Pazar, Ekim 30, 2005

Iyi ki dogdun Adiiilll


Askim Hindistan 34 yasinda artik:) Kutlamamizi bir Kuba restaurantinda yaptik.

Ayda bir (hatta mumkunse 2-3 haftada bir) farkli ulke mutfaklarini deniyoruz. Bu ay ilk olarak Ispanyol mutfagini denemistik, ikinci talihli ulke de Kuba oldu, Cuba'ya gittik. Cuba ilk giriste kucuk gorunse de barin arkadasinda kalan ikinci bir yemek odasi ve alt katiyla aslinda genis sayilabilecek yer. Barin hemen yaninda canli muzik yapan grubun caldigi yer var. Restaurantin ozelligi ise giriste sol tarafta cigar saran birinin olmasi. Restaurantta yemek yiyenler cikarken yeni sarilmis cigarlarini ucretsiz olarak alip cikiyorlar. New York'da barlar dahil kapali mekanlarin tamaminda sigara icmek yasak. Bu yasak disariya konulan masalar icin de gecerli. Bana biraz agir geldi ama grubun surekli icicileri gecer not verdiler taze sarilmis cigarlara.

Bizim masamiz arkadaki bolmedeydi. Alanimiz biraz dardi ama ortam, yemekler, sangria ve mojito cok guzeldi. Adil'in dogumgunu bugun aslinda ama bugun kardesim Turkiyeye donuyor. Onun son alisverisleri, bavullarinin hazirlanmasi, havaalanina birakilmasi falan derken haftasonu kosturmayla gectigi icin kutlamamizi 2-3 gun once yaptik. Adil beklemiyordu tabi boyle birsey, ona da surpriz olmus oldu:)

Iyi ki dogdun bebegim...

Cumartesi, Ekim 29, 2005

Film: Alexander ve Kung Fu Hastle

Alexander filminin haberlerini duyup reklamlarini gordugumde, boyle bir film icin Colin Farrell in hic uygun olmadigi seklinde bir onyargi ile yaklasmistim. Ancak yigidin hakkini yigide vermek lazim! Colin Farrel gayet iyi, inandiriciydi!

Oliver Stone'un filmlerinin uzun olmasina alistik, bu da gelenegi bozmuyor. Stone garip bir adam, Midnight Express'i izledigimden beri carpitmalarini normal karsiliyorum. Alexander'da genelde tarihe sadik kaldigi yazildi.

Milattan once 356 yilinda yilanlarla icice yasami ile un salan Olympias (Angelina Jolie) ve Yunan Krali 2. Philip'in(Val Kilmer) oglu Alexander The Great (Buyuk Iskender) dogar. 16 yasindan itibaren babasi ile savaslara katilir. 20 yasinda iken kizinin evlilik toreninde oldurulur. Suikastin arkasinda kimin oldugu belli degil. Pers krali 3. Darius suclananlar arasinda. Filmde suikasti Olympias'in duzenlettigi ima ediliyor. Yine filmde Alexander'i henuz 25 yasinda iken Guagamela'da bilinen dunyanin diger buyuk hukumdari 3. Darius'la savasa tutusmasini ve Darius'un kacisi ile sonuclanan zaferini izliyoruz.

Film'deki diger goreceli olarak buyuk savas, filmin sonuna dogru Hindistan'da yaralanmasi ile sonuclaniyor ve nihayet geriye donmeye karar veriyorlar. Film, kisiler uzerine yogunlasiyor ve tarihsel olaylar oldukca bulanik kaliyor maalesef...8/10

Kung Fu Hastle, reklamlarindan bekledigim kadar olmasa da oldukca eglenceli bir film. Hong Kong sinemasi kaliteli cekimleri ucuza mal ediyor. Hero, House of Flying Daggers, Crouching Tiger Hidden Dragon bu fabrikadan cikan diger filmler.

Filmde Axe Gang olarak bilinen savas baltalariyla sehre kan kusturan bir cete var. Iki dolandirici kendilerine mafya susu verip sefalet icinde yasayan insanlarla dolu bir apartman blogundakilerden para koparmaya calisirlar. Kazayla gercek balta cetesi isin icine girer ama cete beklenmedik bir direnisle karsilasir; cunku 'kendilerine gore sebepleri' olan bazi Kung-Fu ustalari kimseye belli etmeden burada yasamaktadir...8/10

Çarşamba, Ekim 26, 2005

Haunted House

Halloween yaklasiyor ya ona yonelik turlu etkinlik var simdi etrafta. Korkuluk hazirlama, balkabagi oyma ve boyama, kostum secimleri, perili orman gezileri…ve tabi ki perili evler. Internette hangisine gidelim diye bakinirken bir tanesi cok etkileyici gorundu gozumuze. Web sayfasi gayet guzeldi en azindan, yazilanlar da hosumuza gidince fazla dusunmeden aliverdik biletlerimizi internetten. Hatta daha da etkili olsun diye aksam seanslarindan birine bilet aldik. Cumartesi gozumuz saatte Manhattanda dolastik butun gun, sonra da hevesle evimize gittik. Bu ‘ev’ sadece 15 gunlugune bu gosteriyi yapiyor ve olayin tamami 20-25 dakika surdugu icin gunde 15-30 arasi grup aliniyor iceriye. Kapida olusan kuyrugu gormeniz lazim. Iceride, disaridan gorunmeyen ayri bir sira daha var.

Neyse gittik hevesle, biletleri onceden aldigimiz icin sira da beklemedik ve girdik iceriye. Depo gibi bir yeri bolmelerle ayirmislar, 10 kisilik gruplar halinde genelde karanlik dar ve alcak koridorlardan ilerleyerek bir bolmeden digerine geciyorsunuz, toplamda 13 bolme var. Cooookk kotuydu! Yerdeki ici doldurulmus fareyi gorunce ciglik atan iki kiz disinda grubumuzda hic de korkmus gibi gorunen yoktu. Bitse de gitsek modundaydik. Pazarlamanin gucune bir kez daha inandim. Dogru duzgun efektlerin bile olmadigi bu evin onunde oyle uzun kuyruklar olusturabiliyorlar ya bravo valla.

Kendi web sitelerinde yorum yazacak yer yok (akillica degil mi), internette bu tur etkinlikler icin bir forum falan var mi diye bakinirken – hani biz paramizi kaptirdik uyaralim da baskalari kaptirmasin bari – brooklynvegan diye bir bloga rastladim. burda ‘perili ev’imize olan ilgiyi gosteren fotograflar da var, bakmak isteyenlere.

Pazar, Ekim 23, 2005

Oyun: Sudoku

Bilen bilir, Satranc disinda pek oyun oynadigim yok gari. Ama dun guzel bir oyun gordum ve paylasayim istedim, adi "Sudoku". Oynanisi gayet basit: 1 den 9a kadar sayilari yandaki karelere yerlestiriyorsunuz. Dikkat etmeniz gerekenler sunlar. Yatay veya dikey olarak ayni sayiyi 2 kere kullanamiyorsunuz, yani 1den 9a kadar sayilarin hepsini 1 kere kullanacaksiniz. Ayni sekilde 3x3'luk karelerin icinde de ayni sayiyi 2 kere kullanamiyorsunuz.

