerde calisiyoruz ama bir turlu ayrica gorusme firsati yaratamamistik simdiye kadar, iyi oldu. Eski tanidiklardan birkac kisiyi gorduk, yeni birkac kisiyle tanistik, e-mailler telefonlar alindi verildi, biraz icildi, godfather kokteyli cok sevildi daha daha icildi ama her bardakta aclik kendini biraz daha hissettirdi.

Isten cikip direkt gittigimiz icin birsey yememistik. Aclik iyice durtup de cevremizdekileri yuruyen sushiler olarak gormeye baslayinca 9 gibi ordan ayrilip sevgili arkadaslarimiz Engin ve Yagmur’la karsi sokaktaki Suhsi You’ya gittik. Favori sushicilerimden diye demiyorum:) cidden cok guzel yapiyorlar, baliklar cok taze, hersey cok lezzetli. Karnimiz da doyunca mutlu mutlu evin yolunu tuttuk.

Kitap: The 2nd Coming of Steve Jobs

Bugun Disney ile Pixar'i satin almasi ile ilgili haberleri degisik bir gozle okudum. Cunku Alan Deutschman 'in, The second coming of Steve Jobs adli kitabinda tam da Pixar ile ilgili bolumu bitirdim, ogrendiklerim hala aklimda taze...

Aslinda bu kitabi henuz bitirmedim; cunku sadece spor yapmaya gittigimde dinliyorum ve isten gucten bu aralar bunalmis vaziyetteyim; becerebilirsem ancak haftada iki kere gym'e gidebiliyorum.

Bu arada bitirdigim diger kitaplari yazmaya basladim. Bir tek Freakonomics kaldi. Onu biraz daha vaktim bol oldugunda yazmak istiyorum; cunku harika bir kitap, hakkini vermek lazim.

Neyse, isten yorgun argin gelip bir iki saat sizinca, gecenin bu vakti (3am) uyku tutmadi tabii. Bloglara bakayim dedim ve Figen'in blogundan benden once kitabi dinledigini ogrendim. Harika anlatmis, mutlaka okuyun. ISBN: 0767904338

Perşembe, Ocak 26, 2006

Kitap: Our Endangered Values (Tehlikedeki Degerlerimiz)

Jimmy Carter, 1924 dogumlu 1977 - 1981 yillari arasinda Amerikan Baskanligi yapmis, demokrat bir devlet adami. Adini duyuyordum ama bu kitap ve daha sonra hakkinda okuduklarim ile daha iyi fikir sahibi oldum.

Once biraz kitaptan ogrendiklerimden bahsedeyim. Kitabin basinda uzunca bir sure Carter, dini inanclarindan ve bu inanclarin yasamindaki etkilerinden bahsediyor. Kitaptan ve sonra okuduklarimdan, oldukca koyu bir Hristiyan oldugunu ogreniyoruz.

Ancak Carter, devlet ve din islerinin birbirinden ayri tutulmasi gerektigine ve bu ikisinin birbirini manupule etmesi ile cok kotu sonuclar ortaya cikacagina inaniyor. Kendisi de koyu dindar olmasina ragmen 'Fundementalist' olarak niteledigi, 'ben hakliyim, Tanrinin yolundayim o zaman digerleri haksiz, onlarda benim dedigim gibi olmali' diyen, kadinlara ve kendisi gibi olmayanlara asagi ve kiymetsiz insanlar gozu ile bakan bu kesimin git gide Cumhuriyetci partiyi ele gecirdiginden ve Bush ile zirveye cikan bu durumun Amerikan ve tum dunya halklari icin felaket getirecek bir yol olduguna, Amerikan degerlerinin cignendigine inaniyor ve nicin boyle dusundugunu sayisiz ornekle acikliyor.

Jimmy Carter, bugun din adina yapilanlarin cogunun kutsal kitaplarda yazilanlarin secilerek kullanilmasiyla bir temele oturtuldugu ama bu temellerin kutsal kitaplardaki baris, sevgi, saygi, yardimseverlik, hosgoru gibi ana temalardan cok uzak fundementalist kavramlara dayanan, insanliga zararli isler oldugunu anlatiyor.

Din ozgurlugunden yana oldugunu anlatiyor. Kendi zamaninda Cin Halk Cumhuriyeti baskani ile yaptigi gorusmelerde, kapali kapilar ardinda, Cin'in insanlarina dini ozgurlukleri geri vermesini istiyor ve yazdigina gore de Cin lideri sozunu tutuyor. Bu kismini henuz arastirmadim, Cin ile ilgili kitaplari biriktiriyorum su aralar...

Jimmy Carter 2. donem baskanligina secilememis. Iran'da Amerikan Elciligindekilerin rehin alinmasi ile dogan 'rehine krizi' ve OPEC'in baskilari sonucu kotuye giden ekonomik gostergeler, 2. donem secilmesini engelleyen bas sebepler. Ancak baskanligi esnasinda, (kitabinda dini referanslar vererek anlattigi uzere) cevre sagliginin iyilestirilmesi, rekor sayida kadin ve azinligin devlet ve yargida gorevlendirilmesi, sosyal yasamin ve egitimin iyilestirilmesi, enerji tuketiminin azaltilmasi, insan haklarinin korunmasi, dunya barisinin saglanmasi, devlet harcamalarinin kisilmasi gibi Cumhuriyetcileri deliye cevirecek pek cok iyi is yapmis.

Baba Bush'un petrol baglantilari ve Iran Krizindeki tartismali girisimleri (October Surprise kitabinda anlatildigina gore Bush-Reagan kutbu Iran'lilarla gizli bir anlasma yapip krizin son ermesini engelliyor) acaba dedirtiyor insana.

Carter, gecen yil Kuba'ya gittiginde burda ozellikle sagci medyanin simseklerini uzerine cekmisti. Kitabinda bu konuya deginiyor ve Kuba 1960'larda Rus fuzelerini getirerek ABD icin bir tehlike arz ediyordu ama o gunden sonra boyle bir durum soz konusu degil, diyor. Amerika'nin Kuba'ya yaptigi baskinin anlamsizligina ve komikligine dikkat cekerek, bu insanlara zulm edilmesinin yanlis oldugunu vurguluyor.

Carter, ozellikle Afrika'da liderligini yaptigi insani yardimlar ve hastaliklara karsi mucadelesi, eski devlet adami olarak pek cok ulke arasinda baris gorusmelerine yardimci olmasi gibi sebeplerden 2002 yilinda Nobel Baris odulu almis. Kitabi okuyunca, keske butun koyu dindarlar onun gibi olsa diyorsunuz... ISBN: 0743284577

Kitap: The Truth With Jokes(Sakalarla Gercek)

Al Franken, 1951 dogumlu yahudi bir komedyen, yazar, yapimci... O da Jon Stewart gibi koyu bir demokrat ve yazdigi esprili kitaplarda Bush yonetimi ve Cumhuriyetciler basta olmak uzere Fox gibi sagci medyayi kiyasiya elestiren yazarlardan biri.

2003'de Fox'u hedef alarak yazdigi Lies and the Lying Liars Who Tell Them: A Fair and Balanced Look at the Right (Yalanlar ve Yalan soyleyen yalancilar: Sagcilara 'Adil ve Dengeli' bir bakis). Fox news'in slogani 'Fair & Balanced' ('Adil ve Dengeli'). Al Franken bu kitapta Fox'un yalan haberlerini ve yalan soyleyen sagcilarini anlatiyor. Fox, sloganin kendilerine ait oldugunu ve izinsiz kullanildigini iddia ederek Al Franken'i dava etti ama dava temelsiz ve 'komik' bulunarak dustu.

The Truth kitabina Al Franken, secim gununu anlatarak basliyor ve hayal kirikligini samimi bir sekilde dile getiriyor. Sonrasinda John Kerry'nin nicin Bush'a kaybettigini irdeliyor ve teker teker Kerry hakkinda ortaya atilan yalan, yanlis iddialari yanitliyor.

Kitap ayni sekilde uzun suredir Cumhuriyetcilerin ve hukumetin onde gelenlerinin yuruttukleri yuzsuz kampanyalari ve yalanlari, yolsuzluklari esprili bir dille ortaya dokuyor. Dinlemesi zevkli bir kitap. ISBN: 0525949062

Neler oluyor su dunyada!

Bugun aksam isten ciktim. Her zamanki gibi iAudio'da audiobook dinleyerek metro istasyonuna dogru yurumeye basladim. Bugunlerde Amerikan Baskanlarindan Jimmy Carter'in "Our Endangered Values" kitabini dinliyorum...

Metroya vardigimda olagan disi bir kalabalik oldugunu gordum. Kulakligi cikarttim ki biri 'trenler calismiyor' dedi. Metro calisanlari ile belediye arasinda ulasilan uzlasmanin metro calisanlarinca onaylanmadigini bildigimden, yeniden bir kriz cikti sandim ama 'biri raylara dusmus, bu hat calismiyor, polis yolda' dediler.

Istasyon gorevlisine Port authority'e nasil gidebilecegimi sordum. A ve C trenleri calisiyormus. Biraz ilerdeki diger istasyona yuruyup C trenine bindim. Aksam haberlerinde olaydan bahsedildigini duydum ama nasil olmus ne olmus bilmiyorum. Tren hareket halinde iken compartmanlar arasinda gecis yapmak yasak ama kimse dinlemiyor. Umarim bir sey olmamistir...

Pazartesi, Ocak 23, 2006

Persembeden Cumartesiye

Persembeden...Sonunda Balkir'i da gozluksuzler camiasina kattik:) Adil ameliyat olduktan sonra Balkir'in da aklina yatmisti lasik yaptirmak ama bu yili beklemesi daha karli olacagi icin Ocak'a birakmisti. Burada Flexible Spending Account diye bir sistem var. Yil icindeki saglik harcamalarinizi onceden kestirebiliyorsaniz maasinizin belli bir kismini bu hesaba aktarabiliyorsunuz. (Tabi bu islem hep bir sonraki yil icin yapiliyor.) Sistemin ozelligi bu hesaba aktardiginiz paranin vergiden muaf olmasi. Bayagi karli oluyor onun icin ama yatirilacak miktarin iyi hesaplanmasi lazim cunku sadece saglik amacli ve sadece bir sonraki yil kullanabilmeniz icin gecerli. Kullanilmazsa yaniyor.

Balkir'in ameliyati persembe gunuydu. Sabah ben, Balkir, Balkir'in annesi ve onsuz arabaya binmedigim GPS'im Stahl'in Long Island'daki yerine dogru yola koyulduk. 10 dakikalik ameliyat icin 2 saat bekledikten sonra nihayet islemler tamamlandi ve gozler cizildi. Hersey yolunda gitti. Elde kalan gozluklerin cercevelerini ebay'de satsak mi Balkir:))

Cumartesiye...Cumartesi aksami sevgili arkadaslarimiz Engin, Yagmur, Berna ve Baran yemege geldiler. Arkadaslarim gelsin ben onlara yemek yapayim, bayiliyorum cok hosuma gidiyor. Su zamanlama isini ogrenemedim gitti yalniz, bir gun de misafirlerimi mutfakta panik icinde kostururken degil de hersey hazirlanmis, koltukta otururken karsilayabilecek miyim bilmiyorum:)) Yedik, ictik, bol bol sohbet ettik, cook keyifli bir aksam oldu.

Salı, Ocak 17, 2006

Ayva Ye #6 - Fas Usulu Ayvali ve Bamyali Kuzu Guveci


Memlekette ayva bulmak ne zormus yahu. Civardaki tum supermarketlere, farmers market’e vs baktim. Sebze meyve cesitleri bol olan Corrados ve Han ah Reum’da da bulamayinca New Jersey’den umidi kesip Manhattan’a yonelttim arama calismalarimi. Veee isyerimin yakinlarindaki ikinci markette zafer benimdi:) Ayvalari gorunce agzimdan istemsiz (sanirim biraz da yuksek) bir heeeyyyoo cikmis, cevredeki baslar garip garip bakarak bana donunce farkettim:)) Manhattandaki sebze-meyve fiyatlari pes dedirtiyor bu arada, bu kadar mi pahali olur, bu kadar mi farkeder fiyat.

Neyse, cok degerli ayvalarimi bagrima basip ne yapsam diye bakinirken yemek kitabi yazari Paula Wolfert’in Fas’a ait bir tarifini gozume kestirdim: Ayvali ve Bamyali Kuzu Guveci (orjinali tagine diye geciyor, bu tur yemeklerde kullanilan kaplardan yola cikarak guvec herhalde diye dusundum ama emin de degilim acikcasi, tam turkcesini bilen var mi???)

Malzemeler

  • ½ kilo cicek bamya (konserve bamya kullandim)
  • 3 buyuk ayva (2 tane kullandim)
  • 1 kilo az yagli kuzu eti (kol)
  • 2 kirmizi sogan
  • 1 cay kasigi safran (ispanyol safrani kullandim)
  • 1 cay kasigi toz zencefil
  • 1 cay kasigi kirmizi pul biber
  • 1-2 dal maydanoz (4 dal kullandim)
  • 1-2 dal kisnis (4 dal kullandim)
  • 18 dis sarmisak (10 dis kullandim)
  • ¼ kap domates salcasi
  • 1 jalapeno biberi (normal yesi biber de olur bence)
  • 1 ½ cay kasigi kimyon
  • 2 corba kasigi tereyagi
  • 2 corba kasigi toz seker
  • ¼ cay kasigi tarcin
  • tuz, karabiber, zeytinyagi

Yapilisi

Orjinal tarifin biraz disina ciktim ben. Kendi yaptigim haliyle anlatacagim, orjinalini yukarida verdigim linkte bulabilirsiniz. Ayvalari kabuklarini soymadan kesip, cekirdeklerini cikarip su dolu bir kaba koydum, en az 1 saat beklemesi gerekiyor suda. Evdeki konserve bamyayi kullandigim icin bamyalarin tepelerini kesip tuz ve zeytinyagli karisimda bekletmem gerekmedi. Kuzu etlerini kemiklerini temizletip kucuk kucuk kestirmistim, o da hazirdi yani. Bir tencerede kuzu etlerini rendelenmis 1 kirmizi sogan, 3 corba kasigi zeytinyagi, safran, zencefil, kirmizi biber, maydanoz, kisnis, sarmisaklarla karistirdim ve yaklasik 15 dakika, soganlar olene kadar arada karistirarak pisirdim. Sonra 2 kap su ve salcayi ekledim, kaynadiktan sonra kisik ateste arada karistirarak yaklasik 1 saat pisirdim. Kucuk kucuk dogradigim diger kirmizi sogani, kimyonu ve yesil biberi ekledim bu surenin sonunda, 1 saat daha pistiler birlikte. Ayrica su eklemem gerekmedi ama suyu biterse ekleyebilirsiniz. Bu arada suda bekleyen ayvalari alip bir tencerede cok az tuzlu suda pisirdim 15 dakika kadar (ayvalarin biraz yumusamalari gerekiyor sadece). Pisen ayvalarin suyunu dokmeyin, ayri bir kaba alin az da olsa bir kismi lazim oluyor. Suyu suzulmus ayvalara tereyagi, seker, tarcin ve birkac kasik ayvanin suyundan ekleyin ve hafif karamelize olana kadar pisirin, ters cevirip diger tarafi da pisirin. Ben 2 kasiktan daha az seker koydum cunku et yemeklerinde tatli tadini pek sevmiyorum. Yaklasik 2 saat kadar pisen ete bamyayi ekledim. Asil tarifte bamya kizartilip oyle ekleniyor, ben mumkun oldugu kadar kizartmadan uzak durmaya calistigim icin kizartmadim. Etler bamyayla beraber 20-25 dakika daha pistiler. Pisen yemegi tabaga koyup uzerine de kenarda bekleyen pismis ayvalari eklediginizde iste yemeginiz hazir.

Adil yemeklerde one cikan sarmisak kokusunu sevmedigi icin sarmisak miktarini az tutmustum ama tamami da konulabilirmis bence, oyle baskin bir tat falan yoktu. Bana sorarsaniz ayva sart degil bu yemek icin, ayvasiz da cok guzel bir et yemegi oluyor. Ilk yedigimde ayvalar biraz tatli geldi bana, seker miktarini daha da azaltsa miydim acaba diyordum, ertesi gun kalan yemegi ayvayla iyice kartistirip yiyince o sekerli tad hic kalmadi, daha cok hosuma gitti o sekilde.