Ornek, yandaki sekilde soldan 6. sutundaki sayilara bakalim. 4,5,7,1,6,8. Eksik olan? 2, 3 ve 9u yerlestirecegiz:

4,5'in altina 2yi koyamiyoruz; cunku 3.satirda zaten 2 var. 3 veya 9 gelebilir. Ama 3'de olmaz, cunku kendi 3x3'lik blogunda 3 zaten kullanilmis. Geriye sadece 9 kaliyor ve 9'u oraya yerlestiriyorsunuz. bu sekilde tum 9x9'lik kareyi tamamlamaniz gerekiyor. Webten de oynayabiliyorsunuz, guzel bir oyun sevdim...

TV'nin sehpasiz tadi cikmaz netekim

Efendiiim, yagmurlu bir hafta sonu daha sakin sakin gecti gitti hayatimizdan... Ilkay Kazakci Bey dilinden dusurmedigi 50" DLP HL-R5078W Samsung'u almis amma ve lakin, linkte gorulen sehpasi gelmemiiiis... Eee yeni evliler, her bir sey mukemmel olmazsa cocuklarin morali bozuluyor tabii, hemen arayip "tamam elinizde yok, anladik ta baska hangi bayiinizde varsa soyleyin biz gelip alalim ordan" demisler Circuit City'e.

Bana kalirsa yeni aldigi Nissan FX-35'in spor paketine pek takilmis, bir firsat bulsam da kullansam diye can attigi icin tez canli ayaklarina yatip Circuit City yollarinda arabanin tadini cikartma pesinde.

Neyse, Cumartesi sabahi (bizim sabahimiz aslinda oglen oluyor tabii) geldi, kahvaltimizi ettik. Sibel Kazakci hanimefendinin kitaplarini Washington'daki kutuphaneye postalayip Circuit City'e gittik. Adamlar bir yavas, bir yavas, eh yani bu kadar olur! Yarim saat oyalandilar. Arada ben de dayi oglu Anil Esmer'e Toshiba Satellite M45 serisinden notebook bakindim.

Bezen'le Engin, New York'a Haunted House gormeye gittiler. Aksam Sibel - Ilkay'larda bulusacaktik. Elif ve Simon Cohn da katildi. Guzel bir aksam yemegi yedik. Engin, elinden dusurmedigi Halil'in Canon EOS D20 makinesiyle hem yagmur sonrasi kalkan sisler arasinda guzelligi ortaya cikan Manhattan manzaralari, hem de bilgisayar odasindan yemek masamizi cekti, ilginc bir resim oldu. Kamerasindan cikan pek cok diger resmi Engin'in blogunda gorebilirsiniz :)

Cumartesi, Ekim 22, 2005

Film: The Assassination of Richard Nixon

Cuma aksami, The Assassination of Richard Nixon adli filmi izledik. Olay 1974'de, Sam Bicke ( Sean Penn) adinda esinden ayrilmis icine kapanik bir satis elemaninin bir ucak kacirip Beyaz Saraya carparak Richard Nixon'i oldurme planlari yapmasi ile hikayeyi anlatiyor. Sam Bicky gercek biri ve film gercek bir olaydan alinmis. Yasayan akrabalari dusunulerek soyadi biraz degistirilmis...

Sam, zenci arkadasi ile ortak is kurmak istemektedir. Sam, satis elemani olarak calistigi yerde mutlu degildir. Daha once agabeyinin yaninda satis elemani olarak calisirken de yine mutlu olmadigi icin ayrilmistir. Cunku ona gore agabeyi gibi tum saticilar insanlari dolandirmaktadir: "Agbime gore %15 indirimin alti kurtarmaz ama bu yalan cunku aslinda %30 karla calisiyorduk. Ben olsam size 'bakin bizim karimiz %30, size faturalarla bunu gosterebilirim. Gelin bu kari paylasalim. %15 indirim yapayim, her ikimiz de %15 kazanalim' derim. Ben boyle durustce is yapmak istiyorum" diyerek bankadan borc almaya calisir...

Sam'in dusunce tarzina gore agbisi durust degildir. Sadece o degil, etraftaki para ve iktidar sahibi hic kimse durust degildir. Ulkede insanca yasama imkani kalmamistir, herkes yalan soylemekte ve fakir insanlari ezmektedir. Bu cilginligin en buyuk sorumlusu da tum ulkeyi bu hale getiren Amerika Baskani'dir ve yapilmasi gereken onu ortadan kaldirmaktir.... Surukleyici bir film, etkileyici ve sasirtici bir son...7.5/10

Çarşamba, Ekim 19, 2005

Kahve Molasi

Kendime izin verdim, ise gitmedim bir gun. Iyi oluyor boyle, kendine aniden izin vermek yani. Onceden planlanmis birsey yok, tamamen bana ait bir gun:) Beni burda turk kahvesine alistiran sevgili arkadasim Balca ile sik sik biraraya gelip kahve ya da yesil cay esliginde sohbet ediyoruz, firsat bu firsat diyip hemen sabah kahvesi planladik kendimize. Turkiye'deyken sadece etrafta fal bakacak birileri varsa icerdim turk kahvesini, hic aklima gelen birsey degildi. Simdiyse bayagi hosuma gidiyor, ariyorum.

Hatice'nin enfes gorunumlu krem karamelli kekinden yapmistim, kahveye kismet oldu. Hos, zaten cesurca kendini feda edip her turlu yemek denememi tadan Balca'ya gidecekti o kek:) Kekin tadi gayet iyiydi ama goruntusu hic de Hatice'ninki gibi olmadi. Krem karamel bir cm kalinliginda falan kaldi koca kekin ustunde. Balca'nin gelecek ay 1 yasina basacak oglu Batu uyurken biz de kahvelerimizi ictik cok keyifli bir sohbet ve kocamaaaan kek dilimleri esliginde.

Pazar, Ekim 16, 2005

Digital Life - Sayisal Yasam

Mohegan Sun'dan sabahin 4'unde eve varinca, sabah kalkip Javits Center 'daki "digital life" - sayisal yasam fuarina gitmek icin bayagi bir zorlandik. Birbirimizi kolayca bulabilmek icin, dun yoldan aldigimiz anoraklarimizi giydik. Bezen, cikarken Balkir Unur ve Engin Cetin'le birlikte resmimizi cekti :)

Fuar sadece bir katta idi. Microsoft, Intel, Nokia, AMD, Sony vs. gibi dev isimlerin yanisira, ozellikle oyun ureten firmalar vardi. Zaten fuarin neredeyse tumu oyun(cak) uzerine idi. Gencler bol bol oyun oynadilar. Buyuk ekranlarda oyun oynayanlari izleyen epey bir insanin olmasi ilginc geldi. Pek artik oyunlarla ilgilenmedigim icin acikcasi pek de ilgimi cekecek bir sey bulamadim.

Cesitli oyun ureticileri, oyunlarinin oynanabilecegi odullu turnuvalar duzenlemisler. Yandaki resim, bu yarismalardan birindekileri gosteriyor. Ici gorunen mavi isikli kasalar hos gorunuyordu. Genclere yonelik, ilginc tasarimli pek cok kasa gorduk.