Yine Bitti Haftasonu


Bu haftasonu 3 gunluk haftasonlarinda biriydi. Tek resmi tatillerimiz arada Cuma ya da Pazartesi olan ve haftasonunu uc gune cikaran bu tatiller, onlar da az olduklari icin pek kiymetliler. Bu yil noel, yilbasi derken bu pazartesiye denk gelen Martin Luther King Day ile birlikte nerdeyse bir ay icinde 3 uzun haftasonumuz olmus oldu, cok guzeldi:) Tabi ki cok cabuk gecti, 2 olmus 3 olmus pek farketmiyor haftasonlari hep cok cabuk geciyor. Cuma aksami Sibel ve Ilkayla isyerlerimize yakin olan Sip Sak’a gittik. Sibel’in gostermesiyle haberdar oldugum Sip Sak ayda 1-2 kere ogle yemegine gittigimiz sevimli bir Turk restauranti. Ilk kez aksam yemegi icin oraya gittik ve aksam servisinden hic memnun kalmadigimizi soylemeliyim. Sanirim ogle yemegi yeri olarak kalacak orasi.

Newark NJ’de Brezilya mahallesi var. Ilginc dukkanlar da vardir eminim ama bir turlu gezemedik orayi. Newark genel olarak oyle gezmeye gitmek isteyeceginiz bir yer degil ve biz oradaki Brasilia Grill'e yilda 1-2 kere gidiyoruz brezilina bbq icin, onda da ozellikle mi ayarliyoruz nedir her seferinde havalarin cok soguk oldugu doneme denk geliyor, disarida dolasamiyoruz soguktan ya da sagnak yagmurdan. Bu sefer de oyle oldu. Adil de asagida bahsetmis brezilian bbq aslinda cok guzel oluyor. Son gittigimizde hem acik bufe hem de etler cok guzeldi, bu sefer ikisi de kotuydu. Et cesitleri cok azdi, salata bar deseniz o da hic oyle istah acici degildi.

Orda cektigimiz fotograflardan birini Adil koymus, o yuzden firsat bu firsat yilbasindan kalan ve o zaman post etmeyi unuttugum 1-2 fotografi koydum. Fotograflar, Manhattan midtown’daki Lord & Taylor magazasinin yilbasi vitrininden. Noel-yilbasi zamani isil isil oluyor New York, magazalar daha bir ozenle susluyor vitrinlerini. En cok ilgi cekenler de Saks 5th Avenue, Macy’s ve Paul & Taylor’in vitrinleri. Benim siralamamda son yillarin degismez birincisi Lord & Taylor. Hersey o kadar ayrintili dusunuluyor ki dakikalarca ayrilamiyorsunuz bir vitrinin basindan. Macy’s ve Saks daha buyuk figurler kullanip biraz isin kolayina kaciyorlar gibi geliyor.

Pazartesi, Ocak 16, 2006

The Sopranos ve Yine Brezilya Usulu Barbeku

"The Sopranos", Turkiye'de iken izlemeye baslayip hastasi oldugum dizilerden biri. Her bolumu 50dk civarinda, sezonda 13-14 bolum oluyor. Turkiye'de Pazarlari orijinal dilinde yayinlaniyordu bir kanalda. Her hafta bir bolum. Hah iste o benim gelemedigim bir sey. Her ne kadar bolumler birbirinden bagimsiz gibi gorunse de baglantilar onemli ve karisik. Dolayisiyla, ben DVD'lerini aliyorum. Sonra bir ara oturup tum sezonu izliyorum.

Pazartesi (Hmm, Pazartesi olmus bile) tatiliz diye bu hafta sonuna niyetlenmistim. Cuma aksami isten gece 2'de eve gelebildim, sabah 8.30'da yine aradilar. Amma ve lakin ogleden sonra 5. sezona basladim ve bugun aksam bitti. Harika bir sezon olmus! [Guncelleme: Bugun okudugum bir habere gore yeni sezon martta baslayacakmis!]


Dun aksam Emine & Murat Uygur'lari gormeye gitmistik. Bugun de, Murat ve Kazakci familyasi ile gecen Nisan'da gittigimiz Brazilian BBQ restoranina gittik, ete doyduk yine. Bu tur barbeku uzerine yogunlasan restoranlara churrascarias (shuraskarya gibi okunuyor) deniliyor.

Bizim Tolga Sevinc yemek isinden gayet iyi anlar, hos anlamadigi bir haltta yoktur ya zaten :) . Brezilya'da bu restoranlara gittigimizde dumeni ona biraktik; gelen etlerden hangisinin alacagimizi o secti. En cok begendigimiz bizim tandira benzeyen bir et, galiba "Bohem" diyorlar. Neresinden? diye sordugumuzda, boyunlarini gosteriyorlardi... Velhasil, bir gun Brezilya barbekusu sunan bir yerde yemek yerseniz isteyin, acaip lezzetli bir sey...

Cumartesi, Ocak 14, 2006

Gezi Notlari IV – Buenos Aires


Gezimizin son duraginda Buenos Aires’deyiz. Asik olduk bu sehre biz, sirilsiklam hem de. Iyi korunmus tarihi binalarla modern yapilari bir araya koyun, aralara da bol miktarda agac, park, bahce, sevimli kafeler serpistirin, iste size Buenos Aires. Bize cok benziyorlar gorunus olarak. Turist oldugumuza kimse inanmiyordu biz ispanyolca konusmalarina bon bon bakana kadar:) Brezilya’dan daha iyi durumdaydik gerci burada. Orda Portekizce konustuklari icin hic sansimiz yoktu ama burada bildigimiz 3-5 kelime ispanyolcayi bir araya getirip takim calismasi ile arada anlamli cumle bile kurabildik:)

Ne yazik ki sadece 2.5 gunumuz vardi bu guzel sehirde. Ilk gun sabah erkenden tur planimiza dahil olan sehir turunu yapmak icin otelin onundeki otobuse dolustuk. Boyle durumlarda rehberin ne kadar onemli oldugunu bir kez daha gordum, zira bizim rehberimiz sehrin tarihi hakkinda hicbirsey bilmeyen surekli eeee iiiii diye diye konusmaya calisan biriydi. Ingilizcesi de cok iyi degildi zaten. Tur bittiginde biz haritalarimizla daha iyi sehir turu yapardik bu surede diye dusunduk. Sokak sokak saymayip belli basli yerleri kisaca geceyim en iyisi.

Caminito ve La Boca

Caminito, La Boca’nin en cok ilgi ceken yeri. Rengarek boyali tahta ve tenekeden yapilmis evlerden, hediyelik esya satan dukkanlardan, sokakta tango gosterileri yapan danscilardan ve hemen her adimda resimlerini sergileyerek satmaya calisan ressamlardan olusan kucuk ama civil civil bir sokak. Her birimiz bir koseye dagilmis kostururken Adil iki arada bir derede tangocularla dans edip fotograf bile cektirmis:) (bir de ben tango dersi alalim diyince yok beceremem der:))) Cok guzel bir sokakti, renklere bayildim. Ama aklima geldikce icimi cizz ettiren de oradan bir resim alip getirememis olmak! Oraya ugradigimizda zamanimiz cok kisitliydi, birkac resmi gozume kestirmis olmama ragmen tekrar gelir butun ressamlarin standlarini dolasiriz hepsine baktiktan sonra karar veririz diye vazgecmistim. Buyuk buyuk buyuk hata. Ertesi gun tekrar donduk ama saat ilerlemisti ve ressamlarin hicbiri yoktu:( O gun karar verdim ki birseyi gorup begendin mi alacaksin. Sonra bulunmuyor iste.

La Boca, sehrin yoksul bolgelerinden biri. Caminito’yu gormek disinda turistler icin tavsiye edilen yerlerden biri degil dolayisiyla. Ha tabi bir de Arjantin’in ikinci buyuk futbol takimi Boca Juniors’in futbol sahasi var. Stadyumun adi La Bombonera, yani cikolata kutusu. Hos degil mi:) Buraya kadar gelinir de Maradona’nin oynadigi takimin sahasi gorulmez mi. Ustelik de yanimda futbol dendi mi gozleri parlayan, yerinde duramayan iki erkek varken. Goremedik lakin, kapaliymis. Stadyumun altindaki Boca Juniors magazasiyla idare etmek zorunda kaldi bizimkiler.

La Boca tangonun dogus yeri olarak da biliniyor. La Boca’nin ilk ve tek liman oldugu gunlerde, orada yasayan ve calisan isci sinifi icinde dogmus. Onceleri erkek erkege dans ediliyormus, sonralari erkekler sokak kadinlari ile dansetmeye baslamis. O donemde zengin kesim tarafindan asagilanan bu dansa zamanla ‘iyi aile kadinlari’ da dahil olmus ve boyle boyle yayilarak Arjantinin en yaygin ve unlu dansi haline gelmis.