Fuar hepi topu 1.5 2 saatte bitti. Biraz hayalkirikligi oldu netekim :(

Mohegan Sun


Bu Cumartesi Mohegan Sun’a gittik. Mohegan Sun, Connecticut eyaletinde bizim cok sevdigimiz bir casino ve eglence merkezi. Ne zamandir gitmiyorduk diyip bu haftasonunu ona ayirdik. Cumartesi sabahi, oglene dogru desek daha dogru aslinda, Engin, Adil ve ben Connecticut yollarina dustuk. Once Stamford, CT’de oturan Balkir’a ugradik, kahvaltimizi ettik ordan onu da alarak ciktik. Yol ustunde fabrika satis magazalarindan olusan bir alisveris merkezi varmis, orda biraz dolandik alisveris yaptik derken casinoya vardigimizda saat nerdeyse 7 olmustu.

Amerika’da casinolar sadece kizilderililere ait bolgelerde kurulabiliyor, diger yerler – Las Vegas haric :) Mohegan Sun da boyle bir alana kurulmus, oldukca buyuk bir merkez. Gectigimiz yil yapimi surmekte olan otelin acilmisti bu gidisimizde. Merkezde buyuk bir kumarhanenin yani sira otuza yakin restaurant, konser/gosteri salonu, balo salonu, cesitli magazalar, cocuk eglence merkezi ve buyuk bir spa var. Mohegan Sun’un dekorasyonu cok cok guzel, insani buyuluyor. Tavandaki resimlerin cogu boncuklarla yapilmis, duvarlarda kizilderilileri betimleyen resimler var. Merkezde ayrica onunde bir bar bulunan buyuk bir selale ve yildizlarla kapli kocaman bir tavani (planetarium dome) olan Sky Bar var.

Buranin en sevdigimiz yanlarindan biri de acik bufe restaurantlari. Giristeki siralar niraz uzun olsa da yemekler cok guzel oldugu icin beklemeye degiyor. Bu sefer sira da oldukca hizli ilerledi zaten. Yemegimizi yedikten sonra Adil ve Balkir casinoya yoneldi, biz de Engin’le iceriyi dolasmaya ciktik. Bir suru de resim cektik bu arada. Resimlerin tamami burda. Adil ve Balkiri kollu makinalarda bulduk. Engin de sansini denedi ama kaybetmesi cok da uzun surmedi :) (biraz da kazanmistim ama arada diye yazmami istedi). Oradan rulet masalarina gectik. Son gelisimizde de ruletde denemistik sansimizi. Birsey kazanamamistik ama kaybetmemistik de. Bu sefer pek oyle olmadi. Biz biraz kaybettik, Balkir biraz kazandi. Grup olarak bakinca toplamda kazanmis sayiyoruz kendimizi :) Cok guzel vakit gecirdik bu arada. Daha da kalirdik aslinda ama 3 saatlik donus yolunu goze alarak hadi gidelim artik dedigimizde saat gecenin 1.30’u olmustu zaten.

Cumartesi, Ekim 15, 2005

Nar YE # 3 – Narli Tavuk


Bu ayin etkinligi icin bayagi bir arastirma yaptim. Nari cok severim ben ama hep tek basina yerim, hic onunla birsey yapmayi dusunmemistim simdiye kadar. Nar eksisini de bir tek kisira koymustum simdiye kadar. Ayin meyvesi belli olunca sivadik kollari basladik arastirmaya:) Meger ne kadar cok anlami varmis narin...

Mesela eski Misirlilar narla gomulurmus. Babilonlular nar yediklerinde savasta yenilmez olacaklarina inanirlarmis. Iran mitolojisine gore cennette Havvayi bastan cikaran elma degil narmis. Yahudiler, bol taneleri ile verimliligi temsil eden nari, o yilin daha yararli, daha iyi gecmesi icin yilbasinda (Rosh Hashonah) yermis. Yunan mitolojisinde yasami, yeniden olusumu ve evliligi simgeleyen nar, Budistler icin de turuncgiller (citrus) ve seftalinin yani sira kutsanan uc meyveden biriymis. Efsaneye gore her narin icindeki tanelerden biri cennetten gelmeymis…Saglik acisindan faydali oldugunu, kotu kolestorolu dusurdugunu sanirim herkes biliyordur.

Nar eksisi kullanarak yaptigim bu yemek Iran’a ait: Narli tavuk (Pomegranate Khoresh). Tarifi epicurious.com sitesinden aldim. Benzer bir tarife bir de allrecipes sitesinde rastladim. Onun malzemeleri biraz daha farkliydi.

Malzemeler

  • 2 yemek kasigi sivi yag veya tereyagi
  • 2 kucuk sogan (ben kirmizi sogan kullandim)
  • ½ kilo tavuk gogsu (gogus etini cok kuru buldugum icin kalca eti kullandim)
  • 2 buyuk havuc
  • 2 su bardagi ceviz
  • 1 tatli kasigi tuz
  • ½ bardak nar eksisi (4 bardak nar suyu da olabilir)
  • 2 yemek kasigi seker
  • ½ tatli kasigi tarcin

Yapilisi

  1. Bir tencere ya da tavaya (ben wok tava kullandim) yagi koyun, ince ince kestiginiz soganlari kavurun.
  2. Ince seritler halinde dogradiginiz tavuklari ekleyin, arada karistirarak pismelerini bekleyin.
  3. Tavuklar suyunu cekmeden ince ince dilimlediginiz havuclari ekleyin, onlar da pissin.
  4. Ayri bir tencerede veya tavada cevizleri kavurun.
  5. Kavrulmus cevizleri robottan gecirerek un haline getirin. Tuzu, sekeri, tarcini ve nar eksisini ekleyin. Nar eksini eklemeden once 2.5 bardak suda sulandirmaniz gerekiyor.
  6. Malzemelerin icinde safran da vardi. Opsiyonel denmisti ama onun yerine ne koysam diye bakinirken gourmet sleuth sitesini buldum. Elinizde olmayan malzemelerin yerine kullanabileceklerinizi anlatan cok guzel bir site, tavsiye ederim. O siteden yola cikarak safran yerine turmeric (zerdecal, hintsafrani) koydum 1 tatli kasigina yakin. Turmeric’in zerdecal oldugunu da boylece ogrendim ve ilk kez bir yemekte denemis oldum:)
  7. Hazirladiginiz sosu iyice karistirin, koyu kivamda bir sos elde edeceksiniz.
  8. Sosu pisen tasvuga ekleyin, tavanin altini kisin ve cok kisik ateste 35-40 dakika pisirin.
  9. Pistikten sonra tabaga alin, uzerini ceviz ve nar taneleriyle susleyerek servis yapin.

Sonucta ne tatli ne eksi cok degisik bir yemek oldu. Adil cok begendi, nar sevmeyen ve tum yapim asamasinda nar koymasak olmaz mi diye muhalefet yapan kardesim bile severek yedi.

Niyetim nar eksisi yerine nar suyu kullanmakti ama narlarim ‘carsidan aldim bir tane eve geldim hic tane’ olarak yuzune bakilamaz halde bozuk cikinca nar eksisi kullandim ve susleme falan da yapamadim :(

Cuma, Ekim 14, 2005

Kitap: Cronkite Remembers

Walter Cronkite (1916), Amerikan halki tarafindan durustlugu ve guvenilirligi ile bilinen unlu bir gazeteci ve haber sunucusu. Oyle ki emekli olmasinin uzerinden 10 yil gecmesine ragmen 1995'de yapilan en guvenilir haber sunuculari siralamasinda hala 1. sirada cikar.

Walter Cronkite dinledigim kitabinda, cocuklugundan baslayarak , onemli anlari ile 20.yy'i aktariyor. 1962 - 1981 yillari arasinda CBS aksam haberlerini sunar ve Kuba krizi, the Kennedy Suikasti, Vietnam Savasi, the Apollo 11 in Ay yolculugu ve Watergate Skandali gibi pek cok olayi Amerikan halkina aktarir. Haber sunumunu "...and that's the way it is" diye bitirir ("Iste boyle...").

O kadar eski donemi ben bilemiyorum tabii ama CBS'in yine guvenilirligi ile taninan ama Amerikalilarin cok iyi bildigi meshur "60 minutes" programinda Bush'un Askeri kayitlari hakkinda yaptigi asilsiz haber yuzunden istifaya zorlanan unlu haber sunucusu Dan Rather, Walter Cronkite'in halefi imis...

Kitabin sonunda Cronkite, 21.yy icin umit dolu oldugunu soyluyor ve soyle bitiriyor: "... and that's the way it will be.

Çarşamba, Ekim 12, 2005

American Museum of Natural History

Haftasonundan beri giris yapmaya firsatim olmamisti, simdi eksikleri tamamlayayim:)

Engin geldiginden beri onu American Museum of Natural History'e (Dogal Tarih Muzesi) goturmek istiyordum, ama ancak bu haftasonu yapabildik. Cuma gecesi baslayan yagmur tum siddetiyle yagiyordu Cumartesi gunu de. Sansliyiz, kapali bir yere gidiyoruz ve disarida da herhangi bir aktivite zaten yoktur diye dusunduk. Saniyorum bir suru kisi bizim gibi dusunmus.

Cuma aksami Sevilla’da sangria icinde yuzdugumuz icin Cumartesi kalkabilmek pek de kolay olmadi. Muzeye varabildigimizde oglen olmustu ve disarida uzuuun bir sira vardi. Yok canim daha neler derken siranin hizli ilerledigini gorduk ve sevinerek siraya girdik. Meger o sadece ana kapidan giriste cantalarin arandigi siraymis. Asil bilet sirasini gorunce biz zaten gecerken ugramistik diyip cikmak istedim bir an. Neyse siraya girdik tabii, uzuuun bir bekleyisten sonra biletlerimizi alabildik.

Sanki cok vaktimiz varmis gibi kombine bilet alip her turlu gosterim/film/sergiye dahil olduk. Bileti alinca gorduk ki, ilk izleyecegimiz sey olan space show’un baslamasina 5 dakika var. Bir yandan kosup bir yandan gordugumuz her gorevliye New Hayden Planetarium’unun yerini sorarak iceri vaktinde girmeyi basardik. Planetarium kure seklinde. Kurenin ust kismi tamamen ekran, basinizi biraz yukari kaldirmaniz gerekiyor ama hakkaten gokyuzune bakiyormus gibi hissediyorsunuz. Iki space show’a da bilet almis oldugumuz icin bir saat kadar iceride kaldik. Gosterimler guzel ve bilgilendiriciydi.

IMAX gosterisinden once yarim saatimiz oldugu icin en yakindaki hayvanlar kismina gittik ve orayi biraz gezdik. IMAX’de gosterimde olan film “The Living Sea” idi. New Jersey’deki IMAX gibi olmayacagini biliyordum ama cok hayal kirikligina ugradim.

New Jersey’de Liberty Science Center’da bir IMAX var, olaganustu bir yer. Ordaki IMAX salonu kure seklinde yapilmis ve oturdugunuz zaman gozunuzun alabildigi her yer ekran. Dolayisiyla filmler cok heyecanli oluyor, gercekten ordaymiscasina etkileniyorsunuz. Bu taraflara gelen herkesin mutlaka gitmesi gereken bir yer. Ne yazik ki Science Center tadilata girmis ve IMAX de tadilat suresince yani 2007’nin sonuna kadar kapali kalacakmis:( Ordaki filmlere alistiktan sonra bu bana cok basit ve anlamsiz geldi, bitsin diye dakika saydim resmen. Sonraki duragimiz dinazorlar ve eski donem buyuk deniz canlilarinin oldugu kisimlar oldu.

Muzede donem donem cesitli sergiler oluyor, onlar icin ayrica bilet alinmasi gerekiyor. Su sira dinazorlar var. Kombine biletimizde tabi ki o da vardi, saati gelince oraya gittik. Sergi alanini cok kucuk buldum ama ilginc seyler vardi yine de. Sonrasinda Asya/Afrika kultulerinin tanitildigi kismlari hizlica gezdik (nerdeyse kosarak gectik daha dogru aslinda) ve muze kapandii cikin artiik diye iceride kalanlari kapiya yonelten gorevliler esliginde muzeden ciktik.

Film: Amityville Horror

Heyecanla bekledigim film gecen hafta geldi ve hemen izledim ama yazmakta hic de acele etmiyorum goruldugu gibiJ Filmi iki kelimeyle ozetleyebilirim: hayal kirikligi ve muz kabugu! Sen haftalarca bunu bekle ve gele gele cook klise bir hayaletli ev filmi gelsin! Film gosterime girdigi siralarda gercek bir olaydan alindigi belirtiliyordu sik sik. Ev, halen Long Island, NY’da Amityville kasabasinda. Amityville Tarih Toplulugu’na gore ev eskiden yerlilerin rakip kabile yerlilerini olume terkettigi ve gomdugu bir yerdeymis. Bu konuyla ilgili cok cesitli web siteleri var. 70’li yillarda evde oturanlarin basina gelenlerin ve islenen cinayetlerin sebebinin evdeki kotu ve bilinmeyen guclerden mi yoksa basitce insanlarin icindeki kotulukden mi kaynaklandigi konusunda bir uzlasmaya varilamamis henuz. Bir kisim bu olaylarin dogruluguna tamamen inanip kanitlari yeterli bulurken diger bir kisim da bu hikayenin de uydurma (hoax) oldugunu, tum ailesini oldurup kendisini karanlik guclerin etkiledigini ortaya atarak bu tartismalarin baslamasina yol acan kisinin ve cevresindekilerin ortaya sahte kanitlar koyarak inslanlari etkiledigini savunuyor.

History Channel’in bu evle ilgili olarak hazirladigi iki dokumanter var: Amityville: Horror or Hoax ve Amityville: The Haunting. Daha once de birkac kere cevrilen ve kitabi da olan bu filmi ben hic begenmedim. Ama bulabilirsem History Channel’in bu konudaki belgesellerini izlemek istiyorum. Belgeselleri cok guzel ve objektif oluyor cunku. 5/10

Kitap: Bringing Down The House

Bringing Down The House (ISBN: 0743249992), 1993-1998 yillari arasinda gelistirdikleri bir kagit sayma sistemiyle BlackJack'te Vegas kumarhanelerinden 4 Milyon Dolarin uzerinde para kazanan MIT mezunu Kevin Lewis ve arkadaslarinin gercek hikayesini anlatiyor.