San Telmo

San Telmo, Buenos Aires’in en eski bolgesi. Zamaninda sehrin en zengin kesiminin, aristokratlarin oturdugu bir yermis. Ama 1870’deki sari humma ve sitma salginindan sonra zenginler kuzeye dogru kacarak Belgrano ve cevresine yerlesmisler. Onlardan bosalan buyuk evler ve konaklar da gocmenlerin ve yoksul insanlarin akin ettigi, iclerinde bircok ailenin beraber yasadigi yerler oluvermis. Simdilerde ise daha cok sokakta eserlerini satmaya calisan sanatcilarin, ressamlarin mekani. Eskiden kalan yapilar bakimsiz olmalarina ragmen hala cok guzel.Pazar gunleri Plaza Dorrego’da genelde antika esyalarin satildigi bit pazari kuruluyor ve tango gosterileri oluyor. Bolegede cok sayida antik esya satan dukkan ve tango seyredip ders bile alabileceginiz “tanguerias” var. Bit pazarinin icinde kaybolduk, akliniza gelebilecek hersey var.

Haftasonlari sehrin bir cok yerinde bit pazari kuruluyor aslinda. Bir-iki tanesine daha gittik, digerleri antik esya satmiyor daha cok kiyafet, incik boncuk, deri ya da hediyelik esya turunde. Vakit kisitli oldugu icin doya doya gezemedim bu pazarlari. Olur da Buenos Aires’e gidecek olursaniz en az bir gunu sabahtan aksama kadar bunlari gezecek sekilde bos birakin. Cok guzel seyler var ve cooooookk ucuz. Biz Rio’yu ucuz bulmustuk buraya inanamadik ($1=3 peso). Donerken igne koyacak yerimiz kalmamisti. Neymis, bombos bir (hatta iki) bavulla gidilecekmis:) Deri cenneti orasi, cok ucuz ve guzel seyler var. Normalde ben oyle cok alisveris yapmam, kendimden gectim. Bir de bos bavulum olacakti ki kimse tutamazdi beni:))

Çarşamba, Ocak 11, 2006

Film: The Island (Ada)

The Island ("Ada"), tam benim sevdigim turden; bilim-kurgu/aksiyon filmi. Basrollerinde, Ewan McGregor ve Scarlett Johansson oynuyor... 2019 yilinda kurtarilmis bir bolgede yasayan insanlarin her turlu fiziksel ve ruhsal ihtiyaclari kontrol altinda tutuluyor. Onlara dunyada buyuk bir savasin oldugu ve sonucunda buyuk bir kirlilik("contamination") meydana geldigi soyleniyor. Her gun yapilan bir cekilis sonucunda kazananlar cennet gibi bir adaya gidiyorlar. Ewan McGregor, biraz asi bir ruha sahip ve diger insanlarin aksine her seyi sorguluyor. Geceleri hep ayni ruya/kabusu goruyor, Scarlett Johansson ile bir botta denize acilmislarken birileri onlari geri cekiyor. Botun latince bir adi var.

Scarlett Johansson'un cekilisi kazandigi gece tesaduf Ewan McGregor (filmdeki adi ile Lincoln Six Echo/Tom Lincoln) aslinda ada diye bir yer olmadigini, kendilerine gosterilen yerlerin tamamen halusinasyon oldugunu ogreniyor ve Scarlet Johansson ile (filmdeki adi ile Jordan Two Delta/Sarah Jordan) disariya, gercek dunyaya kaciyorlar ve aslinda kendilerinin yasayan zengin fakat saglik sorunlari olan insanlarin saglikli kopyalari olduklarini ve gerektiginde kullanilmak uzere bir cesit yedek parca olarak kullanildiklarini ogreniyorlar.

Elbette bu durum, onlari ureten bilim adamlarinca gizleniyor ve gercek dunyada yasayanlara, bu insanlarin hic bir seyin farkinda olmayan, aci duymayan kopyalar oldugu soyleniyor. Evan McGregor ve Scarlet Johansson, durumu aciga kavusturmaya calisirken peslerinde acimasiz bir tayfa onlari yok etmeye calisiyor...8/10

Pazartesi, Ocak 09, 2006

Kitap: 1919 Paris Baris Konferansi

Kitabin tam adi "1919 Paris Peace Conference: Six Months That Changed the World" (1919 Baris Konferansi: Dunyayi degistiren 6 ay). Margaret MacMillan, Kanadali bir tarih profesoru. 1. Dunya savasinin ardindan 1919'da Paris'te yapilan baris gorusmelerinde alinan kararlari, bu karari alan kisilerin gorusmelere nasil sartlarda geldigini ve dogan sonuclari inceliyor kitabinda.

Konu uzun ve derin o yuzden Wikipedia'da bu konuyu bir okumakta fayda var. Kitap cok guzel bir bicimde konferansi anlatiyor. Bizi direkt etkileyen bir savas oldugu icin epey bir kismina hakimiz konunun. Yine de ogrenilecek cok sey var.

Hatirlarsak, Sirbistan'da Avusturya-Macaristan Imparatorlugu'nun veliahti, Sirp Milliyetcisi bir genc tarafindan oldurulur. Avusturya-Macaristan, Sirbistan'taki milliyetci hareketin kendi mensuplarini da etkileyecegini bildigi icin rahatsizdir ve buyuk agbisi, ortagi Almanya'ya danisarak Sirbistan'in uzerine yurur. Ancak, Rusya, din kardesi Sirplara arka cikarak savasa karisacaktir. Almanya, Avusturya Macaristan'i Rusya'ya karsi korumak icin savasa girmek durumundadir ancak, Rusya ile Fransa savunma antlasmasi yapmistir ve Almanya Rusya'ya karsi savas acarsa, Fransa'nin savasa girecegini hesaplayarak Fransa'ya saldirir. Tabii, Fransa'ya saldirabilmesi icin Belcika'dan gecmesi gerekir. Bunlar aslinda beklenmedik gelismelerdir ve birbirini tetikleyen olaylar supriz bicimde Ingiltere'yi de savasa surukler. Osmanli'nin Merkez Kuvvetleri'nin yaninda savasa nasil bulastigini hepimiz biliyoruz...

Savasin sonunda, Avusturya-Macaristan'in artik savasacak gucu kalmaz ve teslim olur. Almanlar'in da direnci kirilir ve 4 yilda 15cm gerilemedikleri Fransa sinirlarindan hizla geri cekilmeye baslarlar ve ABD'den baris talebinde bulunurlar. ABD, Ingiltere-Fransa ekseninde savasa katildigi icin onemsiz bir ayrinti gibi gorunen bu nokta aslinda sonradan gayet onemli hale gelir. Almanya isgal gormez ve ordulari zafer kazanmis gibi karsilanir. Dolayisiyla Almanlara sunulan sartlar ulke vatandaslarinca hic bir zaman anlasilmaz ve kendilerine cok buyuk haksizlik edildigi, cok agir sartlara maruz kaldiklari ve savasa sebebiyet vermedikleri halde sonuclarinin kendilerine odettirildigini dusunurler. Daha sonra milliyetci duygulari kamcilarken, Hitler bunu cok iyi kullanacaktir.

Savas tum imparatorluklari sarsar. Kaybeden taraftaki Avusturya-Macaristan Imparatorlugu yok olur. Onun topraklari uzerinde pek cok yeni ulke kurulur: Avusturya, Macaristan, Cekoslovakya, Yugoslavya gibi.

Rusya'da 1917 Subatinda devrim olur ve Carlik yok olur! Ingiltere ve Fransa, Car'in yerine gecen hukumeti savasta tutma gayretindedir. Hem sagdan hem de soldan (Bolsevikler; daha sonra komunist adini aldilar) gecici hukumeti baski altina alirlar. Almanlar 'mikrop' olarak gordukleri Vladimir Ilyich Lenin'i bir trene bindirip Rusya'ya gonderirler ve bekledikleri gibi Lenin Bolsevikleri organize eder ve 25 Ekim 1917'de tarihe bolsevik ya da ekim devrimi olarak gecen 2. devrim gerceklesir. Hukumet ve destekcileri ile (Beyazlar), Bolsevikler (Kirmizilar) arasinda ic savas baslar. Bolsevikler, Almanya ile baris imzalayip savastan cekilir. Car ile Ingiltere, Fransa arasindaki gizli dokumanlari (1916 - Osmanli'nin parcalanmasi gibi) afise ederler...

Osmanli'nin durumunu biliyoruz. Avusturya-Macaristan gibi cok uluslu bir imparatorluktur ve Balkanlarda zaten bazi uluslar bagimsizliklarini kazanmislardir. Savas sonunda verilen sozler tutulmaz. Araplar, tumunu icine alacak tek bir ulke hayal ederken, Ingilizler Musul, Basra ve Bagdat'i kendi yonetimleri altina alirlar. Musul kendileri icin onemlidir cunku burda petrol oldugundan suphelenmektedirler ve tum gemilerini savas oncesi petrolle calisir hale getirdikleri icin ileriye donuk stratejik bir yer olarak gorurler. Aslinda burda Osmanli'nin bugunku Guneydogu Anadolu topraklarini da icine alan bir Kurdistan kurmayi da dusunurler ama bu gerceklesmez cunku Osmanli'nin kalintilarindan yeni bir Turkiye dogar ve sinirlarini kabul ettirir.

Ingiltere, Kurtlerin cogunlukta oldugu Musul'u vermez. Bagdat'ta Araplar, Basra'da Sii'ler vardir. Bu 3unun ulus olmalarini saglayacak bir ortak kultur, tarih, din baglari yoktur ama Ingiltere yonetimi kolay olacagi icin 3unu birlestirip Irak diye bir ulke kurarlar. Basina da Mekke Serifi Huseyin'in Osmanli'ya baskaldirmis oglu Emir Faysal'i gecirirler. Faysal'a, tum araplari birlestirecek bir ulke sozu verilmistir ama Ingiltere mandasi altinda olmakla yetinmek zorunda kalacaktir.

Ingilizler, Osmanli vilayetlerinden epey bir kismini da daha once vaatlerde bulunduklari Fransiz, Italyan, Arap ve Yahudileri goz ardi edip vermek yerine, kolayca hukmedecekleri yine peygamber soyundan Hasemi hanedanligina devrederek Urdun adinda yeni bir ulke kurarlar.

Tabii bir de Yahudilerin durumu var. Chaim Weizmann'in akilli manevralari ve dunyadaki guclu ve zengin yahudi lobileri sayesinden ABD baskani Filistin'in "Yahudiler icin bir ev" olmasi fikrine sicak bakmaktadir. O gun, dunyanin en guclu ulkesi konumundaki Ingiltere, o bolgede kurulacak bir Yahudi devletinin kendilerine ilerde faydali olacagini dusunup, yahudilerin isteklerini destekler. Israil devletinin kurulus temelleri de boylece atilmis olur.

Avrupa'ya donersek, 1000 yillik tarihi olan ve 16. yy'da Avrupa'nin en buyuk, en varlikli ulkelerinden olan Polonya, 1795'de uc koldan saldiran Almanya, Rusya ve Avusturya-Macaristan imparatorlugu tarafindan yok edilmis ve topraklari paylasilmistir. Paris konferansinda ABD baskani Woodrow Wilson'un meshur 14 maddelik Wilson prensiplerinden 13. sayesinde Polonya, bu 3 ulkeden de toprak alarak yeniden dogar ama komsularindan ya toprak aldigi ya da toprak talebinde bulundugu icin etrafindakilerin dis biledigi bir ulke olarak dogar. Ozellikle Ruslar, kendi ic savaslari ile mesgulken Polonya'nin kendilerinden toprak almasini unutmaz (1919-da Ruslar ic savasa ragmen Polonya ile savasirlar hatta Varsova'ya kadar yaklasir ama kenti ele geciremez ve yenilirler, zoraki baris imzalanir) ve 2. dunya savasinin hemen basinda Polonya'yi isgal ederler.

Pek cok ulke halkinin temsilcisi gibi Cekler de Wilson Prensiplerine inanarak Paris'e gelir ve durumlarini cok guzel sunarlar. Pazarliklarda oldukca uyumludurlar ve sempati toplarlar. Slovaklarla birlesip Cekoslavakya'yi kurarlar. Slovaklar o toz duman icinde karsi gelmezler ama bu ise cok da gonullu degillerdir ve biliyoruz ki yakin zamanda Ceklerle yollarini ayirdilar.

Tum bu kararlar alinirken en etkili 3 kisi Fransa (Georges Clemenceau), ABD (Woodrow Wilson) ve Ingiltere (David Lloyd George) hukumetlerinin yoneticileri. Italya (Vittorio Orlando) bir sure sonra gorusmelerden cekildi ve ancak sonlarda yeniden katildi.

Bunu soyledikten sonra, Yugoslavya'dan bahsedelim. Sirplar, Hirvatlar ve Slovaklar (degil Slovenler olacakmis, duzeltme icin Murat Uygur kardesimize tesekkurler) birlesip 3ununde adinin gectigi bir krallik kurarlar. 1929'da isim Yugoslavya olarak degistirilir. Butun bu paylasmalar, sinirlarin cizilmesi esnasinda Avrupa nufusunun 1/3u yanlis sinirlar icinde kaldi. Bunda en buyuk sebep de etnik-milliyetcilikle ulke kurma pesinde olanlarin, kendilerinden olanlarin oldugu topraklari degil, maksimum topragi ele gecirme isteklerinden kaynaklaniyor. Mesela Italyanlar, savunmamiz icin gerekli diyerek tamami Alman bazi bolgeleri aliyorlar. Yine, Kosova'nin musluman halki Yugoslavya'ya katilmak istemez ama pek coklari gibi sesini duyuramaz...

Bir de uzakdogudan bahsedip bitirelim. Hem zayif Cin hem de 1815'lerden itibaren batidaki tum kurumlari taklit ederek, batililasan ve guclenen Japonya savasin sonlarina dogru savasa katilirlar. Unutmayalim ki o donemde Avrupa gucleri Asya'yi paylasmislardi ve Japonya, Cin ve (tuh 3.yu unuttum, galiba Endonezya) haric bagimsiz Asya ulkesi kalmamisti. Japonya, Alman bolgelerini ele gecirir ve savas sonunda elinde tutma sozu alir. Ancak bu bolgelerden bir tanesi aslina Cin'e aittir ve Konfucyus'un dogdugu adadir.

Japonya'nin bir baska istegi vardir. Bugun adi Birlesmis Milletler olan ve 1919 Baris Konferansinda kurulan "Ulkeler Ligi'" (League of Nations) kurulus maddelerinden "ulkeler, din, dil ayrimi yapamaz sozcuklerinin yanina "irk" sozcugunu ekletmek isterler. Cunku Asyali olarak Japonlar her yerde ve ozellikle ABD'de 2. sinif vatandas muamelesi gorurler. Theodore Roosevelt'i anlatirken bu konudan bahsetmistim. Ancak ozellikle Avustralya basbakan adayi sadece beyazlara hak gorur ve kapilar acilir esitlik verilirse her ulkenin asyalilar tarafindan isgal edilecegini dusunerek kesinlikle bu eke karsi cikar. ABD baskani Wilson, Japonlara sempati duyar ancak eger bunu onaylarsa yeniden secilmesinin zorlasacagi endisesindedir ve Japonlarin istegi kabul edilmez. Japonlar haksizlik yapildigini dusunur ve kendilerini 2. sinif goren ortaklarini unutmaz! Intikam gunu gelecek ve Japonya 2. dunya savasinda karsi cepheye gececektir.

Ada meselesine gelince. Hem Cin hem Japonya galip taraftadir ve her ikisi de bu adayi ister. Cin, tum hakli gerekcelerini sunar, cok guzel bir prezentasyon yapar ama guclu olan Japonya'dir ve zaten "irk" konusunda kirgin olan Japonlari daha da fazla kirmamak icin, Cin'in hakli istegi kabul edilmez.

Bu sefer, bu olay Cin'de buyuk yanki yaratir ve pek cok ulke gibi onlar da Wilson prensiplerini ve batiyi yalanci olarak gorur ve alternatif yonlere, kuzeye dogru bakar, Rusya'yi ve Komunizmi gorurler...

Kitaplarim kitaplarim


Sevgili Dilek kitap mimi icin beni sobeleyeli bayagi oldu aslinda ama tatildi misafirdi vesaireydi derken ancak simdi cevaplayabiliyorum.

* Kac kitabim var?

Cok:) Universitedeyken sayi kavrami 1-2-cok’dan ibaret olan bir kabileden bahsetmisti antopoloji hocamiz, benimki de o hesap oldu artik kitaplarimin sayisi konusunda. O kadar dagildilar ki. Bir kismi Ankara’da annemlerde bir kismi Trabzon’da kayinvalidemlerde bir kismi yine Ankara’da Balkir’in annesinin evinde…(unuttugum yer kaldi mi acaba). Cok az bir kismi da burada.