Kitabin yazari Ben Mezrich'in bu 3. kitabi. Kevin'in hikayesi 20 yasinda MIT'te basliyor. Matematikteki basarilari ile un yapmis ancak MIT'yi terketmis 2 eski arkadasi onu, okulun eski Matematik Hocalarindan biri ile tanistirirlar. Bu Hoca, 1968'de Edward Thorp tarafindan yazilmis "Blackjack'i yenmem mumkun" baslikli kitaptaki metodlari cok ileriye goturmus ancak artik tanindigi icin Vegasta oynamasina izin verilmemektedir.

O da sirlarini paylastigi bu iki ogrencisi ile Kevin ve daha sonra baska MIT/Harvard ogrencilerininin de dahil oldugu organize bir Blackjack takimi kurar. Takimdakiler sahte isimlerle Vegastaki kumarhanelerde blackjack oynar ve cifte hayat surmeye baslarlar.

Takimdaki bazi oyuncular, 6 deste kagiti takip edip kart sayarlar. Gelistirdikleri yonteme gore, 2-6 arasi kagitlar +1, 10 ve ustu kagitlar ile As -1 puan degerindedir. Kucuk kagitlarin oyuncularin lehine, buyukler ise aleyhine calistigini bulur ve kagit sayanlar aralarinda gelistirdikleri sifreli isaretler ve sozcuklerle masanin +degeri yukseldiginde takimin buyuk oyuncularini masada oynamaya davet ederler...

Kart saymak yasa disi degildir ama Kumarhane isletenler, boyle kisileri istenilmeyen kisi ilan edebilmekte ve bazen mafyavari yontemlerle oynamamalarini saglarlar. Surukleyici, guzel bir kitap.

Salı, Ekim 11, 2005

Komik Film - Ev Alirken...


Google Video'da "aqua" terimi ile arama yaparken, komik bir filme rastladim. Bakin bakalim ev alirken insanlar neye dikkat ediyormus :))))

*Uyari: Ehm, sesler is ortaminda flaan dinlenilecek turden degil, demedi demeyin.

Canon EOS D20

Halil Gungormus kardesim heves etmis, bir Canon EOS D20 fotograf makinesi siparis etti. Buralardaki fiyati 1800$ civarinda. Engin Turkiye'ye donerken goturecek. Bu arada bol bol resim cekip test ediyor. Resimleri Engin'in blogunda gorebilirsiniz.
Scot Finnie, Ekim ayi yazisinda bu kameradan bahsediyor. Profesyonel fotograf makineleri ile ilgilenenlerin ilgisini cekebilecek bir yazi. Ayrica dpreview.com'da guzel bir Canon EOS D20 inceleme yazisi var.

Film: The Life Aquatic

The Life Aquatic, reklamlarina bakip gayet komik oldugunu sanarak istedigim bir filmdi. Bugun geldi ve hemen DVD'yi izleyelim dedik. Bill Murray sevdigim komedyenlerden biridir. Cate Blanchett, Owen Wilson ve Willem Dafoe ile filmin ilginc bir kadrosu var.

Film'de Bill Murray denizlerde dokumanter filmler yapan unlu bir kaptan (Steve Zissou) rolunde. Filmin kisa konusu, kaptanimizin yakin arkadasi bir film cekimi esnasinda buyuk bir kopek baligi tarafindan yutulur ve kaptan intikam alma pesine duser. Tabii bu da bir dokumanter olacaktir.

Bir onceki filminin galasinda tanistigi genc bir adam, Kaptanin gayri mesru oglu (Owen Wilson) olarak karsisina cikar. Geziye katilan Cate Blanchett hamile bir yazar rolunde...

IMDB'deki yorumlarda biri filmi cok guzel ozetlemis: "Ya cok seveceksiniz ya da nefret edeceksiniz". Ben 2. kategoriye giriyorum. Bu kadar hayalkirikligi yasadigim cok az film olmustur. Tamamen zaman kaybi. Kadrosunun hatirina 2/10 :(

Pazartesi, Ekim 10, 2005

Film: Barbarian Invasions & Five People You Meet In Heaven

Haziran'da izledigimiz "Decline of American Empire" filminin devami niteligindeki Barbarian Invasions, arkadaslik ve hayata veda uzerinde harika bir drama.

Filmde Remi'yi olum doseginde gecmisini sorgularken goruyoruz. Kulturel birikimini yetersiz buldugu ve surekli kavga ettigi oglu Sebastien, babasinin donusu olmayan bir yolda oldugunu gorur ve son gunlerini iyi gecirmesi icin para kazanmakta ve insanlari yonlendirmekteki hunerini ortaya koyar.

Remi'nin yakin arkadaslari toplanir ve ilk filmdeki diyaloglar kaldigi yerden devam eder. Remi hayatini bosa harcadigini dusunup hayiflanir...
Filmi anlatmak cidden cok zor. Bazen yakinda veda edecek birinin gozu ile bakiyorsunuz dunyaya, bazen de babasini/esini/dostunu kaybedecek insanlarin gozu ile. Hic biri kolay degil; etkileniyorsunuz. Velhasil begendik: 8.5/10
Five People You Meet Heaven, hayatinin buyuk bir kismini bir eglence parkinda tamircilik yaparak gecirmis Eddie'nin (Jon Voight), bir kazadan kucuk bir kiz cocugun hayatini kurtarmaya calisirken kendi hayatini kaybetmesi ile basliyor.

Eddie, Cennette 5 kisi ile karsilasacaktir. Bu insanlar, bir sekilde onun hayatina girmis ve yasarken anlamadigi seyleri kendi cennetlerinde ona anlatmak uzere 'gelmesini' beklemektedir.

Boylece Eddie, 5 ayri kisinin cennetine gider. Bilmeden bazilarinin olumune sebep olmustur ve hayatini bosu bosuna harcadigini dusunurken, yaptiklarinin diger insanlari nasil etkiledigini, sonucta bunlarin da onun hayatini nasil sekillendirdigini kesfeder. Uzunca ama izlemesi keyifli bir film: 8/10

Cumartesi, Ekim 08, 2005

Turkiye - Almanya: 2 - 1

Bugun Turkiye, Almanya ile mac yapmis. Dostluk maci muhabbeti. Alman arkadasim, Jan Weck ile chatlesirken sordu maci seyretmiyor musun diye de haberim oldu. Jan mac berabere biter diye iddia etmis. Ben sadece, sonucu bilmem ama kesin son dakika golu yeriz dedim.

Teknoloji, politika, futbol vs. derken epey muhabbet ettik. Jan, arada skor gecti. Ilk golu atan cocuk Schalke'de oynuyormus. "When he is back, he is going to receive dayak" dedi Jan :) Bir suru Turk arkadasi var, Turkce kelimeleri ogrenmis. Gora'yi seyredip bayilan bir Alman dusunun :)

Velhasil 2dk. kala Turkiye 2-0 onde, ben hala Jan'a "sen bizimkileri bilmezsin. Son dakika gol yemezlerse rahatlamaz bunlar" diyorum. Derken Jan'in mesaji geldi: "You were right: 2-1, game over!". Turk gibi baslayip Turk gibi bitirdik iste ne diyeyim :)

Sevilla'da Bir Aksam

Bir haftadir konusuyorduk. Cuma aksami Manhattan'da Ispanyol yemegi yiyecektik. Mekana karar verildi: Sevilla Restaurant & Bar. Aksam 6 gibi Numan Numanbayraktaroglu ve Eda Kilic ile sirketten ciktik. Hava yagmurlu, dolayisiyla Manhattan'in butun taksileri bir yerlere saklanmis :) Neyse sonucta bir taksi bulup restorana vardik ve bara yerlestik.