Bizim liste tutma aliskanligimiz vardir, Adil'in aliskanligi daha dogrusu. CD listesi, DVD listesi, kitap listesi, ivir listesi zivir listesi…Iyi de oluyor aslinda bu listeler, nerde ne varmis ipin ucunu kacirmiyoruz boylece (yani ben oyle olduguna inanmak istiyorum). Simdi efenim bir suredir guncellenmemis kitap listemize gore 500 civarinda kitabim var iki kitaya dagilmis halde. Son aylarda audio-book dinlemeye sardirmis durumdayiz, biraz da onlardan var.

* En son aldigim kitaplar

Burada kutuphaneler bir harika. Aradiginiz kitabin eyaletin hangi kutuphanesinde oldugu hic onemli degil, neredeyse kapiniza kadar getiriyorlar. Yeter ki siz okumak isteyin. Bir de audio-book’lar var tabii yukarida bahsettigim gibi, onlari da kutuphaneden almak mumkun. Hal boyle olunca nerdeyse hic kitap satin almaz oldum son zamanlarda. Audio book dinliyorum bol bol, kutuphaneden aldigim bir kitap da her zaman cantamda. Boyle boyle ayni anda iki kitap okumus oluyorum.

Audio-book benim icin cok iyi oldu. Otobuste kitap okuyamiyorum, araba tutuyor. Ben de dinliyorum:) Simdi ise gidip gelirken otobuste, yolda yururken, spor yaparken…hatta bazen yemek yaparken kitap dinliyorum.

Son aldigim kitap Frederic Dion’un Cengiz Han’i, Mogollari ve step hayatini anlatan The Blue Wolf. Bir de bugun aldim yarin aliyorum diye diye aylarca surundurdugum Barabara Tuchman’in I. Dunya Savasi’ni anlatan kitabi Guns of August var.

* En son okumakta oldugum kitap

Ben iflah olmaz bir gerilim/korku kitabi delisiyim. Kutuphaneden sectigim kitaplar da buna yonelik oluyor tabii. Su anda Stephen Woodworth’un Through Violet Eyes kitabini okuyorum. Audio book’larda da herhalde benim disimda herkesin simdiye okuyup bitirdigi Da Vinci Code’u dinliyorum. Gecen yazdi herhalde, nereye baksam birilerinin elinde bu kitap vardi. Sadece Amerika’da degil, tatile gittigimiz yerlerde de.

* Benim icin anlami olan 4 kitap

Kitaplarim cok degerlidir. Odunc verdigim kitaba zarar veren ya da kaybeden birine bir daha asla kitap vermem. Ne yazik ki en sevdigim kitaplardan biri bu sekilde kaybolan bir kitap. Andrew Nikiforuk – Mahserin Dorduncu Atlisi. Salgin hastaliklar tarihi uzerine bu kitabi elimden birakamamistim. Sonrasinda kitapta anlatilan hastaliklarla ilgili baska kaynaklar da okumustum. Arsivimde kesinlikle olmasini istedigim bir kitap ama artik baskisi yok ne yazik ki. Artik online hangi baskisini bulursam onu alacagim.

Sargun Tont hocama ait Sulak Bir Gezegenden Oykuler var sonra. Bilim ve Teknik Dergisi’nde calisirken biyoloji uzerine hazirladigimiz yazilar icin uzman danismanimizdi Sargun Tont, oyle tanistim kendisiyle. Uzerine ogretim uyesi tanimiyorum ODTU’de:) Verdigi elektif derslerde daha kayit sirasinda millet birbirini ezerdi listeye adini yazdirabilmek icin, anfide hic yer olmazdi. Kendi derslerimi asmak icin binbir firsat kollarken ogrencisi olmadigim halde sirf o harika anlatimini dinlemek icin onun derslerine giderdim arada. Hala okulda midir acaba, merak ettim simdi. O donemde bulmak icin aylarca ugrastigim kitaplardan birisi de Edita Morris'in Nasil Misin Iyi Misin kitabiydi. Dergide hazirladigim bir yazi icin arastirma yaparken ogrenmistim bu kitabin varligini ve o zaman daha yeni yeni ogrenmeye basladigimiz internet de simdiki haliyle var olmadigi icin kitabi bulmam cok uzun surmustu (birden cok yasli hissettim kendimi:))

Kitaplarimi dusundukce cocukluguma donuyorum. Cocukken de cok severdim kitap okumayi. Her haftasonu babam gazete almaya giderken mutlaka yaninda gider kendime de bir kitap aldirirdim. Enid Blayton'un Afacan Besler Gizli Yediler serileri, pipi uzuncoraplar, Gulten Dayioglu'nun kitaplari ilk aklima gelenler. Her sayisini annemin itirazlarina ragmen ciktigi gun alip ucer beser kere okuyup sahne sahne bildigim Zagor (cizgiroman) vardi bir de (Zagorculuk oynardik onlari okuduktan sonra:)) Cocukluk kitaplarimi dagittigima cok pismanim simdi. Bugunku aklim olsa bir tekini bile vermezdim kimselere.

Dilara'cim, kitap okumayi sen de seversin. Hadi bakalim, sira sende:)

Pazar, Ocak 08, 2006

Film: Cry Wolf

Biraz film birikmis:) Bugun yazacagim ikinci film bu olsun, kalan birkac taneyi daha sonra yazarim artik. Kucuk bir kasabada genc bir kiz oldurulup de katili bulunamayinda kasabanin tek ozel lisesinde heyecan arayan bir grup ogrenciye eglence cikar. Bu cinayetin seri bir katilin isi olduguna ve daha once de farkli kasabalardaki liselerde benzer cinayetler islendigine dair bir e-mail hazirlayip, katilin neler giydigine dair yazarak tum okula gonderirler. O ona o ona derken email buyuk bir hizla tum kasabaya yayilir. Bir sure sonra emaildeki tanimlamalara gore cinayetler teker teker islenmeye baslar ama emaili sadece eglence olsun diye gonderdigi ortaya cikan ogrenciye artik kimse inanmamaktadir. Hicbirsey gorundugu gibi degil aslinda filmde. Cok ilginc ve guzel bir kurgusu ve beklenmeyen bir sonu var. Birbiri ardina cinayetler islenen klasik gerilim filmlerinden degil yani. Tavsiye ederim. IMDB'den pek yuksek puan alamamis ama biz 7.5 verdik.

Bu turde aklima gelen bir diger film de cok once seyretmis oldugum Gossip. O da dedikodunun ne hizla yayilip ne tur sonuclar dogurduguna dair guzel bir filmdi. Cry Wolf'u seyredince olaylarin kurgulanisi Gossip'i cagristirdi. Bu film de tavsiye olunur (thriller meraklilarina tabi:))

Film: The Exorcism of Emily Rose

The Exorcism of Emily Rose, Alman Anneliese Michel'in basindan gecenlerden yola cikilarak yapilan bir film. Katolik bir ailede dindar yetistirilen Anneliese rahatsizlanir ve vucudunda istemsiz hareketler, kasilmalar olmaya, kriz gecirmeye baslar. Doktorlar agir epilepsi teshisi koyar ve tedaviye baslanir. Tedavi surerken sesler duymaya, halusinasyon gormeye baslayan Anneliese aldigi siki katolik egitimin de etkisiyle durumunun tibbin cozebilecegi bir hastalik olmadigina, karanlik gucler tarafindan ele gecirildigine inanir. Kendine ve cevresine zarar vermeye, tasin ustunde uyumaya, icindeki guclerin izin vermedigini soylerek yemek yememeye ve bocek yemeye baslar. Ailesi papazlardan exorcism (seytan cikarma ayini) yapmalarini ister ancak exorcism yapilmasini cok siki kurallara baglayan kilise Anneliese'nin rahatsizliginin bu kistasa uymadigini dusunerek reddeder. Aile vazgecmez ve sonunda Wurzburg piskoposundan gerekli izni almayi basarir. Papazlar tarafinda yapilan seytan cikarma ayinleri bir ise yaramaz ve bu sure icinde tibbi tedavisini de kesmis olan Anneliese 23 yasindayken acliktan ve zaturreden olur. Acilan davada aile ve ayini yapan papazlar suclu bulunarak hapis cezasina carptirilir. Alman Piskopos Komitesi Anneliese'in kotu ruhlar tarafindan ele gecirilmedigini, doktorlarin koydugu teshisin dogru oldugunu ilan eder. Bu film de 1970'li yillarda yasanan bu olayi konu ediyor.

Rahatsizliklarin cozumunun bazi yerlerde tipta degil de hocalarda, muskalarda, kilisede, ayinlerde aranmasi ve bu yuzden insanlarin goz gore gore olmesi cok aci...

Cumartesi, Ocak 07, 2006

RUSSIA!

Dun aksam Guggenheim muzesindeki partideydik. Hemen her ayin ilk cuma aksami Guggenheim muzesinde "first-fridays" duzenleniyor: parti ve sergi bir arada:) Her ay farkli bir DJ var. Giris katindaki genis hol parti alani oluyor, ickinizi icip dileginizce dansedebiliyorsunuz. Isteyenler bu arada o ayki sergiyi gezebiliyor ust katlarda. Benim cok hosuma gitti bu fikir, muzik ve sanat bir arada:) Dun aksam muzik esliginde, arada dans ederek Rus resim ve heykel sanatindan cok sayida eserin sergilendigi RUSSIA! sergisini gezdik. Bu sergi 16 Eylul'de baslamis, 11 Ocak'da bitecek. Cok guzel bir sergiydi ama sanirim bir dahaki partiye havalar isininca gidecegim:) Iceriye girmek o kadar kolay olmuyor cunku. Parti saat 9'dan 1'e kadar. Hizli olsun diye istedigimiz yemek gelmek bilmeyince biz gec kaldik ve gittigimizde sira 1 avenue ve 4-5 sokak asagisina kadar uzaniyordu. Hava da soguktu bayagi, sirayi gorunce baska bir yere mi gitsek diye de dusunmedik degil hani ama allahtan grubumuzun diger uyeleri daha erken gelebilmis ve siraya girmislerdi. Iceri girebildigimizde parti baslayali bir saat olmustu, icerisi cok kalabalikti ve daha en az bir o kadar insan da disaridaydi. Fotograf makinam yanimda degildi ne yazik ki o yuzden resim yok.

Sergi 13. yuzyildan gunumuze resimler, ikonalar ve heykellerden olusuyordu. Aralarda Rus tarihindeki donum noktalarini ve bunlarin Rus sanatini ne yonde etkiledigine dair yazilar vardi, cok bilgilendiriciydi. Ayrica Rus car/caricelerinin ve onde gelen kisilerinin genelde Avrupa ressamlarina ait eserlerden olusan koleksiyonlari da sergilenenler arasindaydi. Bi dahaki etkinligi (bahardakini tabi:)) hevesle bekliyorum.

Perşembe, Ocak 05, 2006

Kitap: America The Book

Jon Stewart, Comedy Central'daki The Daily Show programi ile unlu bir komedyen. Yazdigi ve benim dinledigim "America The Book: A Citizen's Guide to Democracy Inaction" (sondaki kelime oyununa dikkatinizi cekerim: 'In action' hareket halinde, burdaki anlami ile aktif anlamina geliyor ama ikisini birlestirip `inaction` yapinca, Demokrasinin islemedigi anlami cikiyor), kitabinda kurulusundan itibaren Amerika'yi komik bir dille anlatiyor.

Kitap gercekten komik ama cevrilse esprilerin cogu kaybolur saniyorum: Ornek: You can't spell Tyranny without T (Tea gibi okursaniz ve ABD, Ingiltere'ye bagliyken Ingiltere'nin caydan aldigi vergiyi 2 cent arttirmasi uzerine Boston'daki 'Cay partisi'de Ben Franklin'in de icinde oldugu bir grup isyani baslattigini bilirseniz espriyi yakalayabilirsiniz.)

Aslinda ayni anda dinledigim bir baska kitap (Freakonomics) kitabinda da bu konu geciyor. Dunyanin bir ucundaki bir kelebegin kanat cirpisinin baska bir yerde tufana yol acmasi gibi o kitapta da onemsiz gorulen cok kucuk degisikliklerin nasil dunya tarihinde devasa degisimlere yol actigi isleniyor.

Yine dinledigim baska bir kitapta (1919 Paris konferansi ve dunyayi degistiren 6 ay), tarih profesoru Margaret McMillan, 1. dunya savasinin ardindan Paris'te yapilan 6 aylik baris gorusmelerinde alinan ve o zaman cok onemsiz gorulen kararlarin daha sonra nasil milyonlarca insanin olumu ile sonuclandigini aktariyor.

Her iki kitabi da bitirince buraya izlenimlerimi ve ogrendiklerimi yazacagim. Jon Stewart'in kitabi ise sonucta eglence olsun diye okunacak, hem gecmis hem de bugun ile dalga gecen bir kitap. Ancak cok guzel noktalara isaret ediyor. Ornegin 'Founding Fathers' olarak bilinen ABD'nin 4 baskaninin bugun olsa neden secilemeyecegini anlatirken gulmekten kiriliyorsunuz ama sakada gercek payi da var. Ornek:

Ben Franklin: 17 cocugun 10.su imis. Bugun olsa niye secilemezdi? "Hatunlara duskundu ve Isa ile ilgili olarak "Suphelerim var" demisti. Dolayisiyla Kizmizi eyaletlerden zirnik alamaz (Kirmizi eyaletler ile Dini gruplarlarin buyuk rol oynadigi Cumhuriyetcilerden bahsediyor)

George Washington: Ilk baskan, her konuda ilk. Olurken esi Martha'ya, olmeden kolelerini serbest birak dedi. Koleler buna pek sevinmedi cunku Martha 117 yil yasadi. Bugun olsa niye secilemezdi? Disleri bozuktu.

Alexander Hamilton: Federal hareketin ve Cumhuriyetci Partinin kurucusu. West Indies'de dogmustu. Ayrica duello yapma ve kaybetme aliskanligi vardi (Dulledo oldurulmesi ile dalga geciyor).

Jon Stewart, yahudi bir aileden geliyor ve Amerikan medyasinda oldukca guclu bir yahudi medyasi var. O da Bill Maher gibi demokrat ve yanlislari acik acik soyleyebilen sevdigim tiplerden biri. CNN'deki Crossfire programina katildiginda Jon Stewart programi yerden yere vurmustu. Sonucta 6 ay sonra program yayindan kaldirildi.

Yine kurulus gunleri ve bugun 9 yargictan olusan Anayasa mahkemesini (Supreme Court) anlatirken "Alexander Hamilton sistemi kurduktan sonra gururla 'sistem sadece ve sadece bir tek sekilde bozulabilir: partinin birini hem yurutme (ABD baskani), hem yasama (Kongre), hem de Senatoyu ele gecirip, boylece kendileri gibi dusunen yargiclari Anayasa Mahkemesine atamaya baslarsa...' Ardindan odadakilerin tumu bu utopyaya katila katila gulduler..." diyor ki aslinda Cumhuriyetciler hem kongre hem de Senato'da cogunlukta, baskanlari Bush ve kendilerine yakin birini Supreme Court'a atadilar bir digeri ne atama yolunda gidiyorlar. Bu konu ile ilgili bir iki yazi yazmistim (Bkz. William H Rehnquist Sizlere Omur ve
Sandra Day O'Connor).

Ahh, ahh, iste durum boole. Du bakalim... :)

Salı, Ocak 03, 2006

Guzel arkaplan resimleri


Kullandigim iki RSS programindan da pek memnun degilim (SharpReader ve RSSReader) Bugun RSS Bandit adli yeni bir .net tabanli RSS okuyucuyu deniyordum. Populicious sitesindende populer son 40 linkin adresine bakiyordum ve tesadufen www.joejoe.biz adresini gordum.

Soyle bir goz atinca cok guzel arkaplan resimlerine rastladim. Ilginiz varsa bir bakin, gayet seveceginiz resimler bulabilirsiniz.

Pazartesi, Ocak 02, 2006

Liman

TV'de Washington'daki 77. "Scripps National Spelling Bee" yarismasi vardi, gozum takildi. Ortaokul yaslarindaki cocuklara cesitli kelimeler veriliyor ve kelimeyi olusturan harfleri sirasiyla soylemeleri isteniyor. Ornekler: "Mitridatizim, belinsel, resipisins, kancutado, suchaang". Cocuk, bazi sorular sorabiliyor. Ornek, kelimenin anlami ne? Bir cumlede kullanabilir misiniz? Kelimenin orijini ne? Alternatif okunuslari nasil gibi sorular sorarak yazilisini tahmin etmeye calisiyor. Yukarida yazdigim kelimelerin yazilisi soyle: "Mithridatism, balancelle, resipiscence, concitato,souchong".