Sevilla, Sangría ve Paella'lari ile meshur bir yer. Susamisiz! 2. Sangria surahisi bittiginde Bezen ve kardesi Engin geldi, masaya gectik. Daha sonra Numan'in esi Kyoko ve oglu Ata ile kardesi Yesim ve Mathew geldiler. Murat Kilic ve Balkir Unur'un de katilmasi ile ekip tamamlandi. 14 surahi Sangria icmisiz, kac tane paella goturmusuz sayamadim. Emine - Murat Uygur bize katilamadi ama blackberry ile e-mailler atip dakika ve skor verdim :)

Sonrasinda Cafe Wha'ya gittigimiz gece yerini ogrendigimiz Nargileciye yuruduk. Cuma aksami restoranlarda, barlarda adim atacak yer yok. Nargilecide de biraz sira beklemek zorunda kaldik. Sangria'lar etkisini gosterince cok fazla takilamadik. Murat arabayla gelmis, Balkir'i Grand Central'dan Connecticut trenine birakip evin yolunu tuttuk. Guzel bir aksam oldu netekim.

Film: DareDevil

Gecen hafta Elektra'yi izlemis ve filmi nasil buldugumu yazmistim. Elektra, yine Daredevil'daki karakterlerden biri. Cizgi roman karakteri olarak DareDevil (Matt Murdock), 1964 yilinda piyasaya cikiyor. Diger super guclere sahip pek cok cizgi roman karakteri gibi, DareDevil'da cocuklugunda gecirdigi bir kaza sonucu radyoaktif bir maddeye maruz kaliyor ve gozleri gormuyor. Ancak, sonar-vari hassas hissetme yetenegi kazaniyor...

Bu anlamda Film'de cizgi romandaki karaktere sadik kalinmis. Ancak bundan sonrasinda cizgi romandaki derinlik kalmiyor. Wikipedia'da ki Daredevil sayfasini okursaniz, Elektra filminde gordugumuz, dogustan gozleri gormeyen Stick, DareDevil'in hislerini gelistirmesine yardimci oluyor. Stick ayni zamanda Elektra'yi olumden geri getirecek olan kisi.

Onceleri bir Spider-Man olan ancak daha sonra yeralti dunyasinin en guclu karakteri haline gelen kotu adam The Kingpin ile eline gecen atabilecegi her seyi silah haline getiren ve atigini vuran Bullseye (Colin Farrell) arasinda sebebi belli olmayan bir iliski var.

Neyse, filme donelim. DareDevil (Ben Affleck) gundelik hayatinda, gucsuzlerin, haksizliga ugramislarin yardimina kosan bir avukat rolunde. Bazen yargi sistemi suclulari cezalandirmaya yetmeyince, DareDevil isin icine giriyor... Elektra ile tesadufen karsilasir ve birbirlerinden hoslanirlar ancak gelisen olaylarda Bullseye Elektra'nin babasini oldurur ve Elektra bundan DareDevil'i sorumlu tutar. Sonrasinda aralarindaki kavgayi Elektra kazanir ama Bullseye ortaya cikar ve Elektra gercegi ogrenir. DareDevil yaralidir ve Bullseye'in Elektra'yi oldurmesini engelleyemez...

Film benim gibi cizgi romandan tureyen filmleri sevenler icin seyre deger, ancak digerlerine yavan gelme ihtimali yuksek: 7.5/10

Perşembe, Ekim 06, 2005

Kitap: Theodore Rex

Kitap, The Rise of Theodore Roosevelt'in bittigi yerden basliyor ve Roosevelt'in ABD baskani oldugu 8 yili anlatiyor.

Onceki kitap, Roosevelt'in hirsli, enerji dolu genclik yillarini ve yukselisini o kadar guzel anlatmisti ki bu biraz onun yaninda sonuk kaldi. Kitaptan, genclikten kalma dogaci kimligi ile Roosevelt'in 20'ye yakin ormani ulusal park haline getirerek koruma altina aldigini, ayni sekilde Grand Canyon'u bir anit haline getirerek yipranmasini onledigini ogreniyoruz.

Roosevelt, onceki kitapta da bahsedildigi uzere, baskan yardimcisi iken, baskanin oldurulmesi ile onun yerine geciyor ama 1904 yilinda ABD tarihinde ilk kez bu konumdan esi gorulmemis bir secim zaferiyle yeniden baskan oluyor.

1900'lerin basinda, 18 aylik Rus-Japon savasinda Japonya'nin bir dunya devi haline gelisini ve Roosevelt'in kisisel baskisi ile ABD'nin tarihinde ilk kez buyuk bir arabuluculuk gorevi ustlendigini ogreniyoruz. Bu sebeble 1906 yilinda kendisine "Nobel Baris Odulu" veriliyor.

Yine 1902'de, Kuba'nin Ispanyol'lardan ozgurluge giden yoldaki en buyuk destekcisi oldugunu ve daha sonra icerdeki karmasaya mudahale ettigini goruyoruz. Savasin ve takip eden yillarin sebebi bu kitapta daha iyi anlasiliyor. Ilk kitaptan, Roosevelt'in emperyalist yapisini ogrenmistik. Kuba'ya mudahalesinin sebebi de bati yarim kuresinde, ABD'nin arka bahcesinde 'Avrupa'nin eski guclerine' yasam hakki tanimak istememesi .

Baskanligi doneminde, para babalari ile icli disli Cumhuriyetcilerin tersine pek cok kere ve ozellikle de son yillarinda trustlara karsi savas aciyor ve Demokratlarin cizgisinde hareket ediyor. Oyleki, 2. donemi biterken Demokratlarin adayi olarak yeniden baskanlik yarisina girmesi konusuluyor.

Roosevelt baskanligi esnasinda, cok istedigi Panama kanalinin insa edilmesini sagamak icin harekete geciyor ve Kolombiya Amerikan isteklerini kabul etmeyince, 1903 yilinda Panama'nin bagimsizligini destekliyor. Bu kanalin yapimi 1914 yilinda tamamlaniyor ve hem ticari hem de 2. dunya savasinda yasandigi uzere ABD icin devasa getiriler sagliyor.

Panama kanali fikri 1524 yilinda Ispanyollar tarafindan ortaya atiliyor ama teknik imkansizliklar sebebiyle yapilamiyor. 1800'lerin sonunda bu sefer Fransizlar deniyor ama onlar da beceremiyor. 31 Aralik 1999 yilina kadar Amerikan egemenliginde kalan kanal, bu tarihten sonra Panama Canal Authority (ACP) tarafindan yonetiliyor.