Bir yandan e-mailleri okurken bir yandan da kelimeleri dinliyordum ki kulagima tanidik bir sozcuk geldi: "liimaan" oldu. Orijin sorusuna cevap olarak "Yunanca, ordan Turkce'ye ve nihayet Ingilizceye gecmis" dendi. Tanimi da degismemis. Cocuk dogru harfleri buldu: 'l i m a n' :)

Sibel ve Ilkay Kazakci ziyaretimize geldi. 9. turda kalan son 5 kisiyi izledik. Son bir kac kelime:
Politeya: Politeia (Yunanca'dan Ingilizce'ye gecmis)
Vimeniis/Vameniis: Vimineous (Sifat)
Jenuaz: Genoise (Orijini Italyan'ca, ordan Fransizca'ya gecmis)

Simdi son tura kalan 3 cocuktan sampiyon cikacak. Kurallari okumalari 3 dk. surdu :) Hepsini bildikleri kelimelerden bazilarini yaziyorum:
Ohyez/Ohyeyz: Oyez (Orijin: Fransizca, fiil)
Serpicinis: Serpiginous (Latince)
Veliyeti: Velliety (a faint hope)
Eretey: Arete

Su kelimeye bakar misiniz?
Seherezadiyen: Scheherazadian (Farsca sehraze'den turemis)

Agbisi (Pratyush Baddiga) bu turnuvayi 2002'de kazanan hint asilli (Aksyah) cocuk bunu cikartti ve dogru soyledi. Nitekim bir sonraki kelimede tek bir harf hatasi yapti:
Sivermaray: Schwarmerei (Orijin: Almanca)

Rakibi David Scott Tidmarsh, Aksyah podyumda iken ellerini yuzune kapatmis, heyecanla siranin kendisine gelmesini bekliyordu. Dudaklarinin titresmesinden heyecani belli oluyordu ama kendine dusen kelimeyi dogru bildi ve avantaj yakaladi. Son kelime geldi:
Otokhonus: Autochthonous
David sesi titreyerek, gozyaslari icinde bunu da bildi ve 2004 yili sampiyonu oldu! Izlerken biz de heyecanlandik, duygulandik :)

Pazar, Ocak 01, 2006

World Poker Series & World's Strongest Man

Iki sevdigim program, "World Series of Poker" ve "World's Strongest Man" ayni saatlerde yayinlaninca ESPN ile ESPN2 arasinda zip zip zapladim. Pokerde son 10 son 3'e kadar indi ama finali yayinlamadilar. Ilginc olaylardan biri, 2004'de 2576 kisiyi eleyip 5 Milyon dolar kazanarak sampiyon olan Greg Raymor'in final masasina erisemeden elenmesi idi. Onu eleyen ise Goteborg'dan katilan bir Turk: Ayhan Alsancak. Ayhan'in son iki oyunu oldukca dramatik gecti:

Ayhan'in elinde 2 Kiz vardi. Lazar As ve Vale ile oyunu yukseltti. Ayhan tam parasini surdu ve ilk acilan 3 kagitta bir As cikinca Lazar one gecti. 4. kagit her ikisine de yaramadi. Son kagit kiz geldi ve Ayhan kazandi.

Bu inanilmaz oyundan bir sonraki el, Ayhan'a yine 2 kiz geldi. Bu sefer rakibi As ve 10'lu ile oyuna giren Kanter oldu. Ilk 3 kagit 7-3-3'den sonra Ayhan hala ondeydi (%60-%40). 4. kagit 10'lu geldi ve Ayhan'in oyunu kazanma sansi artti (%70-%30). Son kagit alakasiz bir kupa gelince Kanter Flush yakalamis oldu ve Ayhan elendi. Kalan 9 kisi birer milyon dolari garantileyerek final masasina gecti.

Web sitesinden Vegas'i Matusow'un kazandigini ogrendim. Matusow acaip eglenceli bir tip. Surekli masadakilerle ugrasmasi sebebiyle adi Mike "The Mouth" Matusow'a cikmis. Son 5 yildir son masaya kadar cikip kaybediyordu, bu sene cenesi iyi calisti ve gercekten inanilmaz oyunlar cikartip turnuvayi kazandi...

Ilk kez 1997'de TV'de Dunyanin En Guclu Adami yarismasina rastlamistim. O gun bugundur hemen her yil yarismalari izliyorum. Cok zevkli yarismalar oluyor. Mesela toplam 450 Kg agirliginda 2 buzdalabini sirtlayip 70sn suresince maksimum mesafeyi katedmeye calisiyorlar. Bir tiri 30m cekiyorlar. Kamyonetlere takla attiriyorlar vs. vs. Inanmak icin gormek lazim. Seyretmesi cok zevkli.

Son 4 yilin 3unu Polonyali 1977 dogumlu Mariusz Pudzianowski kazandi. Finallerin basindaki yarislarda geride kaldi ama sonra inanilmaz bir atakla rekor ustune rekor kirip rakiplerini ezdi gecti.

Mariusz, 140 Kg agirliginda ve 186cm boyunda. 350 KB ile bench press, 476 Kg ile squad yapabiliyor. Yarim ton agirligi yerden kaldirabiliyor. Kolunun kaslarinin cevresi tam 60 cm! Kisacasi ucuk bir adam.

Bu yarislarda Kuzey Avrupalilarin bariz bir ustunlugu var. Yarismaya katilanlarin hepsi Mariusz tipinde adamlar. Iste sampiyonlarin listesi.

Windows kullanicilarinin dikkatine! (.wmf acigi)

Tatil sezonundayiz ve bugunlerde .wmf resim dosyalari ile ilgili bir guvenlik acigi soz konusu. Microsoft bir aciklama yapti ama henuz acigi kapatacak bir cozum uretmedi. Sirkete gelen saldirilar ve ardindan gelen e-mail silsilesinden anladigim kadariyla durum ciddi!

.wmf dosyalarini gayet masum gorunen .jpg uzantili resim dosyalari haline donusturup e-maille gonderiyorlar. Anladigim kadariyla, hem attachment'i acmaya calismak hem de e-maile gomulu bir dosyayi Preview pane'inde goruntulemekle de virus bulasabiliyor.

Hexblog'da bir yama uretilmis. Steve Gibson gibi taninmis bilgisayar uzmanlarinin e-maillerini gordum sitede. Guvenilir gorunuyor. Yine, SANS'in sitesinde konu ile ilgili cesitli yazilari bulabilirsiniz. Guncellenmis yamayi ben SANS'in sitesinden indirip yukledim, secim sizin.

Film: 11:14

11:14, Gece 11:14'de meydana gelen iki kazaya yol acan olaylar zincirini 5 ayri acidan anlatan, 2003 yapimi cok hos bir film!

Film ilk karesi ile son karesi ustalikla birbirine baglanmis. Hilary Swank ve Patrick Swayze gibi tanidik isimler var. 11:14'un direktoru 29 yasindaki Greg Marcks'in 2. filmi bu. Bulabilirsek, 2000'de yaptigi ilk filmi Lector'u da izleyecegiz.

Film kategorize etmek zor; cunku komedi, drama ve gerilim kategorilerinin tumune girebilir. Bulursaniz izleyin...8/10

Mutlu Yillaaar...

Efendiiim, 2005'inde suyu isindi... Tolga Sevinc kardesimizi Fethiye'ye yolcu ettik. JFK havaalanina giderken once hafiften sonra siddetlenerek kar basladi. Bu kisin 2. kari bu. Donuste fotograf makinemi alip disari ciktim. Ayak izlerimden karin tuttugu anlasiliyor di mi? (Niye oyle S cizerek yuruduysem...)

Aksam icin, Ilkay Kazakci kardesim barbeku almis, balkonda Manhattan'a karsi mangalimizi yapalim dedik. Balkir Unur'de Connecticut'tan gelecekti ama yilbasinda bile calisiyor maalesef.

Velhasil, etler pisti, yemekler yendi. Tolga Sevinc, Peter Sellers kolleksiyonundan epey bir DVD alip goturdu. Simdi THY ucaginda, yolda. Henuz haberi yok ama "The Party" benim DVD Player'da kalmis. Kismet be Tolga'cim, biz izledik bu aksam :) Sellers'in hintli aksani takliti olaganustu...

Times Square her zamanki gibi dolup tasmis. NY'ta 12 de isikli bir 'top' ustunde durdugu direkten asagi inip yeni yilin rakamlarinin yazili oldugu panoyu isiklandiriveriyor. Tabii konserler vs. de var ama bu sogukta bunu izlemek icin saatlerce orda beklemenin esprisini anlamis degilim. Bence gayet yavan bir olay...

Balkondan 20dk, purolarimizi tutturup, Central Park'taki havai fisek gosterisini izledik. 1 sene daha cabucak gecti gitti! Herkese iyi yillar, mutluluklar. Her sey gonlunuzce olsun!