Roosevelt'in baskanligi donemini golgeleyen belkide tek sey ircilik uzerine. Her ne kadar Roosevelt pek cok zenciyi alt kademede gorevlere getirip, genel olarak irkcilik karsiti konusmalar yapmis ve durumlarini iyilestirmeye calismis olsa da irkci guneylilerin oyununa gelip haksiz bir kararla, kendisi ile birlikte Kuba'da savasanlar da dahil Brownsville, Texas'da halka ates acmakla suclanan (Brownsville Raid) askeri birlikten 167 siyahi ordudan atiyor. Daha sonra bu karari acele ile verdigine pisman oluyor ama olan olmus biten bitmis.

Son olarak, Roosevelt cok yakin dostu Henry Cabot Lodge'un 'guvenilir' olarak nitelemesi sonucu Supreme Court (~Ana yasa mahkemesi ) yargici olarak atadigi ve ABD tarihinde bu gorevde en uzun sure kalan yargin olan Oliver Wendell Holmes, Jr. Roosevelt'in bazi reformlarina karsi cikmasi, Roosevelt'in baskanlik donemindeki onemli hatalardan biri olarak tarihe geciyor.

‘Green Card’ Lottery

Amerika’ya gelmek isteyenler icin basvuru zamani:) DV-2007 green card lotosunun basvurulari dun basladi. Basvuru sitesinin adresi http://www.dvlottery.state.gov/ . Bavuru tarihi 4 Aralik 2005 oglen 12 :00 EST (GMT-5)’de sona erecek. Birden fazla basvuru yaparsaniz tum basvurulariniz otomatik olarak eleniyor, lutfen buna dikkat edin. Basvuru cok kolay, web sayfasindaki sorulari cevaplayip fotografinizi eklemeniz yeterli. Fotograf icin dikkat edilmesi gereken noktalari http://usinfo.state.gov/eur/Archive/2005/Oct/04-180471.html?chanlid=eur adresinde bulabilirsiniz.

Basvurular UCRETSIZ ve gercekten cok kolay, lutfen bu isi parayla yapan sitelere kanmayin, para falan vermeyin. Alti ustu adiniz, adresiniz gibi bilgileri girip fotograf ekleyeceksiniz. Benim sokaga atacak param var diyorsaniz o ayri tabi. Kendileri araciligi ile basvurursaniz green cardi garantileyen sitelerden ise hemen kacin, yok oyle birsey. Kazananlar cekilisle belli oluyor ve tamamen sans, herhangi bir torpil falan yok, nereden basvurdugunuzun da hiiic onemi yok (bazen Amerika’da bir adresten basvurmanin daha iyi olacagini dusunenler oluyor).

Bavurmak isteyenlere iyi dusunmelerini tavsiye ederim. Green card’i turist vizesi olarak kullanamazsiniz, karti elinizde tutmak icin 6 ayda bir Amerika’ya giris yapmaniz gerekiyor ve tum giris cikislar kaydediliyor. Gercekten burada calismayi ve yasamayi dusunuyorsaniz basvurun, surekli giris cikis yaparak karti uzun sure elinizde tutmaniz cok zor. Eskiden bu oldukca kolaydi ama simdi kontrol ediyorlar ve bir sure sonra niyetinizi sorgulamaya basliyorlar.

Basvuracak herkese iyi sanslar:))

Film: Frailty

Gerilim filmlerinden basladik bu hafta. Cumartesi Mind Hunters’i seyrettikten sonra dun aksam da Frailty’i izledik. Hikayesi kisaca normal ve orta halli bir yasam suren araba tamircisi bir baba ve iki oglunun babanin bir anda dini vizyonlar gordugunu soyleyip cevredeki insane gorunumlu ‘seytan’lari oldurmeye baslamasini ve cocuklarini da insanlari oldurmediklerine ama seytanlari yokettiklerine inandirmaya calismasi. Babasina hayran kucuk cocuk ona hemen inanip ve elinden geldigince yardim ederken buyuk cocuk babasinin aklini kaybettigini dusunup ona ve kardesine engel olmaya calisiyor. Tum bunlar artik yetiskin olmus cocuklardan birinin zaman zaman geriye donerek bu hikayeyi anlatmasiyla gosteriliyor. Insanlarin ‘Tanri’ adina neler yapabilecegini, nasil kendi ailelerine bile zarar vermek isteyecegi noktalara geldigini ve bunun aslinda gecmesi oldukca kolay cok ince bir cizgi oldugunu anlatan guzel bir film. 7.5/10

Biz filmlerimizi Netflix’den kiraliyoruz. En guzel yani filmler ayaginiza geliyor:) Ozellikle bizim gibi video/dvd kiralayan dukkanlara gitmeye usenenler icin cok iyi bir sistem. Web sayfalarindan istediginiz filmleri seciyorsunuz, onlar da bir seferde en fazla uc film olmak kaydiyla sirayla bunlari size postaliyor. Filmleri yine kendi zarflarina koyarak postayla geri gonderiyorsunuz, bu boyle devam ediyor. Netflix ciktiktan sonra Blockbuster’in bu alandaki hakimiyeti de sona erdi, cok iyi oldu:) Bayagi pahaliya geliyordu ordan kiralamak. Simdi sitenin ismini hatirlayamiyorum ama sevgili arkadasim Dilara blogunda boyle bir sistemin Turkiye’de de basladigindan sozetmisti. Netflix’in web sayfasi bayagi iyi, ne varmis ne yokmus diye bakarken adini bile duymadigimiz guzel filmlere rastliyoruz. Frailty de bunlardan biri, haberim bile yoktu boyle bir filmden.

Simdi heyecanla Amityville Horror’u bekliyorum. Fragmanlari cok iyiydi, umarim film de hevesle bekledigim kadar iyidir. DVD’si dun cikti. Netflix listemde en ust sirada oldugu icin bugun yarin gelir herhalde. Gelir gelmez onu da izleyip yazacagim.

Salı, Ekim 04, 2005

Film: Mind Hunters

Ben genel olarak gerilim ve aksiyon filmlerini seviyorum. Mind Hunters da son zamanlarda izledigimiz guzel gerilim filmlerinden biriydi. Son dakikaya kadar ekrandan gozlerinizi ayirmamanizi saglayan bir kurgusu var filmin. 7 FBI ajani, seri katillerin profilini anlamalarina yardimci olacak bir egitim icin uzak ve bos bir adaya goturulup birakilirlar. Demo olarak hazirlanan ortamda sanal bir katil arayacaklarini sanirken iclerinden birinin oldurulmesiyle saskina donerler. Olumlerin devam etmesi ise panige ve herkesin birbirinden kuskulanmasina yol acar. Iclerinden biri seri katil ama kim? Son dakikaya kadar biz tahmin edemedik katilin kimligini.

Filmin bir yerinde yeri simdiki North Carolina eyaletinde olan, 1587 yilinda kurulan ve 1590 yilinda icinde yasayan herkesin hicbir iz birakmadan bir anda kayboldugu Roanoke Kolonisinden bahsediliyor. Koloniye gelen askerler kimseyi bulamamislar. Kulubelerin bazilarinda masalarda yanan mumlar ve yenmeye hazir yemekler gormusler. Etrafta herhangi bir karisiklik, kavga izi yokmus. Once cevredeki yerlilerden kuskulanmislar ama onlar da aslinda cok bariscil bir kabileymis, hatta bu koloniye yerlesmeleri sirasinda yardim etmisler. Onlarin da bu olayla bir ilgisinin olmadigi anlasilmis. Askerlerin bulabildigi tek sey bir agaca aceleyle kazinan birkac kelime olmus. Bu olay hala sirrini korumakta. Ayni sekilde 1923 yilinda Brezilya’da kucuk bir kasaba olan Hoer-Verde’nin halki da sirra kadem basmis. 1937’de Nanking, Cin’de hicbir iz birakmadan bir anda ortadan kaybolan 3,000 Cinli asker de diger bir ornek. Bunlar bana cok ilginc geldi cunku son okudugum kitap olan Dean Koontz’un Phantoms’unda da tarihteki bu tur toplu kaybolmalardan esinlenilmis. Ustuste iki farkli yerde birden duymus oldum bunu. Simdi bu konuyla ilgili birkac kaynak bulup okuyacagim, cok ilginc geldi.

Filmden bahsederken nerelere geldim :)) Sonuc olarak guzel bir filmdi. 8/10

Pazartesi, Ekim 03, 2005

The Feast of St. Francis

The Feast of St. Francis, hayvanlarin ve doganin azizi olarak da bilinen St. Francis’e adanan ve tum hayvanlarin kutsandigi bir gun. Feast of St. Francis 4 Ekim’de ama genelde ekimin ilk haftasi nerdeyse tum katolik kiliselinde hayvanlarin kutsanma ayinleri yapiliyor. Kedi kopek, kus, at akliniza hangi hayvan gelirse sahipleriyle beraber geliyor kiliseye.

Manhattan’daki St. John The Divine Katedrali’nde bu kutlama her ekim ayinin ilk Pazar sabahi yapiliyor. Toren 11’de basliyor ama cok kalabalik oldugu icin erken gitmek gerekiyor. Ben ilk kez dort yil once gitmistim ve cok etkilenmistim. Engin burdayken onu da gotureyim istedim. Sabah erkenden yola ciktik ve 10.15’de kiliseye vardik. Iceri grup grup aliyorlardi. Siraya girdik ve birkac dakika icinde iceri alindik. On taraflar tamamen doluydu. Arka siralar da doluydu ama ortalar bostu. Mutlu mutlu bos siralara dogru ilerleyip kendimize yer begenirken gorevlilerden biri onumuzu kesti ve biletimizin rengini sordu. Ne bileti?? Ben daha once geldigimde de biletim yoktu ki. Ustelik gelmeden kilisenin web sayfasinda bu torenle ilgili yazilan herseyi okumustum biletten falan bahsedilmiyordu hic. Megersem uc renk bilet varmis, turuncu en on siralar icin, sari orta siralar icin beyaz da arka siralar icin. O biletlerin nasil edinildigi konusunda hala bir fikrim yok.

Isyanlarimiz gorevli icin yeterli olmadi ve biletiniz yoksa duvar kenarina gecmeniz gerekiyor diyerek yerler dolduktan sonra gelenlerin ayakta siralandigi duvar kenarlarini gosterdi bize. Ama bu haksizliiik diye soylene soylene mecburen duvar kenarina gectik. 6-7 kisi daha vardi yanlarina yere oturduk ama belli araliklarla yerlestirilmis olan buyuk sutunlar yuzunden hicbirsey gormek mumkun degildi bulundugumuz yerden. Asik bir suratla karsimizda duran ama ulasamadigimiz bos siralara ic gecirirken baska bir gorevli geldi. Bir yanlis anlama oldugunu, istedigimiz yere oturabilecegimizi soyledi. Adam cumlesini bitirirken biz yuzumuzde kocaman gulucuklerle ayaktaydik zaten. Aslinda arka bolume oturmamiz gerekiyordu ama orasi dolmustu bile. Oyle olunca gorevli esliginde orta kisma goturulduk ve istedigimiz yeri secebilecegimiz soylendiginde kendimize hemen gecis yapilacak koridorun yaninda bir sira sectik.

Oturma faslini hallettikten sonra etrafin fotograflarini cekerken orta alan da cesitli hayvanlar ve sahipleriyle doluverdi ve toren basladi. Elimizdeki kitapciktan ilahilerin ve konusmalarin sirasini takip edebiliyorduk. Ilahilerin sozleri de yazili oldugu icin cevrede eslik edenler de vardi. Koro cok basariliydi ve solistlerin sesi cok guzeldi. Ilahilere beyaz giysileri icindeki danscilar eslik etti.

Torenin sonunda kilisenin hayvanlarinin gecit toreni vardi. Deve, at, lama, keci, esek, cesitli kuslar, kaplumbaga, kurbaga, kuzu…ve arada unuttugum hayvanlar gecis yaptiktan sonra toren sona erdi. Kalmak isteyenler ve hayvanlarinin kutsanmasini isteyen hayvan sahipleri kilisenin bahcesindeki etkinliklere katilmak icin arkaya yoneldiler. Biz de sehrin daha asagi kisminda o anda yapilmakta olan Polonya Yuruyusu’ne yetisebilmek icin metroya kosturduk.

Pulaski Day Parade

New York hemen her milletten insanlarin yasadigi bir sehir. Bazi ulkeler daha agir basiyor elbette ama insan kendini hic yabaci hissetmiyor bu sehirde, cogunluk yabanci oldugu icin herhalde. Yil boyunca cesitli ulkelerin yuruyusleri oluyor Manhattan’da ‘5th Avenue’ uzerinde.

Bu Pazar da Polonyalilarin yuruyusu, yani Pulaski Day Parade vardi. Biz katedralden cikip gelebildigimizde yuruyus coktan baslamisti ama bayagi bir kismini izleyebildik yine de. Yuruyus 5. caddede 29.-53. sokaklar arasindaydi. Arada trafik polisleri karsiya gecmek isteyen araclara ve yayalara da yol verdigi icin yuruyus oldukca yavas ilerledi. Protokol sahnesi 42. caddede kurulmustu ve yuruyus yapan ekipler gecerken ordan anons yapiliyordu.

Bu yuruyus her yil Polonyalilarin unlu kumandani Casimir Pulaski anisina duzenleniyor. Pulaski General George Washington’in emrinde savasmis ve Amerika’nin ilk suvari birliginin olusturulmasinda buyuk katkilari olmus. New York’taki etnik yuruyuslerin en eskilerinden biri Pulaski Gunu Yuruyusu, ilki 1937 yilinda yapilmis.

Hemen her yastan yuzlerce (belki de binlerce – biz sadece bir kismini izledik). Polonyali gecis yapti. Bazilari yoresel kiyafetlerinin icindeydi, halk danslarindan ornekler gosterdiler. Polonya muzigi calan gruplari tasiyan acik arabalar ve Polonya guzelleri de gecis yapanlar arasindaydi.

Sabahtan beri ordan oraya kosturdugumuz icin dogru duzgun birsey yiyemedigimiz icin acikip yurusuyu yarida kestik ve yakinlardaki bi kafede birseyler yiyip yaklasik yarim saat sonra ciktigimizda saat 3’u geciyordu ve baslama saati 12.30 olan yuruyus hala devam ediyordu.